''Bugünlerde hem Yargıtay hem de Adalet Bakanlığı’nda çalışmalar var. Önümüzdeki günlerde çıkacak bir KHK ile köklü değişiklikler gelebilir.''
Adem Yavuz Arslan / Tr724
Normal şartlarda gündemim şöyle olmalıydı;
-Başbakan Binali Yıldırım’ın dün başlayan Washington seyahati ve Başkan Yardımcısı Mike Pence ile olan görüşmesi,
-Vize krizinde gelinen nokta, ‘tuhaf’ basın açıklamaları ve Türkiye’nin Amerika’yı ‘yalancılıkla’ suçlaması,
-Zarrab davası.
Fakat gerek bu üç başlıkta da -şimdilik- yazacak yeni bir şeylerin olmaması, gerekse de Ankara’da yaşanan hareketlilik nedeniyle bu konuları birkaç cümle ile geçeceğim.
‘NE İSTERSENİZ TAMAM’ SEYAHATİ
Başbakan Yıldırım’ın Washington seyahati üzerinde uzun uzun analiz yapmaya değecek türden değil.
Bunun birkaç nedeni var; birincisi ABD ‘patronun kim olduğunu’ biliyor. Doğal olarak ‘düşük profil’le vakit kaybetmek istemiyorlar.
Ayrıca Binali Yıldırım’ın getirdiği ‘ne isterseniz tamam, ne istiyorsanız verelim ama Reza’yı bize verin’ mesajının da alıcısı yok.
Binali Yıldırım, Perşembe günü ABD Başkan yardımcısı Mike Pence ile görüşecek. Pence’in Türkiye’de tutuklu bulunan Rahip Brunson ile ‘şahsen’ ilgilendiği biliniyor.
Bu görüşmenin sonuçlarını birkaç gün içinde görmek mümkün olabilir.
Vize meselesi de kördüğüm oldu.
Yıldırım’ın seyahatinden bir gün önce yapılan ‘yumuşama’ açıklamalarındaki ‘dil’ bile krizin sanılandan derin olduğunu teyit ediyor.
ABD tarafı ‘bir takım garantiler alındığı’nı söyleyip vize yasağını gevşettiğini duyururken Ankara çok sert ve diplomaside pek görülmeyen bir üslupla ‘garanti verilmedi, ABD yalan söylüyor’ dedi.
ABD’nin bu lafın altında kalmayacağını bilmek için diplomasi uzmanı olmaya gerek yok.
Öte yandan Ankara’nın tepkisini ‘tamam, perde gerisinde söyledik ama neden ifşa ediyorsunuz?’ diye okumak mümkün.
ZARRAB-ERDOĞAN İLİŞKİSİ DOSYADA
Zarrab davasına gelince.
Daha önce bu köşede yazmıştım. ABD medyasının ‘fikri takip’ geleneği güçlüdür. Bir konuyu ele aldığı zaman didik didik etmeden bırakmaz.
Nitekim hafta içerisinde ABD medyasında Zarrab soruşturmasına dair çarpıcı detaylar yer aldı. Böylece Zarrab dosyasına Erdoğan ismi de girmiş oldu. Hal böyle olunca da Amerikan medyasının ilgisi giderek artıyor.
Zarrab’la birlikte dosyanın tutuklu sanığı Hakan Atilla’nın ‘dosya üzerindeki gizlilik kararı kalksın’ talebini reddeden mahkeme duruşmanın 27 Kasım’da başlayacağını ve ‘başka erteleme olmayacağını’ açıkladı.
Yani artık mahkeme safhasındayız ve dananın kuyruğu orada kopacak.
Bu konuyu daha çok konuşacağımız için ben bu aşamada bir virgül koyup Ankara’ya gitmek istiyorum.
YARGIDA YAPALIM ŞEYİNİ….
Malum olduğu üzere Erdoğan, ABD’ye hitaben ‘verin papazı alın papazı’ deyip ‘yargıda yapalım şeyini’ demişti.
Tek başına bu ifade bile ‘Erdoğanizm’in özeti ve ‘hukuk diye bir şey’in olmadığının delili.
Nitekim bugünlerde yargı çevrelerinde ‘yapalım şeyini’ mesaisi var.
‘Washington’dan Ankara kulisi yazmak nasıl oluyor?’ demeyin, o kadar sene Ankara Temsilciliği yaptım.
Eğer AKP rejimi İpek Medya’yı gasp edip yağmalamasa, arşivini kapatmasaydı, o dönem yazdığım kulis yazılarındaki uyarılarımın ne kadar haklı olduğunu görebilirdiniz.
Gelelim Ankara’da pişmekte olan gündeme.
Aslında konu üç dört aydır kapalı kapılar ardında tartışılıyordu. Hatta ‘dosya’ Saray ile AKP arasında birkaç kez geldi gitti.
Fakat Erdoğan’ın ‘zinhar olmaz’ tepkisi üzerine rafa kaldırılmıştı. O dosya bugünlerde raflardan indi, üzerinde çalışılıyor.
Abdulkadir Selvi ve Muharrem Sarıkaya kaleme aldıkları yazılarda ‘yargıda önemli değişiklikler olabilir’ diyerek yapılan çalışmaya dair ipuçlarını verdiler.
Onlar detay yazmadı ama ben size dosyanın detaylarını ve tartışmanın boyutlarını anlatayım.
Meselenin özü şu: 17/25 Aralık sonrası hukuku askıya alan, suçlu suçsuz ayırt etmeden yüz binleri mağdur eden AKP, bu sürecin sürdürülemez olduğunu düşünüyor.
AKP hem ülke içinde hem yurt dışında alan kaybettiğini görüyor.
Bu yüzden yargıda bir takım düzenlemeler yaparak ‘ortamı yumuşatmayı’ hedefliyor.
Ancak buradaki hedef adaletsizlikleri gidermek filan değil. Bilakis daha büyük ve kötü niyetli bir planlama var.
Şöyle ki:
AKP Türkiye’sinde Cemaat okullarına kayıt yaptırmak, sendikaya üye olmak ya da legal bir bankaya para yatırmak ‘terör örgütü üyeliği’ için yetiyor.
İnternetteki yüzlerce aplikasyondan biri olan Bylock için de aynı durum söz konusu. MİT’in hazırladığı ve teknik olarak hatalı olduğu ortaya çıkan bir dosya ile binlerce insan tutuklandı.
Halihazırda 50 bini tutuklu toplam 120 bin kişi Cemaat davalarından yargılanıyor.
Kamudan ihraç edilenlerle birlikte mağdur edilenlerin toplamı yüz binlere ulaşıyor.
AKP açısından sorun da burada başlıyor. Çünkü bu insanların çoğu son seçime kadar AKP’ye oy vermiş kişiler.
Bu durum özellikle milletvekilleri için ciddi bir sıkıntı. Çünkü seçim bölgelerine gittiklerinde bu sorunla yüzleşiyorlar.
AKP toplantılarındaki temel gündemlerden birisi bu. Konu defalarca tartışıldı ancak Erdoğan’ın karşı çıkması nedeniyle askıya alınmıştı.
Ancak son dönem yapılan anketlere yansıyan oy düşüşü sonrası dosyanın kapağı tekrar açıldı.
YENİ KHK İLE TAHLİYELERİN ÖNÜ AÇILABİLİR
Bugünlerde hem Yargıtay hem de Adalet Bakanlığı’nda çalışmalar var. Önümüzdeki günlerde çıkacak bir KHK ile köklü değişiklikler gelebilir.
Ancak kulislere yansıyanlara göre fikir birliği yok. Hem AKP cephesinde hem de ‘Erdoğan’ın yeni müttefikleri’nde.
Bir grup (Bekir Bozdağ ve Kenan İpek bu gruptaydı) ‘Ne olursa olsun geri dönüş yok, köklerini kazıyacağız’ derken öbür taraf ‘Bu sürdürülebilir değil, iktidardan olacağız’ diyor.
‘Öbür’ tarafta da iki tür görüş var.
Bir kısım ‘Son ferdine kadar hepsini hapse atacağız’ derken karşı görüş bildirenler de ‘Derslerini aldılar, zaten kamuya dönüşleri mümkün değil, lider kadrosu hariç diğerlerine şartlı tahliye olabilir’ görüşünde.
Peki ne tür bir çalışma yapılıyor?
Son şekli verilmemiş olsa da ‘alternatifli planlar’ şöyle:
Yargıtay ve Adalet Bakanlığı’nda çalışılan dosyaya göre ‘Cemaatin tabanı’ olarak tanımlanan kesime ‘Rahşan Affı’na benzer bir af gelecek.
‘15 Temmuz’a karışanlar ve Cemaatin lider kadrosu hariç’ diğerlerine ‘5 yıl dava/soruşturma erteleme’ yapılacak. 5 yılın sonunda da beraat değil davanın düşmesi kararı verilecek.
Buradaki temel nokta şu: Bu şekilde tahliye edilenler kamudaki görevlerine dönemeyecekler. Devlet hem tutukluluk tazminatı ödemeyecek hem de tahliye edilen kişiler ‘ben aklandım, işimi istiyorum’ diyemeyecek.
Sonuçta ‘özgür’ ama ‘mağdur’ olmaya devam edilecek.
PLANIN ASIL HEDEFİ BAŞKA
Bu planın bir de görünmeyen bir boyutu var ki o da ‘gizli ajandayı’ işaret ediyor.
Erdoğan ve Milli Görüş geleneğinin genelde Nur Cemaatleri, özelde de Gülen Hareketi’nden hazzetmedikleri bilinen bir gerçek.
(Erdoğan’ın metin yazarı Aydın Ünal’ın Yenişafak’ta yazdığı meşhur Türkçe Olimpiyatları yazısına bu kapsamda bakılabilir)
Şu an yapılan çalışmanın hedefinin, mağduriyetleri gidermekten çok ‘Cemaati bitirme’ amaçlı olduğunu düşünenler de var.
Yeni düzenleme ile tahliye edilecek kişilere ‘5 yıl suç işlememe’ şartı getiriliyor. Bu şu demek: ‘Biz seni bırakıyoruz ama Cemaat’e önümüzdeki 5 yıl içinde selam dahi verirseniz yeniden tutuklanırsınız.’
Böylece lütuf gibi sunulan tahliyelerle Cemaat tabanını koparmayı hedefliyorlar.
Bir süredir AKP ve Havuz Medyası tarafından koro halinde söylenen ‘Cemaatin tabanı hapiste yöneticileri yurtdışında zevk-u sefa içinde’ söylemi de bu planın bir parçası.
Toparlamak gerekirse:
Şu anda Adalet Bakanlığı ve Yargıtay’da çalışılan dosyadan şartlı af çıkabilir.
Böylece bir yandan 2019 seçimleri öncesi siyasi bir manevra yaparken bir yandan da Cemaat’e darbe vurmuş olacaklar.
Dosyada eksik olan bir şey var o da ‘adalet’. Dediğim gibi dosyayı çalışanların derdi hukuku tesis etmek değil.
AF DEĞİL ADALET OLMALI
Başkasını bilemem ama ben bu affı istemiyorum.
Hali hazırda yazdığım kitaplar ve yaptığım haberler nedeniyle 2 müebbet + 25 yıl hapisle yargılanıyorum.
Avukatım bile tutuklu. Sadece ben değil, eşim ve akrabalarım da ‘kara listeye’ alınmış.
Hakkımda yazılıp çizilen yalanın haddi hesabı yok.
Büyük emekler verdiğim İpek Medya gasp edilmiş, ben bunca yıllık kariyerden sonra alakasız işlerde çalışmak zorunda bırakılmışım.
Şimdi, ‘Hadi seni cezanı erteliyoruz, 5 yıl uslu çocuk ol’ diyecekler ve ben de ‘Hay Allah razı olsun’ mu diyeceğim? Beni saçma sapan iddialarla, hele de Dink İddianamesine akla ziyan bir şekilde sanık olarak ekleyenlerden bunun hesabını sormayacak mıyım?
Kimse kusura bakmasın.
Bu süreç ancak hukukun tesis edilmesi, zalimlerin hukuk önünde hesap vermesi ile sona erer.
Sonuç olarak, ‘Büyük demokratik reform’ veya ‘AKP’den tarihi adım’ diye satmaya çalışacakları ‘şartlı tahliye’ projesi yeni bir tuzaktan başka bir şey değil.