Cahit Koytak'ın son şiir kitabı 'Cazın Irmakları', farklı algılara, çağrışımlara açık fevkalade zengin bir okuma serüveni vaat ediyor.
Kitapta insan atlasındaki duyguların, cevapsız soruların, hakiki kırılmaların, hayallerin müzikle köpük köpük kabarmasını izleyebilirsiniz.
Onu uzun, sohbetiyle bereketli bir sofranın ta öbür ucundan dinlerken, neşeli, varlığın özünü insanın göğüs kafesinde arayan, arzulu, müşfik, isyankâr, hayalperest sesinin şiirlerine sakin bir uyumla eşlik ettiğini düşünüyordum. Yağmur, sığındığımız cam küreyi inceden kırbaçlıyordu. Bir şairin sesiyle şiirinin genellikle pek örtüşmediğini bildiğimden belki, o mucizevi 'ses-şiir' ahengine şaşırmıştım. Hikâyesini omuzlarında taşıyan şiirler, sesinin yumuşak tınısıyla nasıl da kendiliğinden coşarak akıp gidiyordu aramızdan. Hemen yanımda oturan dostum Semih'e "Sesi şiiri olmuş ya da şiiri sesi olmuş, ne kadar benziyorlar birbirlerine, müthiş değil mi?" dediğimi hatırlıyorum. 'Yoksulların ve Şairlerin Kitabı'nı paylaşmak için dostlarını davet ettiği kahvaltı sofrasında, onu öyle biraz mahcup bir edayla şiir okurken hatırlamak hoşuma gidiyor bunları yazarken.
Cahit Koytak'ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan son kitabı "Cazın Irmakları"ndaki (Timaş Yayınları) mısralara, hayatın caz ritmiyle eşlik etmek, ruhumun kuytusundaki 'ölü duyguları' diriltti. Meğer ne çok ihmal etmişim iç seslerle çoğalan müziğin şiirde gizlenen, onun hakikatiyle çoğalan manasını. Miles Davis, otobiyografisinde, "Müziği bu şekilde duymam Tanrı'nın bir armağanıdır. Nereden geldiğini bilmiyor, sorgulamak istemiyorum. Zaman bir vuruş şaşmışsa hemen duyarım bunu. Doğuştan böyleyim. Tempo bozulmuşsa çalmam, çalamam." diyordu. Koytak'ın bu kitabında da öncekilerde olduğu gibi şiirindeki bilinçli vuruşların yankısını hissediyorsunuz.
Cazın Irmakları, farklı okumalara, algılara açık bir kitap. İnsan atlasındaki duyguların, cevapsız soruların, hakiki kırılmaların, hayallerin müzikle köpük köpük kabarmasını izleyebilirsiniz. Başka bir gün kitabı benim gibi rastgele bir yerinden açıp, blues'un ermişlerine, yoksullara, yoksunlara, aşka çare arayanlara, kimsesiz kuşlara, kaybolmuşlara yazılmış ağıtlar gibi okuyup onlarla 'bir' olmanın hasretini giderebilirsiniz. Kim bilir eğer cazla çoğalan hayatları sevmişseniz, yağmur tıpırtısına parmaklarınızla tempo tutarak eşlik ettiğiniz alaca saatlerde, Charlie Parker'ı, Charlie Mingus'ı, Miles Davis'ı, Duke Ellington'ı, Nat King Cole'u, merhametli şairi gibi 'Caz ve Dua'yla anmak istersiniz: "Kimi delilerine, kimi dervişlerine göre, caz,/Yerle gök arasında akan/Ve çağıltısıyla,/Burada, yerde yaşadıklarını,/Tattıklarını, çektiklerini,/Sevdiklerini, yerdiklerini/Sözle, sazla, niyazla duyuramayanların/Yürek vuruşlarını,/O dayanılmaz uğultuyu,/Bir jam session/Ve toplu doğaçlama halinde/Cennettekilere hüzün, /Cehennemdekilere teselli veren/Ezgilere, zikirlere çeviren/Büyük ırmağın,/Büyük dua ırmağın adıdır/.
Cazın Irmakları'ndan süzülüp hayata dokunan şiirlerin, Tanrı'nın 'büyük şiirindeki' melodilerle, resimlerle, inançla, dünyanın büyük boşluğuyla, kaosla, merhametle, yüzlerimize yansıyan kederle buluşmasını izlemek, insanın özünde saklı olan sevme ihtimalini, umudunu nasıl da cömertçe genişletebiliyormuş meğer. Cazın rengini, nefesini, zamanını, tadını mısralarının ezgileriyle buluşturarak hissiyatımızı kanatlandıran ozan, daha kitabın başındaki 'İlk Vuruşlarıyla' müziğin şiirdeki karşılığını fısıldıyordu: "İnsan müzik için yaratılmıştır/ve dünyadaki tüm sesler,/tüm susuşlar insan kulağı için.../.
Cahit Koytak'ın mitolojiden, tarihten, edebiyattan, felsefeden, roman sanatından, müzikten, kadim masallardan, kimi zaman siyasetten, metafizikten ama en çok da hayatın en hakiki, en kabuklaşmış halinden beslenen şiir dünyasını, tam da o dizede görünen 'suskunluk' için seviyorum ben. 'Sesleri ve suskunluğu', kulağı hassas bir müzisyen, yazmaktan usanmayan dirayetli bir romancı, taşları elleriyle yontan çilekeş bir heykeltıraş, usulca lirini çalıp susan çileli bir ozan gibi buluşturabildiğinde, şiirinin güçlü damarıyla kabaran ırmaklarında akabiliyorum. Orada kimi zaman durmayı, durduğum yerde yosunlu kayalara tutunarak topladığım taşları iç ceplerimde biriktirmeyi, 'iki taşın birbirine sürtünmesinden çıkan swing sesini', onları kelimelerimi paylaştıklarımın derin kuyusuna atabilmenin hazzını yaşıyorum her defasında.
Cahit Koytak, bana göre cesaretin, vicdanın ve maneviyatımızın, mütevazı, zarif, güçlü, biricik sesidir. Biliyorum bunu, onun şiiri gibi bilincimin, soluğumun içinden, kelime kıymığının en derine battığı yerden biliyorum: Çünkü bir şair/- Sanırım, caz sanatçısı da öyle -/En iyi olduğu işte, şiirde, müzikte,/En iyi olduğu çağda bile/Kendini,/Bir bahçe, bir ağaç,/Hatta bir masa kadar bile/Olmuş bitmiş,/Tamamlanmamış hissedemiyor;/Bunu da kendimden biliyorum.