Çekirdekler yavaş yavaş ağaca yürür...

“Üstad, Arapça Mesnevi-i Nuriyeyi İZÂH EDEREK ANLATTI. Ondan sonra serptiği o tohumlar her tarafa yayıldı. Risaleler 1960’dan sonra anlaşılmaya başlandı. O devirler zaten yazıp neşretme devri idi. Mânâya çalışan pek fazla yoktu.''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Çekirdekler yavaş yavaş ağaca yürür

Üstad Bediüzzaman  Hazretleri Risale-i Nurlar hakkında şöyle diyor: “Bu zamanda, bu asırda ne ihtiyaç varsa, o yazdırılmış. Ama hülâsası, çekirdekleri mânâsına…”

Mustafa Sungur Ağabey hatıralarını anlatırken diyor ki: “1954’ün yaz aylarında, bir gün yatsıya yakın Üstad odamıza teşrif etti. ‘Bir ihtar var. Size Arabî Risalelerimi ders vereceğim, yarın sabahtan itibaren başlayacağız’ dedi. Sevincimize hudut yoktu, sonsuz sürur duyduk. Ertesi sabah tesbihatı müteakip bizi çağırdı. Karşısında oturduk. Kendileri daima yatakta, yorgan yarı vücuduna kadar çekili bir halde bulunurdu. ‘Tesbihatı yaptınız mı?’ diye sordu. ‘Yaptık’ dedik. Evvela Arabî MESNEVİ-İ NURİYE’nin  Türkçe Mukaddemesini okuduk. Sonra kendileri Arapça mukaddemeyi okudular. Mesnevî’den de bir parça okuyup İZAH  ETTİLER.

“Ondan sonra her sabah devam ettik. Bazı yerlerini İZAH  EDE  EDE  okuyorlardı. Okuduğumuz bahisler münasebetiyle Üstadımız bu hakikatları ders aldığı zamanları  ve HATIRALARI hatırlıyor, bu hakikatları ders alırken geçirdiği ruhî, kalbi, fikrî seyr-i sülûkundan bahsediyordu.  O günlerde Üstadımızın dersinde bulunup, onun İZAHINA nâiliyetimizde sonsuz İlahî lütfuna karşı şükürden âciz olduğumu itiraf etmeliyim. Öyle bir hâlet-i haz ve sürura gark oluyorduk ki, tarif edilmez. Üstadımızın mübarek lisanından çıkan o derslerdeki cümle ve kelimelerin, ruh ve kalbimize, hatta bütün varlığımıza nurdan hüzmeler gibi intikal ettiğini hissediyorduk. O kelimeleri âdeta teneffüs eder ve içer gibi okuduğumuzdan; şimdi o halet ve o hatıraları anladık ki, akıldan ziyade ruh ve kalbimiz ders almışız. Üstadımız ikaz ve ihtarlarla akıl fikir ve gözümüze âşikârane mesâil-i nuryeyi İZAH  ETMİŞLER. Sonra irşadı ile bir derece aklım uyandı diyebilirim. Bizi hikmet ve mantık sahasına çıkardılar. Cenab-ı Hak ebeden râzı olsun. 

“Arapça Mesnevi’yi ders aldıkça görüyorduk ki, Risale-i Nurda okuduğumuz hakikatleri Üstad, 40-50 sene önceleri icmâlen yazmış. Demek daha çocuk yaşında iken aynı hakikatlerin tahsiline başlamış, mütemadiyen aynı meseleleri takip ede ede, ders ala ala hayat geçirmiş. Gavs-ı Âzam hakkında söylediği ‘Doksan sene müddetle hakaik-i imaniyenin hakkalyakîn derecâtına urûç  eden’  sözünü şu necib Üstad hakkında da söyleyebiliriz.”

Merhum Nazım Akkurt Üstad Hazretleriyle olan bir görüşmesini anlatırken diyor ki: “Üstad Hazretleri çok şeyler izah etti o zaman. Biz on bir kişiydik. Üstad, kıbleye karşı yatağında oturuyordu yine. Biz de diz çökmüş etrafında oturuyoruz. Dedi ki: ‘Zübeyir! Ders ders yapacağız. Kardeşleri çağır.” Onbir kişiden aklımda kalanlar: Zübeyir, Bayram, Sungur,  Ceylan, Rüşdü, Ezener…” idi. Zübeyir Ağabey, dersi ayakta okuyor, Üstad, İZÂH EDİYORDU. Orada, ‘Risale-i Nur’u izah etmeyin’ diyenlere cevap buldum. O zaman Üstad soruyordu sırayla: ‘Sen ne ANLADIN?’  diye, tam ONALTI  KERE  SORDU bize. Ama İZÂH ETMESE  ben bir şey bilmiyorum ki… Anlamıyorum ki… Saymıştım on altı kere sordu…

“Üstad, Arapça Mesnevi-i Nuriyeyi İZÂH  EDEREK ANLATTI. Ondan sonra serptiği o tohumlar her tarafa yayıldı. Risaleler 1960’dan sonra anlaşılmaya başlandı. O devirler zaten yazıp neşretme devri idi. Mânâya çalışan pek fazla yoktu.

“1953’deki ikinci ziyaretimde gördüm ki, o gün Zübeyir Ağabey ders okuyup, Üstad, İZÂH EDERKEN, Üstad’da tam bir hitabet tarzı vardı. Aynı Risale-i Nur’un belağatı tarzında… Aynı kelime, aynı tarz ile İZÂH EDİYORDU.

“Ben ilk başlarda, Üstad’ın günlük konuşmalarına bakınca: ‘Bu Risale-i Nur’u Üstad söylemiş ama herhalde talebeleri sonradan bunları düzelterek yazmıştır.’ diye düşünüyordum. Fakat  utandığımdan da kimseye soramıyordum. İşte o günkü Isparta ziyaretinde, her şeyi fark ettim. Üstad, o gün yanımızda tam Risale-i Nur tarzında konuşuyordu. Belağat, fesahat selâset.. Hepsi vardı. Buna ben şahit oldum. İnan, bir ara yanında yardımcı birisi var zannettim…”

Üstad Hazretleri Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Altıncı Risalesinin Beşinci Desise-i Şeytaniye bölümünün sonunda diyor ki: “Bu Kur’anî derslerin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar; vazifeleri –îmanî ilimler cihetinde – yalnız yazılan şu Sözlerin ŞERHLERİ ve İZAHLARDIR  veya TANZİMLERİDİR. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki; bu imanî ilimlerdeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin ve enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile ŞERH ve İZAH  haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muarazaya veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki; Risale-i Nur eczaları, Kur’an’ın teraşşuhatıdır. (Kur’an’dan sağılmış, süzülmüş damlalar ve sızıntılardır). Bizler, taksîmü’l-a’mâl kâidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.” 

Demek ki, şerh ve izaha izin var…

27 Ağustos 2018 11:03
DİĞER HABERLER