Cemaatler nereye koşuyor?

AKP iktidarları cemaatleri ve tarikatları zaman içerisinde dönüştürmeye başladı. Son zamanlarda ise farklı bir hal aldı

KHK ile kapatıllan Turgut Özal Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Akpınar, Türkiye'deki cemaatlerin geleceğini analiz etti.


İşte Akpınar'ın  TR724.com'da yayınlanan yazısı... 
Tarikatlar Hicri 2. asırdan sonra şekillenmeye başlamış. İnsanlar yaşantısıyla, gönül zenginliğiyle, derinliğiyle topluma örnek olan, ahlak, edep ve ibadet timsali büyüklerin etrafına toplanmışlar ve onları taklit etmişler. Zamanla kurumsallaşan tarikatlar Hazreti Peygamberin hayatını esas alarak onun evradını, zikirlerini sistematik hale getirmişler. Pek çok kola ayrılan tarikatların öncelikli amacı gönlünde sevgi, yüreğinde merhamet ve dilinde zikir olan, haramı helali bilen, Hakka ulaşmaya çalışan insanlar yetiştirmektir. Anadolu’dan, Balkanlara, Mağripten uzak Asya’ya kadar tasavvuf büyükleri ve erenler her yere İslam’ın hoşgörüsünü, ahlakını, merhametini taşımışlardır. Müslümanlığın yayılmasına ve gittiği yerlerde tutunmasına gönülleri fethederek destek olmuşlardır. Tasavvuf yüzyıllarca İslam’ın ‘soft gücü’nü oluşturmuş, İslam’ı insanlara sevdirmiştir.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSLAMİ HAREKETLER

Tek Parti döneminde dine ve dindara uygulanan ağır baskılar nedeniyle insanlar inançlarından kopmasın diye Anadolu’da Süleyman H. Efendi, Bediüzzaman, Ahmet Arvasi vd. fikir ve aksiyon insanları çıktı. Bu zatların derdi bir cemaat kurmak, takipçiler edinmek değildi. Zamanın ağır şartlarında sahip oldukları bilgi ve enerjiyi paylaşma, insanlara İslam’ı, Kur’an’ı ve ahlakı öğretme mükellefiyeti hissettiler. Bu duyguyla çevrelerini irşad etmeye başladılar. Kimi tefsir yazdı, kimi samanlıklarda Kur’an dersi verdi, kimi evrad-u ezkar öğreterek Anadolu insanının gönül dünyasının çoraklaşmaması için çabaladı. Beklentisiz yola çıkan bu insanlar hayatları boyunca rahat yüzü görmediler. Zindan zindan dolaştırıldı, ağır fiziki ve psikolojik eziyetlere maruz kaldılar. Devletin zorbalığına karşı hep halkın, ezilenin yanında oldular. Hukuk ve insaf dışı uygulamalara rağmen insanların ahiretini, manevi yaşamını kurtarma telaşı içindeydiler.

Müslümanların inanç ve itikadını ayakta tutmak için bir şeyler yapma arayışına giren tarikatların/cemaatlerin hepsi sivil oluşumlardı. Devleti, gücü, iktidarı, parayı değil; vatandaşı, toplumu, sivil alanı temsil ediyorlardı. Bu nedenle Osmanlı dönemi dahil yıllarca devletin hedefi oldular. Her otoriterleşme döneminde önce onlara dayak atıldı, öncüleri tutuklanıp hapsedildi. Absürt iddialarla ithamlara, iftiralara maruz kaldılar. İnsan yetiştirmek üzere açtıkları mütevazi kurumları, kursları şeytanlaştırıldı, kapatıldı. Ama baskı dönemleri cemaatleri ve tarikatları bitiremedi, yıldıramadı. Zikre katılmanın, derse gitmenin hapisle cezalandırıldığı dönemlerde dahi gizli gizli tebliğe devam ettiler; insanlara ahlak ve maneviyat dersleri verdiler. En zor dönemlerde birbirlerini medya önünde bugünkü gibi tekfir etmedi, “firak-ı dalle” ilan etmediler. Mazlumiyet paydasında devletin ceberut tarafına karşı birlik oldular. RP’nin iktidar olduğu dönem Erbakan’ın yanında olanlar ve olmayanlar şeklinde kamplaşma olduysa da yıkıcı bir nefrete, linç girişimine dönüşmemişti.

Son 3-4 asırdır tarikatların yozlaştığı, bazı ritüellere takılıp kaldığı, gerçek manada gönül ve hal ehli yetiştiremediği yönünde eleştiriler vardır. Ancak son yüzyılda tarikatlar/cemaatler nesillerin korumasında, onlara asgari dini bilgi-ahlak-inancın öğretilmesinde önemli görevler gördüler. Pozitivist eğitim anlayışının nesilleri dönüştürme planlarına karşı büyük mücadele verdiler. Fakir, kırsal ağırlıklı Anadolu insanının çocuklarını hem eğitip hem de korumayı başardılar. Onların büyük özverisi ve yoğun çabası sonucu son 40-50 yılda dinini, tarihini, değerlerini bilen bir nesil yetişti. Zenginler mallarını böyle bir neslin yetişmesi için feda etti, yurtlar, okullar Kur’an kursları yaptılar.



DEVLETLEŞEN CEMAAT VE TARİKATLAR

AKP iktidarları ise cemaatleri ve tarikatları araçsallaştırdı, oy deposu görmeye başladı. Onları mitinglere, sloganlara, meydanlara alıştırdı. Erdoğan Cemaatlerin/tarikatların iç dengeleriyle oynadı, operasyonlarla kontrol etme, yönlendirme arayışına girdi. AKP son dönem kendisi kirlenmekle kalmadı cemaatleri ve tarikatları de ihalelere bulaştırdı. Hep sivil kalmayı tercih etmiş, devlete karşı çekince koymuş cemaatler/tarikatlar AKP döneminde devletin kolay imkanlarına, makamlarına, ayrıcalıklarına karşı koyamadı. Daha önce kuruş kuruş toplayarak yaptıkları ihlaslı ve mütevazı binaların yerini hazine arazilerinden tahsis edilmiş, kamu kaynaklarıyla desteklenmiş plaza görünümlü lüks, tantanalı yapılar aldı. Devletle iş yapmaktan çekinen, üst düzey bürokrat-memur olmalarına “sicilleri” engel oluşturan cemaat mensupları siyasete destek mukabili kolay makamlar, fiyakalı pozisyonlar buldular. Çocukları AKP parti organlarında görev almaya, siyasi rantlardan ilkesizce yararlanmaya başladılar. Muhaliflerini bertaraf etmeyi ve kendine destekçi edinme stratejilerini çok iyi bilen kurt siyasetçi Erdoğan, cemaatlerin/tarikatların birikimini, insan kaynaklarını, itibarını ikbaline çerez etti; siyasetine dolgu malzemesi yaptı. Müritleri parti militanları haline getirmeyi başardı. Erdoğan’la cemaatlerin/tarikatların ilişki biçiminin ne kadar çıkar birlikteliğine, ne kadar tehdide dayandığı ayrı bir konu. Ancak daha önce darbe yönetimlerine dahi boyun eğmeyen, faaliyetlerinden taviz vermeyen cemaatler bu süreçte Erdoğan’ın ya havucuna veya sopasına teslim oldular. Az sayıdaki cemaatin hukuksuzluklara, zulümlere, hırsızlıklara karşı çıktığını, linç edilme pahasına dik durduklarını da teslim etmek gerekiyor.

Sivil, bağımsız, siyasetten uzak kalması, toplumsal hizmetler üretmesi, ahlaklı, erdemli müminler yetiştirmeye odaklanması gereken tarikatlar/cemaatler son dönemde hukuksuzluğun, zulmün, otoriterleşmenin, yolsuzlukların, kirlenmenin meşrulaştırıcısı, kitlesel destekçisi haline geldiler. Devlete sırtını yaslamış, siyasetin rantına alışmış tarikatların Hakkı söylemesini beklemek, erdemli, ahlaklı, dürüst nesiller yetiştirmesini ummak artık neredeyse imkânsız hale geldi. Cemaatlerin üst yönetimlerinde iktidarla öyle bir iç içelik oluştu, öyle menfaat birliktelikleri gelişti ki lider kadrolar istese de bu sarmaldan çıkamazlar. Tabanları kirli ilişkilerden ne kadar haberdar, ne kadar rahatsız bilemiyoruz ama tarikat ve cemaatlerde şeffaflık, sorgulama kültürü, özeleştiri, demokratik değerler olmadığı için bu yapıların girdikleri fasit ve ifsat edici daireden kurtulmaları pek mümkün görünmüyor. Tarikatlar cemaatler eğer meşverete dayalı, şeffaf, hesap verebilir yapılar haline gelebilselerdi manevi hayatımız ve demokrasimizin kurumsallaşması adına büyük fonksiyon ifa edebilirlerdi. Ama artık onlar sivil olmaktan çıktılar, yarı resmi-korporatist yapılar oldular.

Cemaatler siyasete teslim olarak sadece kendilerini heder etmedi, nesillere de kıydılar. Kuruluşunda onca emek, samimiyet, çile olan cemaatler bugün bir kişinin/partinin yolsuzluklarını, diktasını meşrulaştırma yarışındalar. Dahası aynı kıbleye yönelip beraber namaz kıldıkları, pek çok şeyde örnek aldıkları bir Cemaatin devletçe yağmalanmasından nemalanma, pay kapma peşindeler ve bundan rahatsızlık duymuyorlar. Cemaatler siyaset ile menfaatin çarkları arasına sıkışıp kaldılar. Erdoğan’ın tehditleri ile rüşvetleri arasında gelgitler yaşıyorlar.


SİVİL VE DEMOKRAT TOPLUMA KATKI SUNABİLİRLERDİ

Dini gruplar, cemaatler sivil ve bağımsız kaldıkları oranda özünü koruyabilmiştir. Devlete-güce teslim olanlar rahat etse de eriyip tükenmeye mahkumdur. Hristiyanlar Roma’nın ağır zulmüne maruz kalmış ama özünü safiyetini korumuştu. Ne zaman ki Roma İmparatorluğu, Hristiyanlığı resmi din haline getirip kontrol altına aldı Hristiyanlık hızlı bir yozlaşma sürecine girdi. Cemaatler tarikatlar devlete sırtını dayadıkça varlık gerekçesini yitiriyor, eriyor, tükeniyor, ‘Diyanet’leşiyorlar…

Cemaatlerin/tarikatların içinde eğitimli, nitelikli, ufuk sahibi pek çok insan var. Ama bunlar bürokratik yapılar içinde ne kadar etkinler bilemiyoruz. Cemaatlerde elbette insaf ve vicdan ehli pek çok kimse var. Ama bunlar, kendilerine benzer işler yapan başka bir cemaatin her gün biner biner tutuklanmasını, bakkalından baklavacısına insanların mallarına çökülmesini, başörtülü-dindar 17.000 kadının kelepçelenip hapislere tıkılmasını, sezaryenle doğum yaptığının ertesi günü kanamalı annelerin hapse atılmasını nasıl meşrulaştırıyorlar bilemiyoruz. Acaba yaşananları vicdanlarına nasıl izah ediyorlar? İktidardan aldıkları makamlar, imkanlar, binalar vicdanlarının sesini bastırmaya yetiyor mudur? Ahirette bu zulümlere sessiz kalmanın bir vebalinin, hesabının olacağını pekâlâ biliyorlardır, bu sukutun açıklamasını nasıl yapıyorlar?

Bazı Cemaatler destek verdikleri için AKP’nin zulüm/haram/talan düzeninin bütün cemaatlerin, hatta bütün dindarların hanesine yazıldığını ve bu süreç bittikten sonra yıllarca bu kara tabloyla anılacaklarını bilmiyorlar mı?

Zulme destek veren Cemaatler kendilerinden öte Müslümanlığın onurunu, izzetini tükettiklerini göremiyorlar mı?

18 Mayıs 2017 10:41
DİĞER HABERLER