Cemil Meriç ve Risale-i Nurlar

Necmeddin Şahiner, 1975 yazında Cemil Meriç ile yaptığı röportajda kendisine “Said Nursi’yi nasıl tanıyorsunuz?” diye soruyor.

ABDULLAH AYMAZ 


Necmeddin Şahiner, 1975 yazında Cemil  Meriç ile yaptığı röportajda kendisine “Said Nursi’yi nasıl tanıyorsunuz?” diye soruyor. Söylediği sözler şunlar: “Cevabım bir günahın itirafına benzeyecek… Esefle arz edeyim ki, Bediüzzaman gibi, Türk insanının şuuraltına işlemiş ve kalabalıkların ruh dünyasını yoğurmuş, uğrunda büyük fedakârlıklara katlanılmış, bir kelime ile ‘çağımızın maşerî vicdanında büyük akisler uyandırmış’ bir fikir ve dava adamını bütün cepheleriyle tanımıyorum. (…)  Zira zaman zaman Risale-i Nur’a muhabbet ve tecessüsle eğildim. Diyebilirim ki, son ikiyüz yıldan beri tefekkür dünyamızı istila eden Batı’nın işportalarından gelişi güzel devşirilmiş sahte, sakat ve şahsiyetsiz paçavralar arasında, benzerine güç rastlayacağımız dürüst, metin, dost ve bu toprağın bağrından fışkıran düşüncelerle dolu bir hazinedir Risale-i Nur. (…)

“Said Nursi, Türk insanına kendi sesini, kendi iklimini ifşâ ettiği için nesillerin hafızasına taht kurabilmiştir. Said Nursi bir havarîdir. Bir mücahittir. Bir dünya görüşünün yayıcısıdır. Onun bu dünya görüşüne katılsın katılmasın, her namuslu insanın vazifesi; bu toprağın bağrından fışkıran, salâbet, metanet, ciddiyet ve samimiyetini asırların imtihanlarından geçerek ispat etmiş bulunan İslamî düşünceleri tamim ve neşretmektir. Kanaatlerinden emin olanlar  başka kanaatlerden nasıl endişe edebilirler? Hıristiyanları aslanlara parçalatmak, Roma’nın ne işine yaradı? Zulüm her samimi düşünceyi kanatlandırır. Said Nursi’den niçin korktular? Işığa açılan her düşünce, eğer isabetsizse, başka bir düşünce ile cerhedilir. (çürütülür) Tenkidin, yerini cebre terk etmesi, aczimizin inkâr kabul etmez bürhanı olur. (…) “Yine biliyoruz ki: ‘Çok kararan geceler pembe şafaklarla biter’  (…)  Necmeddin Şahiner 1977’de ‘Cemil Meriç’le ikinci röportajını yapar’  Verilen cevaplar şöyledir: “Her eser kendi diliyle doğar, Risale-i Nur’un dili Kur’anî ve İslamî bir lisandır. Bediüzzaman’ın bir kütüphaneye ihtiyacı yoktur. Onun eserleri ilhâm-ı Rabbanîdir.”



Necmeddin Şahiner’in “Risale-i Nur’un  Türk ilinde ve Türk dilince olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna Cemil Meriç şöyle cevap veriyor: “Koca bir devlet kurmuşuz. Cihana hükmetmişiz. İslam dünyasında ağabeylik vazifesi bize düşer. Dünya, hakikati bizden almış, iktibas etmişler. Büyük mesuliyetimiz var. Risale-i Nur milletimize Rabbanî bir iltifattır. Risale-i Nur’un bizim ülkemizde çıkması Allah’ın bir nimetidir. Risale-i Nurlar haysiyetimizin bir müdafaasıdır. İslam dünyasında ihraz etmiş bulunduğumuz mevki-i bülendin hakkı olduğunu ispat eden bir hüccettir. Yani Risale-i Nur, bizim namusumuzu kurtarıyor.”  (Son Şahitler, Necmeddin Şahiner)  

Efendimiz (S.A.S.)  “Ben ilmin şehriyim, Ali (R.A.) ise ilmin şehrinin kapısıdır.” İltifatına mazhar olan Hz. Ali Efendimizin Celcelutiye kasidesini Üstad Bediüzzaman’a ve Risale-i Nurlara işaretlerinden bahseden Yirmi Sekizinci  Lem’a’nın fihristesini yazan İslâm Köylü meşhur Hâfız Ali Ağabeyimiz  diyor ki:  “…  Âhir zaman’a kadar Risale-i Nur’un Bedî (orijinal, benzersiz) bir surette ışık vermesini ve yanmasını dua ve niyaz eden ve Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın en mühim bir şakirdi ve ilimlerinin birinci naşiri olan Hz. İmam Ali (R.A.) İslamiyetin başlangıcında Kur’an’ın aleyhine açılan çok kapılara karşı mübarek İsm-i Âzamı şefaatçi tutup kahramanca ve mertçe şeriat hakikatlarını ve İslâmiyetin esaslarını muhafazayı çalıştığı gibi, Âhirzaman’da bütün bütün Kur’an’a muhalefet eden zındıka cereyanına karşı, aynı İsm-i Âzam’ı (Ferdün, Hayyun,  Kayyûmun, Hakemün, Adlün, Kuddüsün isimlerini)  şefaatçi ve sığınak edinip çürütülmez Kur’an’ın mucizelik cihetinden gelen ve mucizenin mührünü gösteren Risale-i Nur’un sönmez nuruyla ve susmaz diliyle kahramanca mukabele ve mukavemet edip, yerin yüzünü yakıp çok çiçekleri kurutan inkârcılık ateşini, İsm-i Âzam’ın kibriyalı, azametli nuru ile Rahman ve Rahim isimlerinin şefkatli tecellisinden kaynayan âb-ı hayat ile söndüren; yanan yerlerdeki kuruyan nehir ve bağ çiçeklerine mukabil, dağlarda ve kırlarda semâ yağmuru ve rahmetiyle hararete dayanıklı ve soğuğun şiddetine tahammüllük çiçekleri yetiştiren Risale-i Nur’u görmesi ve şefkatle, teselli vererek ve kerâmet gösterircesine bakması, Hz. Ali’nin (R.A.) velâyet makamının gerektirdiğini hakkıyla göstermektedir.”

Üstad Hazretleri diyor ki: “Evet,  bu asrın dehşetine karşı taklîdî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış, uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan her mümin, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli tahkîkî bir iman lazımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur, bu vazifeyi böyle bir zamanda hakkıyla ifâ ediyor.” (Yirmi Dokuzuncu Mektup / İşârât-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz)  Bize düşen de bu mübarek eserlerden gereği gibi istifade etmek. 

15 Ağustos 2022 13:48
DİĞER HABERLER