Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin, Yusuf Suresi üzerine kaleme aldığı yazı dizisine 'Cemaati bunlardan kurtarmalı' başlıklı yazısı ile devam etti.
Önceki yazıda, Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) kardeşlerinin asıl düşmanlık sebebi hasetleri olduğu halde, bahsi geçen hırsızlık olayı gibi ürettikleri bazı faktörlerin etkisiyle, O’na (aleyhisselâm) düşmanlık ettikleri ele alınmıştı.
İhtimal onlar bu düşündükleri, kurdukları bahaneler üzerinden Yusuf’un bir peygamber hanesine yakışmadığını düşünüyorlardı. Aslında, çekememezlik ve kıskançlıkları sebebiyle böyle davranıyorlardı, kendilerinin Yusuf’tan daha hayırlı olduğuna ve O’nun (aleyhisselâm) babalarının sevgisine ve ilgisine layık olmadığına ve bu yaptıklarıyla belki de Hazreti Yakup’u (aleyhisselâm) O’ndan kurtardıklarına inanmışlardı.
Yani, babaları olan O peygamberin (aleyhisselâm) Yusuf’a olan sevgisinden ve düşkünlüğünden dolayı bunu göremediğine, kendilerinin O’ndan daha iyi bilip gördüğü gibi bir garip şeye inanmışlardı.
“(Kardeşleri şöyle devam ettiler): ‘Yusuf’u ya öldürelim ya da onu belirsiz, uzak bir yere atalım ki babamızın sevgi ve teveccühü yalnız bize kalsın! Ondan sonra tevbe eder salih kimseler oluruz.’” (12/9).
Ayette geçen, bu kardeşlerin “Ondan sonra tevbe eder salih kimseler oluruz’ sözünün arkasında, sanki “Her ne kadar bir yanlış iş yapıyorsak da bizler bu işte haklıyız, sonra tevbe de eder salihlerden oluruz” gibi bir mana da hissediliyor.
Yani bu kardeşler peygamber hanesinde yaşıyorlardı, iman etmişlerdi, günahı ve tevbeyi de biliyorlardı, ama bu yanlışın yapılması gerektiğine kendilerini ikna etmişlerdi.
SİZİN BİLMEDİKLERİNİZİ BİLİYORUM Yıllar sonra Bünyamin’in başına gelenler O’na aktarıldığında ayette geçen sözlerinden ve davranışlarından Hazreti Yakup’un (aleyhisselâm) ne kadar şuurlu ve bilinçli bir şekilde hareket ettiği anlatılmaktadır:
“Onlardan yüzünü çevirip öte tarafa dönerek (ufuklara seslendi): ‘Âh Yusuf’um! Nerdesin?’ Yusuf diye diye üzüntüsünden gözlerine ak düştü. Yaptıklarından dolayı oğullarına duyduğu kızgınlığını belli etmiyor, yutkunup duruyordu.” (12/84).
“Âyette Hazreti Yakub’un hüznünün yanında bir de “Kezim” ifadesiyle onun öfkesini yuttuğu nazara veriliyor. Bu ise hüznünü gizleyen, öfkesini yutan, kederini içinde hapseden” demek olur. Kipi dikkate alındığında kelime, insanın çok fazla gamı, kederi olduğu hâlde, bunları kuvvetli şekilde bastırması mânâsına gelir. Yakup (aleyhisselâm), çocuklarının yaptıklarından dolayı hiddetlenmemiş, şiddete başvurmamış, gamını, kederini hep içine atmış, içi hafakanlarla dolup taşmasına rağmen bu hâlini dışına yansıtmamış ve yıllarca yutkunup durmuştu.
Öyle ki ona öfkeyi yutmanın kendisi olmuştu da diyebiliriz. Nasıl olmasın ki Hazreti Yusuf gibi bir evladını kaybetmiş ve onlarca sene ondan haber alamamıştı. Vefat ettiğini bilse ona göre davranırdı. Fakat onun yaşadığına dair emareler görüyor, ancak nerede, nasıl olduğunu bilmiyordu.
Bu yüzden de bir gün çıkıp geleceği ümidiyle yaşıyordu. İleride eda edeceği vazifeden dolayı gönlünü ona bağlamıştı. O, sıradan bir baba evlat ilişkisinin ötesinde bir irtibatı hak ediyordu. Çünkü başta görmüş olduğu rüya boşuna değildi. İçinde tahakkuk etmeyi bekleyen bir mesaj vardı. Hazreti Yakup, Hazreti Yusuf’u İsrailoğulları’nın bayrağını dalgalandırmaya en layık oğlu olarak görüyordu.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Bünyamin’in hırsızlık sebebiyle alıkonulduğu haberi kendisine verildiği zaman üzüntüsünü ölçüsüzce eleştirenlere karşı Hazreti Yakup (aleyhisselâm) “(…) Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.’” (12/86) diyordu.
Yani, Hazreti Yakup’un ister Hazreti Yusuf’a karşı sevgisi ve ona olan hasreti, isterse kardeşlerinin Yusuf’a yaptıklarını anlamış olmasına rağmen sabırla öfkesini yutması ve durumu oğullarına karşı davranışlarına yansıtmaması, hep yüksek bir firaset ve basiretten ve çok şuurlu ve bilinçli olarak hareket etmesinden kaynaklanıyordu.
Hazreti Yakup (aleyhisselâm) hem peygamber olması hem de kendisine verilen basiret ve firaseti sayesinde bazı şeyleri biliyor ve seziyordu. Kurdun Yusuf’u yediği söylendiği halde gömleğin parçalanmaması, oğullarının Mısır’da yaşadıkları, Bünyamin’in alıkonulması gibi esrarengiz bir şekilde gerçekleşen olaylar, Hazreti Yakup’ta şüpheler uyarmış dolayısıyla bir beklentiye girmiş ve neticede O’na (aleyhisselâm)
“Ümidim var ki Allah kaybettiklerimin hepsini tekrar bana lütfedecektir.” sözlerini söylettiriyordu.
İşte Hazreti Yakup’un bütün bu hadiselerin çehresinde okuduğu sırlar ve manalar O’nun (aleyhisselâm) ümitlerini besliyor, ama her şeyin bir vaktinin olduğu şuuruyla hareket ederek büyük bir sabırla bu zamanın gelmesini bekliyordu.
Hazreti Yakup (aleyhisselâm) en son oğullarını tekrar Hazreti Yusuf’u ve Bünyamin’i bulmak için gönderirken ve onlara taktikler verip yönlendirirken de bir komutan gibi hareket ediyor, yapılması gerekenleri telkin ediyordu:
“Firaset kaynaklı sezgileriyle beklemeyi sürdüren ve bildiği bir kısım şeyler olduğunu söyleyen Yakup (aleyhisselâm), sadece ızdırabı içine gömerek yutkunup durmuyor, aynı zamanda çözüm adına yeni stratejiler üretiyordu. Çocuklarını suçlamıyor, suçluluk psikolojisi içine itmiyor, onları yapacakları işe yönlendiriyordu.
Başta yumuşak bir üslupla “Siz benim bildiklerimi bilmezsiniz, o yüzden en iyisi siz gidin, dikkatli bir şekilde etrafa kulak kesilin, gözlerinizi açın ve Yusuf ile Bünyamin’i araştırın, tahassüs edin.” diyor.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
BUNLAR CEMAATE LAYIK DEĞİL Bu yaşanan ifritten süreçte, bazıları bu zorlu hadiselerde yaşadıkları şokların etkisiyle sorumlu gördükleri insanlardan hesap sorma ve bazıları da değişik saiklerle, belki de hasetleri, kıskançlıkları veya birtakım hesaplarına binaen anlaşamadıkları insanlara karşı savaş açmışlardı.
Onlar da bazı insanların bu Hizmet’e liyakatleri olmadığını ve hizmetlere zarar verdiklerini dillendiriyor ve onların cemaatten atılmaları gerektiğini savunuyorlardı. Hocaefendi’nin ise ya nezaketinden ya konumuna binaen ya da artık yaşlandığı için bu hadiselere nezaret edemediğinden dolayı bu hususta bir şey yapamadığından bahsediyorlardı.
“Ve madem Hocaefendi değişik sebeplerden dolayı bunu yapamıyor, biz bunlarla mücadele edecek ve Hocaefendi’nin yerine ve O’nun adına bu işi yapacağız” diyorlardı.
Aslında bu insanlar, Allah’ın izni ve inayetiyle Hizmet’in bugüne gelmesinde en büyük pay sahibi olan ve cemaatini aldığı kararlarla ve yaptıklarıyla mahcup etmeyen Hocaefendi’den daha iyi bilip daha doğrusunu yapacaklarını iddia ediyorlardı.
O dönemde, Hocaefendi’nin bazı stratejilerinin yanlış olduğunu ve kendilerinin bunu daha erken fark edip uyarmaya çalıştıklarını söyleyen insanlar da çoğalmıştı.
Hazreti Yakup (aleyhisselâm) hakkında yaşananlarda gördüğümüze benzer şekilde, kendisi bir peygamber değil ama, bu zamandaki hakiki bir peygamber varisi olan Hocaefendi’nin bu olaylarda ona uygun bir firaset ve basiretle, çok şuurlu, bilinçli ve planlı bir şekilde hareket ettiğini göremediler.
Bunlar da çevresindekilerin -haşa- Hazreti Yakup’u bunamış ve kendini kontrol edemeyen bir insan olarak görmelerindeki bir bakış ve yaklaşımı Hocaefendi’ye karşı sergilemişlerdir.
Zamanla bunların ne kadar yanıldıkları iyice ortaya çıktığı gibi, inşallah bundan sonra da bunun böyle olduğu iyice anlaşılacaktır. Zaten bunlardan gerçekten samimi olanlar yanlışlarını fark edip bu iddialarından vazgeçtiler. Ama maalesef birtakım hesaplarla hareket edenlerden çokları savrulup gittiler.
Allah (cc) bunlara da yanlışlarını görme imkânı lütfedip hatalarını tamir imkânları lütfetsin ve hepimizi Hizmet-i İmaniye ve Kur’an’iyede sabit kadem eyleyip ayaklarımızı bu zor ve çetin zamanda kaymaktan korusun. Amin
İnşallah sonraki yazıda bu hastalığa ve hasta ruhlara karşı takip edilmesi gereken yolları en güzel kıssa olarak ifade edilen Yusuf Suresi üzerinden devam edelim…