Can Dündar:Suçun cezasız kaldığı bir sistem demokrasinin kuruluşundan beri var

Guardian Vakfı tarafından desteklenen ve P24 yayın platformu ile Article19 tarafından organize edilen toplantıda medyaya yönelik baskılar ve çözüm yolları konuşuldu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, Hürriyet Gazetesi'ne yapılan saldırı ve sonrasında yaşanan olayları değerlendirirken "Hürriyet olayı aslında bir yeniği değil, bir geleneği ifade ediyor. Bu ülkede suçun cezasız kaldığı gibi, suçlunun da ödüllendirildiği bir sistem demokrasinin kuruluşundan beri var" dedi.

Pera Palas Otel'de düzenlenen toplantıya çok sayıda yerli ve yabancı gazeteci katıldı. Konuşmasına Hürriye Gazetesi'ne yapılan saldırı ve sonrasındaki gelişmeleri değerlendirerek başlayan Dündar, "Hürriyet olayı aslında bir yeniği değil, bir geleneği ifade ediyor. Bu ülkede suçun cezasız kaldığı gibi, suçlunun da ödüllendirildiği bir sistem demokrasinin kuruluşundan beri var. Anlatılanlara bir şeyler eklemenin bir anlamı yok, benzer şeyler yaşıyoruz. Şunu söylemek isterim ki baskılar yeni değil, Türkiye tarihi bunun örnekleri ile dolu. Demokrasi tarihi ile eşit belki Sabahattin Ali cinayetine kadar uzanan bir cinayetler silsilesi, bir baskınlar bombalamalar, suikastler tarihi aslında Türkiye'de basın tarihi. O yüzden biz bir geleneği devraldık ve maalesef onun vahim bir aşamasına tanıklık ediyoruz." şeklinde konuştu.

Basın olarak özeleştiri de yapan Dündar, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Biz de iyi bir sınav vermedik. Bütün bu demokrasi tarihi boyunca basın tarihine baktığımızda biraz da utanç verici bir tarihle karşı karşıyayız. Bütün baskılara boyun eğen, zaman zaman alkışlayan, her askeri darbede hazırol'a geçen, bir araya gelemeyen ama her zaman iktidarın yanında saf tutmaya meyilli ve ne yazık ki en kötü dönemlerde en kötü sınavları vermiş bir basın kültürü var Türkiye'de."

İş adamları ve gazete sahiplerinin ekonomik durumlarının da konuyla ilgili olduğunu belirten Dündar, "Gazete patronlarının iktisadi çıkarlarının iktidara kenetlenmesinin altını çizmek lazım. O kenetlenme bugün basının iplerini kolayca iktidarın eline verdi. Onu çektiği anda istemediği patronu devirip istediği patronu ihya edebilir hale getirdi. Bu düzen bugünkü baskı düzenini hazırladı. Ama her şeye rağmen Türkiye'de en yoğun baskı dönemlerinden birini yaşıyoruz. Buna kuşku yok" ifadelerini kullandı.

Gazeteciler üzerindeki baskıların, işinden olmaların ve cezai müeyyidelerin devam ettiğini de söyleyen Dündar, bu durumun gazetecileri ister istemez etki altına aldığını belirterek şöyle konuştu: "Gerçekten bir çok meslektaşımız işsiz kaldı, hapse girdi ve tehditlere maruz kaldı. Çoğumuz mesaimizin önemli bir bölümünü adliyelerde ifade vererek geçiriyoruz. Bu büyük tasfiyenin kalıcı olmaya başladığını da görüyoruz. .. Bütün bunlara rağmen ben bu sürecin aynı zamanda öğretici olduğunu, dayanışmanın ve bir arada olmanın önemine anlattığını ve öğrettiğini de düşünüyorum. Burada bulunan insanlar bile çok nadir bir araya gelebilen ve ancak baskı sonucu bir araya nihayet gelebilen manzara arzediyorlar. Hürriyet baskınından sonra kol kokla yürüyüş yapıp feryadımızı haykırma imkanı bulduk. Kolay öğrenilmiyor. Tan matbaasından bugüne kadar ne öğrendik dersek evet iktidara direnmeyi, bir arada olmayı, her ne olursa olsun yasaklar bile konsa onlara kafa tutmayı, onlara rağmen yayın yapmayı öğrendik."

ABDÜLHAMİT BİLİCİ: REJİM KENDİ MEDYA TİPİNİ OLUŞTURUYOR

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici de her rejimin kendi vatandaşını ve kendi medyasını oluşturmaya çalıştığını belirterek, "Şu anda bir rejim inşası dönemi var. O rejim kendine uygun 'havuz' diye adlandırılan bir matbuat tipi, bir medya tipi, bir basın tipi oluşturuyor. Maalesef tarih tekerrür ediyor. Bu tarihin tekerrürünü önlemek ya da önlememek bizim elimizde." dedi.

Abdülhamit Bilici, son zamanlarda medyaya yönelik baskıların arttığına dikkat çekti. Bu baskının başlangıcında medyanın ve meslek kuruluşlarının birlik olamamasından, zamanında tepki gösterememesinden yakınan Bilici, bu konuda şunları söyledi: "2 sene önce böyle günlerin geleceğini biraz öngörmüştüm maalesef. Haklı çıkmış olmak çok güzel bir şey değil, keşke haksız çıksaydım. Basın kuruluşları olarak çok cılızız, hepimizin birbirimizle ilgili bagajları var. O zaman şöyle bakmıştı birçok arkadaş, 'bu iktidar ile cemaatin bir kan davası var, bir güç savaşı var, bizi ilgilendirmez' ya da 'ikisinden de nefret ediyoruz, bırakın ikisi de birbirlerini yesinler' modunda bazı tepkiler vardı. Bense şunu söylüyordum; ülke demokrasi ve hukuk devleti olmaktan çıkıyor, bu çığ hepimizin başına gelecek. Geldiği zaman Cumhuriyet'i Zaman'ı, Hürriyet'i falan ayırmayacak.' Aynen bu cümleleri kullanmıştım birçok arkadaşa. Sonra konuştuğum ve ikna etmekte zorlandığım arkadaşlarımın çoğu işlerini kaybettiler. Zamanında beraber seslenebilseydik, belki de tehlike bu kadar büyümeyecekti. Çünkü her bir tavizci tutum, Hitler'in Avrupa'nın başına bela olmasından biri de geçer bu şeklindeki tavırdır. Şu anda öngörümüz haklı çıktı. Ahmet Hakan'dan Mehmet Baransu'ya, Gültekin Avcı'dan Sedef Kabaş'a, Can Dündar'dan Ekrem Dumanlı'ya hiçbir türdeşliği olmayan insanlar aynı baskının hedefinde."

Farklı görüşlere sahip birçok gazetecinin aynı baskıya maruz kaldığını anlatan Bilici, "Düşünün ki Nokta da Cumhuriyet de Taraf da Zaman da hedefte ise bu konuda ulusal bir problem var demektir. Bu ideolojik bir mesele değil. Ulusal bir problem var. Yabancı dostlar da bunu çok iyi gördüler zaten. Çok fazla bagajlı olduğumuz için, ön yargılarımız olduğu için dışarıda yaşayanlar bizden daha iyi görüyorlar. Nitekim 2014'te Freedom House 'Türkiye'de medya artık özgür değil' diye rapor yazdı. Medyaya destek verilmesi konusunda gerçekten insiyatif gerekiyor. Durum şöyle; artık bir televizyon kanalı ya da belli televizyon kanallarının belli bir sıra ile fişleri çekiliyor. Şu anda Türksat'a gelmiş durumda. Dolayısıyla sanatsal bir şeyler konuşmanın vakti değil." ifadelerini kullandı.

Her rejimin kendi vatandaşını ve medyasını oluşturmak istediğini tarihi örneklerle açıklayan Bilici, sözlerini şöyle tamamladı: "Şu anda bir rejim inşaası dönemi var. O rejim kendine uygun 'havuz' diye adlandırılan bir matbuat tipi, bir medya tipi, bir basın tipi oluşturuyor. Maalesef tarih tekerrür ediyor. Bu tarihin tekerrürünü önlemek ya da önlememek bizim elimizde. Bu şekilde bir araya gelmemiz ve vehameti anlamamız, geçmişteki bagajları birbirimizin yüzüne vurmaktan en azından şu kriz döneminde vazgeçmemiz çok tarihi bir fırsatı doğurabilir. Aslında Türkiye'de yeni de bir umut doğuyor, ilk defa sivillik ve demokrasi açısından. Bunu bela ve musibet karşısında değil, normal zamanlarda yapmış olsaydık belki bunu yaşamayacaktık. Bardağın dolu tarafına bakarsak demokrasiyi öğrenme konusunda her birimiz dersler çıkaracağız ve asla karamsar değilim. Bu deliliğe, bu çılgınlığa karşı çıkmaya herkesi davet ediyorum."

CİHAN
19 Ekim 2015 17:45
DİĞER HABERLER