2017 Aralık ayı.
New York Güney Bölge Mahkemesi’nin 17. Katında ünlü Halkbank Davası’nı takip ediyorum.
Kürsüde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uğruna Türkiye’yi yaktığı, defalarca Amerika’ya nota verdiği, onu kurtarabilmek için Türkiye’yi kumar masasına sürdüğü Reza Zarrab var ve ‘tanık’ olarak kurduğu rüşvet-yolsuzluk çarkını anlatıyor.
Salon ağzına kadar dolu.
Jüri ve gazeteciler ağzı açık vaziyette Zarrab’ın itiraflarını dinliyor.
Bakanları nasıl önüne yatırdığını, rüşvet ile kimi nasıl satın aldığını, Erdoğan ailesi ile olan ilişkileri ve daha neler neler…
Dahası Halkbank’ın parası Türkiye hükümeti tarafından ödenen milyon dolarlık avukatları, kürsüye çıkıp “Evet rüşvet iddiaları doğru, siyasiler ve bürokratlar ahlaksızca, arsızca rüşvet aldılar ama müvekkilimiz (Hakan Atilla) rüşvet almadı” dediler.
Davanın diğer boyutları bir tarafa, New York’taki mahkeme salonunda yaşananlar Erdoğan rejiminin Türkiye’de şişirdiği “17 Aralık operasyonu hükümete darbe girişimiydi” balonunu patlatmıştı.
Doğal olarak aklı selim, ehli vicdan sahibi birilerinin çıkıp “Zarrab her şeyi itiraf etmiş, belgeleri vermiş, ABD makamları da bütün trafiği kaydetmiş, Türkiye’nin avukatları da rüşveti kabul ediyor, o zaman o polisler ve savcılar neden hapiste” demesini bekledik.
En azından ‘darbe değil yolsuzluk operasyonuymuş’ deyip hakkı teslim edeceklerini ummuştuk.
Fakat yine olmadı.
AKP ve Havuz cenahı aynı darbe türküsünü söylerken sözüm ona bağımsız, tarafsız çevreler de “rüşvet ve yolsuzluk iddiaları doğru ama yine de 17 Aralık hükümete operasyondu” demeye devam ettiler.
Sembol olacak yorum ise Ruşen Çakır’dan geldi.
Kariyerini “Cemaat uzmanlığı”ndan çok “Cemaat düşmanlığı” üzerine bina eden Çakır lafı eğip bükmeden “İddiaların doğru çıkması Cemaati aklamaz” dedi.
Bu yönde yayınlar yaptı.
Daha önceki dönemde hararetle Erdoğan rejiminin Türküsünü söyleyen ancak ortaya çıkan verilere rağmen en ufak bir özeleştiri yapmayan çevreler ‘darbe’ söylemini tekrar etmeye devam etti.
17 Aralık operasyonuna dair olaylara bizzat şahit olanlar, içeriğe dair yakası açılmadık bilgilere sahip olanlar bile operasyonu yapan polis ve savcıların hakkını teslim etmedi.
Etmemeye devam ediyor.
Peki yıllar sonra bu konuya neden döndüm?
Aslında çok sayıda örnek var ancak son günlerin popüler tartışma konusu, yani Sevda Noyan’ın Ülke Tv ekranlarındaki hezeyanları beni ‘kitabın ortası’ndan bir yazı yazmaya mecbur bıraktı.
Malum olduğu üzere Sevda Noyan Ülke Tv ekranında Esra Elönü’nün Araf’ta Sorular programına çıktı ve toplumda infiale neden olan laflar etti.
Silahlandıklarını, katliam listeleri hazırladıklarını, komşularını takip ettiklerini ve aile olarak en az 50 kişiyi ‘götürebileceklerini’ anlattı.
250 kişinin hayatını kaybettiği , binlerce insanın yaralandığı, yüzbinlerce insanın hayatını mahveden 15 Temmuz’a dair ‘kursağımızda kaldı’ gibi garip bir ifade de kullandı.
Programın sunucusu Esra Elönü’de tepkiler sonrası “müdahale etmeliydim” deyip durumu kurtarmaya çalıştı ancak 2 saatlik yayını izleyenler Elönü ile Noyan arasındaki fikir ayrılığı olmadığını kendi gözleriyle gördü.
Fatih Tezcanların, İsmail Karaosmanoğluların, Cem Küçüklerin pervasızca söyledikleri “silahlarımız hazır bu kez çok kan dökeceğiz” söylemlerinin ne anlama geldiği açık.
Erdoğan rejiminin ikinci bir 15 Temmuz kumpasına ihtiyacı var. Artık seçimle iktidarını sürdüremeyeceğini görüyor ve ancak kanlı olaylarla o koltukta oturabileceğini biliyor.
Ancak benim özellikle dikkat çekmek istediğim yer başka.
Sevda Noyan’ın akla ziyan sözleri sonrası seküler, liberal kesimlerden yükselen tepki.
Olay tam anlamıyla bir turnusol etkisi yaptı.
Noyan’ın aslında seküler seçmeni kastetmediği ortaya çıkınca rahatlayan ‘Beyaz Türkler’ asli kodlarına döndü.
Hemen olayı ‘Fetö’ye bağladılar.
Mesela İsmail Saymaz ve Can Dündar Sevda Noyan’ı eleştiriyormuş gibi yapıp Noyan’ın eşi Engin Noyan’ın bir zamanlar STV’de program yapmasından hareketle tüm STV çalışanlarına darbeci dedi.
CHP ve çok sayıda İyi Partili de bu kervana katıldı.
Vicdanı geçtik, zerre aklı mantığı olan birisi -Cemaat nefreti gözlerini kör etmediyse- Noyan’ın eşinin yaklaşık 20 yıl önce Samanyolu’nda program yapmasından hareketle böyle akla ziyan bir yorumu yapmazdı.
Ama yaptılar.
Hem de tepkilere rağmen söylemlerini sürdürdüler. ArtıGerçek bile ‘Noyan’ın eşi Samanyolu programcısı çıktı’ türü bir başlık attı.
Peki yıllardır hiç hız kesmeyen bu nefret söyleminin temeli-amacı ne?
İşte dananın kuyruğunun koptuğu-kopacağı yer burası.
Çünkü Erdoğan muhalifleri ve Ergenekon nihai hedef olarak AKP’yi tarihe gömerken beraberinde Cemaat’i de göndermek istiyorlar.
O yüzden AKP’ye bir taş atarken iki taş da Cemaat’e atıyorlar.
Bir başka ifadeyle AKP’nin ayağına Cemaat’i bağlayıp her ikisini de denizin derinliklerine yollama hesabındalar.
Emin olabilirsiniz, “ya Cemaat aklanırsa” korkusu AKP’liler kadar muhalif ve liberal çevrelerde de var.
Bu sebeple Cemaatle ilgisi olmayan her olayı da Gülen Hareketi’nin ‘günah hanesi’ne yazıyorlar.
Daha önce defalarca ispatlanmış, belgeleriyle ortaya konmuş olayları bile temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme getiriyorlar.
O kadar gözleri dönmüş ki, 8 yaşındaki bir çocuğun devlet eliyle adım adım öldürülmesi bile vicdanlarını harekete geçirmeye yetmedi.
Orada bile akla ziyan yalanlar üretildi.
Yarın bir gün Erdoğan ve AKP yönetimi çıkıp “17 Aralık operasyonunda kötü yakalandık. Reza’nın önüne yattığımız, milyonlarca dolar rüşvet aldığımız doğruydu ama bize darbe yaptılar deyip polisleri, savcıları tutukladık, işi dersane tartışmasıyla kamufle ettik” dese,
Devamında “15 Temmuz bizim kurgumuzdu. İktidarımızı pekiştirmek, istediğimiz rejim değişikliğini yapmamız için böyle bir tezgah gerekliydi, 250 kişi öldü ama Cemaatten kurtulduk” diye itiraf etse bahsettiğim çevreler hep birlikte ayağa kalkıp “Olur mu öyle şey, Cemaat size darbe yaptı, 15 Temmuz’u da onlar planladı” diye itiraz edecekler.
Hatta daha da ileri gidip Erdoğan’ın çocuklarının Cemaat dersanelerine gitmesi gibi dahiyane deliler (!) bulup bunlarla Erdoğan’ı “kripto Cemaatçi” ilan edecekler.
Uzun lafın kısası şu: kendini bağımsız, tarafsız, liberal vs diye tanıtan siyasiler, akademisyenler, sanatçılar ve sözde muhalif partiler gerçekte su katılmamış faşist.
Erdoğan’a “Cemaati bitirinceye kadar” iktidara gaz verdikten sonra AKP’den de kurtulma hedefindeler.
En büyük korkuları Cemaat’in aklanması.
Olur da bir şekilde çok büyük destek verdikleri cadı avı başarısız olur, Cemaat suçlamalardan temize çıkarsa diye ödleri kopuyor.
Korkuları o kadar büyük ki, arkasına saklandıkları maskeler bile onları kapatamıyor.
Yarınlar ne getirir kestirmek zor.
Fakat nasıl ki 17 Aralık operasyonu ile ilgili gelişmeler olayın darbe girişimi değil nizami yolsuzluk operasyonu olduğunu ortaya koydu, 15 Temmuz ile ilgili de öyle olacak.
Bakalım bu kez “15 Temmuz’un darbe olmaması, iktidar tarafından kurgulandığı gerçeği Cemaat’i haklı çıkarmaz” yazısını kim yazacak?