Cemal Uşak'tan mektup

Gazeteci – yazar Hasan Cemal, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Cemal Uşak'tan gelen mektubu köşesine taşıdı. 'Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması" ana soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı bulunan Uşak'tan 'sevgili dostum ve meslektaşım' diye bahseden Hasan Cemal, Uşak'ın mektubunu köşesinde aynen yayınlandı.

Mektubunda AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaşadığı değişimi ve eleştiriye tahammülsüzlüğü eleştiren Cemal Uşak, "12 Eylül darbe dönemi hariç, muhalefete ve eleştiriye bu kadar tahammülsüz bir iktidarı hatırlamıyorum." diyor.

Cemal Uşak'ın mektubu şöyle:

Sevgili Hasan Cemal;
İçinde bulunduğum durum ve memleket ahvali üzerine kıymetli vaktini alarak birkaç kelâm ile hasbihal etmek isterim.
Sizin de pekiyi bildiğiniz gibi; en hafif ifâdesi ile ülkemiz bir Akıl Tutulması döneminden geçiyor.
Hatırlarsanız;
Zatınız da, bendeniz de ve birçok (farklı kesimlerden) kalem ve kelâm erbabı;
İlk iki iktidar döneminde;
Avrupa Birliği reformlarını hararetle savunup ülkemize aktaran...
Ülkenin tüm vatandaşlarını Kürdüyle-Türküyle, Alevisiyle-Sünnisiyle, Müslimiyle-Gayrimüslimi'yle herkesi kucaklayan...
İnsan hakları ve özgürlükler altında atılımlar yapan...
O AKP iktidarını gönülden desteklemiştik.
Sizi bilmiyorum ama ben o dönemle ilgili yazıp konuştuklarımdan dolayı hiç de pişman değilim.
Ne olduysa, AKP iktidarı, vesâyeti yendiğine kani olduğu 2010 yılından itibâren oldu.
Artık, İstanbul İl Başkanı'nın aleni ifâdesiyle, inşâ döneminde "birlikte oldukları" liberallere ve başkalarına ihtiyaçları yoktu. Memleket yönetimine dâir her şeyi bilen onlardı(!) Kimsenin aklına da ihtiyaçları yoktu.
Bugün uluslararası arenada maruz kaldığımız hezimetin ve içeride olup bitenlerin bence dayandığı hâlet-i rûhiye işte bu aşırı ÖZGÜVEN'dir.
Maalesef; Türkiye'nin dışarıdan görünen manzarası şudur:
Düzen vermeye kalktığımız ama her teşebbüsümüzde hezimetle karşılaştığımız otoriter Ortadoğu ülkelerine erişmeye (!) "birkaç gömlek"lik mesâfe kaldı.
Siz benden iyi biliyorsunuz ki; başta Can Dündar, Erdem Gül, Hidayet Karaca, Mehmet Baransu ve hepsinin adını anamadığım için kusura bakmamalarını dilediğim birçok meslektaşımız (30'dan fazla olduğu söyleniyor) parmaklıklar arkasındadır.
Birçok meslektaşımız ve vatandaşımız Cumhurbaşkanına 'hakaret'ten yargılanıyor.
Bendeniz; bir Cumhurbaşkanı hakkında bunca hakaret davası açıldığını hatırlamıyorum.
Eğer bu davâlar gerçekten 'hakaret'e dayalı ise sormak gerekmiyor mu, bu kadar insan Cumhurbaşkanına niye hakaret ediyor diye...
Değilse de, sâdece demokratik eleştiriler ise Sayın Cumhurbaşkanı, eski dostumuz en küçük bir muhalefet kıpırtısına niye tahammül edemiyor?
Malumunuz olduğu üzere, iktidar her rejimde var. Meşru ve gerçekçi muhalefet ise sâdece demokrasilerde var.
Merhum Bediüzzaman Said Nursî'nin deyimiyle, "meşrû muhalefet" ise "muvâzene-i adâlet'tir."
Eskiden ağır-aksak, kör-topal da yürüse bir hukuk devletimiz vardı.
Son beş yılda, başta Anayasa olmak üzere; AB normlarına ve uluslararası yasalara aykırı bir KANUN DEVLETİ'miz oldu.
Şimdi ona da aldırış eden yok.
Sizler gibi dostlarımın mâlumu olduğu üzere, iki seneye yakındır kanser tedâvisi görüyorum.
Hakkımdaki yakalama kararını işittiğimde de; tedâvimin bir devamı olarak yurt dışında bulunuyordum.
"Terör örgütü üyesi" imişim.
Tıpkı Can Dündar ve diğerleri gibi.
Sizin de, benim de elimizde kalemden, dilimizde kelâmdan başka bir şey yok.
Ancak, parmaklıklar arkasında bulunan meslektaşlarımızın da, bendenizin de önemli bir suçu(!) var:
Bir nebze muhalif olmak.
İki yıla yakın bir süredir devam eden kanser tedavim sırasında ölüm denilen o kaçınılmaz gerçeğe defalarca yaklaştığımı hissettim.
Asıl endişem, kendimden öteye ülkemin maruz kaldığı hazin durumdur.
Yaşım itibariyle; 1965 yılından bu yana siyasi hayatımızda olup bitenleri ve iktidarların tavırlarını pekiyi hatırlarım.
12 Eylül darbe dönemi hariç, muhalefete ve eleştiriye bu kadar tahammülsüz bir iktidarı hatırlamıyorum.
Sizin, benden iyi bildiğiniz Kürt Sorunu'nun bugün geldiğimiz noktaya evrilmesinde; bence Kürtlerin tarihte bilmem kaçıncı defa aldatılmış oldukları duygusunu yaşamalarının önemli etkisi vardır.
2013 Nevruz'unda, Diyarbakır'da, Öcalan'ın Silahlara Veda anlamında okunabilecek mesajının 1,5 milyonluk kitlede nasıl yankılandığını gözlerime gördüm; kulaklarımla işittim.
Kim ne derse desin; Kürtlerin "kahir ekseriyeti" barış ve huzur istiyor.
Aradan 2 yıl geçti.
Her gün şehid haberleri ve "etkisiz hale getirilmiş" terörist sayıları dolduruyor TV ekranlarını.
Ve Kürtler, kendilerine vadedilenlerin bir kenara atılması ile "KANDIRILMIŞ" hissediyor.
Sadece Kürtler mi?
Karadeniz kökenli bir babadan ve bir Türkmen Ana'dan doğan bendeniz kendimi KANDIRILMIŞ hissediyorum.
Bu AKP; 2002'den 2010 yılına kadar sizin de, benim de destek verdiğim AKP değil.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı yasaklı döneminde, kendisi için söylediği "Bu şarkı böyle bitmez!" sözünü biraz değiştirmek gerek:
"Bu şarkı böyle bitmemeliydi!"
Ülkemizi bıraktığı durum; bir iktidar uğruna değer miydi?
CİHAN
15 Ocak 2016 11:06
DİĞER HABERLER