CHP için kurşun yediği günlere acıdı!

CHP için kurşun yediği günlere acıdı!
Ergenekon savcılarına, talep halinde her şeyi anlatacağını açıklayan PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, ifade vermeden önce Cihan'a konuştu.
PKK'ya katılmasından firarına, JİTEM'e alınmasından, orada şahit olduğu operasyon ve cinayetlere, Ergenekon'dan günümüzdeki Kürt açılımına kadar son derece çarpıcı ve net açıklamalarda bulunan Abdulkadir Aygan, bunu "vicdani bir sorumluluk, Türkiye'de başlayan güzel bir sürece katkı sağlamak ve başka kötü olayların yaşanmaması adına" yaptığını iletti. Stockholm'e yaklaşık 500 kilometre mesafede yaşayan Aygan, Cihan muhabirinin uzun uğraşları sonunda kamera karşısına geçmeyi kabul etti. İsveç İstihbaratı tarafından yoğun güvenlik önlemleri altında korunan ve başkalarıyla görüşmesine izin verilmeyen Aygan, yetkililerin izin verdiği tek tanıdığı vasıtasıyla görüşme yapabiliyor. Beş saat süren röportaj da bu dostunun evinde gerçekleştirildi. Bugün ilk bölümü yayınlanan uzun mülakatın tamamında, şu ana kadar yapılan konuşmaların, röportajların bir değerlendirilmesi, yanlış yansıyan bilgilerin kritiği ve devam eden dava sürecine katkı sağlayabilecek oldukça önemli hususlar ele alındı. Ayrıca Aygan, özel arşivindeki birçok belge, bilgi ve dokümanı da paylaştı. TÜRKİYE'DE YARGILANSAM CEZA ALMAM; AMA BENİ ÖLDÜREBİLİRLER… Son günlerde, savcılığa bildikleri noktasında yardım edeceği yönündeki açıklamalarının hatırlatılması üzerine Aygan, "Bunu her zaman söylüyorum, yardıma hazır olduğumu. Ben şu an Türkiye'de yargılansam da ceza alacağıma inanmıyorum; çünkü ceza alacak bir durum yok. Ben o cezadan, şundan bundan korkmuyorum. Benim korkum, şu an yürütmekte olan Ergenekon, JİTEM, faili meçhuller davalarının tanığıyım. Belki de tek canlı tanığıyım ve iddialarını açıkça devam ettiren biriyim. Beni ortadan kaldırmak isteyecekler. Bundan çekincem..." diyor. Türkiye'deki resmi kurumlardan, savcılıktan herhangi bir resmi talebin olup olmadığını sorduğumuzda ise Aygan, daha gelmediğini ama kısa sürede geleceğini tahmin ettiğini söyledi. Yazışmalarda gerçek ismi olan Abdulkadir Aygan mı yoksa Aziz Turan isminin mi kullanıldığının sorulması üzerine Aygan, resmi makamların iki ismi de kullandığını, Türkiye'den gelen evraklarda ikisinin de geçtiğini belirttikten sonra "Benim için hiçbir şey sorun değil, ben bir şeyden kaçınmıyorum, ifade vermekten de kaçınmıyorum." diyor. BAŞKA İTİRAFÇILAR DA VAR; AMA TAM KONUŞMUYORLAR… BEN DE TAM KONUŞMUYORUM, İADE DURUMLARI VAR! Muhbir olarak, itirafçı olarak başkalarının da ortaya çıktığına değinen Aygan şöyle devam ediyor: "Başkaları da çıkıyor ortaya, ben muhbirim diye, onlara kitabın ortasından atıyorum. Mesela, İbrahim Babat bazı şeyler konuşuyor, biliyor. Ama bazı gerçekleri perdeliyor, güvenliği gereği belki yapmak da zorunda. Şimdi ben de bazı şeyleri gizliyorum, evet; şahsıma ait bazı gerçekleri gizliyorum, niye yalan söyleyeyim kardeşim! Ama yapmak zorundayım; bir aile sorumluluğum var ve başka sebepler... Yarın bir gün iade meselesinde filan karşıma çıkacak bunlar. İbrahim Babat söylerse, Ali Ozansoy söyleseydi, Adil Timurtaş doğru konuşsaydı yani, ki Adil Timurtaş benden de çok şey biliyor, kendi bulunduğu çevreyle ilgili olarak. Tamam, benim birimimle ilgili olarak bilemez; ama onun haricinde özel harekâtçılarla filan hepsiyle içli dışlıydı. İstanbul'dan tutun, ülkenin birçok yerindeki olaylarla ilgili şeyleri bilir o." DEMOKRATİKLEŞMEYE KATKIDA BULUNMAK İSTİYORUM Neden konuştuğunu ise şöyle açıklıyor Aygan: "Ben bunları size konuşuyorum; bir fedakârlık, bir görev olarak, bir insani vazife olarak. Yoksa, basına konuşmaya ne ihtiyacım var; kitap da yazmışım… Yardımcı olmak istiyorum, bu sürece karınca kararınca bir katkım olsun istiyorum. Elbirliğiyle bu düğüm çözülsün diye." Aygan, Ergenekon davası ve Kürt açılımının hararetle konuşulduğu sürece katkıda bulunmak istediğinin altını çiziyor. Abdulkadir Aygan, bazı sorularımıza şu cevapları verdi: HER ŞEY, DARBE ŞARTLARINI HAZIRLAMAK İÇİNMİŞ - PKK üyeliğinden, JİTEM ve oradan da İsveç'e ilticaya uzanan hayat sürecinizden kısaca bahsedebilir misiniz? Ben yoksul denilebilecek veya köylülükten başlayan, köylü ve daha sonra da mevsimlik isçi olan bir ailenin 7 çocuğundan biriyim. Okul yıllarım; ilkokul, ortaokul ve 2 yıl da lise dönemim biraz da göçmen kuşları gibi geçti. Yani oradan oraya nakil… Ailenin ekonomik ve sosyal durumu ister istemez çocukların hayatına ve eğitimine de yansıyor. Yan Nizip Atatürk Okulu'nda başlayan eğitim, eski adı Misis olan Yakapınar İlkokulu'nda devam etti ve orada ilkokulu bitirebildim. Ortaokulu da yine Nizip Lisesi'nde başladım ama ortaokulu bitirmem de Osmaniye Ortaokulu'nda nasip oldu. Liseye de Adana Motor Meslek Lisesi'nde başladım, ancak 2 yıl sürdürebildim eğitimimi, daha sonra ara verdim 1978'de. O dönemi hatırlarsınız; can güvenliği diye bir şey yoktu, toplumda, öğrenciler arasında kamplaşmalar başladı. Polisin içerisinde bile Polder, Polbir gibi sağ sol ayrışmaları başladı. İdeolojik ayrışmalar çatışmalara dönüşmeye başladı. Kavgalarla başlayan bu süreç, daha sonra kanlı olaylara sahne oldu. Tabi bunun nedenlerini de günümüzde çözebiliyoruz; kimler neden bunları başlattı, bugünlerde ortaya çıkıyor. Bu bir süreçmiş, yani birileri bir süreç başlatmış. Türkiye'de darbe şartlarını hazırlamak ve de askeri darbe yapmak için. Cuntayı başa getirmek için hazırlanan bir senaryonun parçalarından biriymiş bu sağ sol çatışmaları, toplumun değişik ideolojik kamplara ayrışması… ÜLKÜCÜ GENÇLERLE AYNI KOĞUŞTAYDIK - O dönemdeki hadiseleri, bugünkü dava süreçlerini vs. görünce mi bu tahlilleri yapıyorsunuz? Evet, tabii. Ben 12 Eylül'de Gaziantep 5. Zırhlı Tugayı askeri cezaevindeydim. 12 Eylül'ü orada karşıladık. Ülkücü gençlerle aynı koğuşlarda, aynı yemekhanelerdeydik, aynı çatı altında, aynı koşullar altındaydık. Zoraki yaptırılan, spor denilen ama aslına psikolojik, fiziki işkencelere maruz kaldık. Saçlarımız sıfıra vurulmuş, üzerimize giydirilenler siyaha boyanmış eski asker elbiseleri. Yani insan aynaya baktığında kendisini tanıyamıyordu. Yani sağ-sol fark etmiyordu. Mesela diyelim bir tarafta 50-60 tane PKK'lı denen bir grup, diğer tarafta ise 20-30 kişilik ülkücü grup; aynı çileleri çekiyorduk. Ve o dönemde Kenan Evren cuntası yönetime el koymuş oldu. PKK İLE ORTAOKUL YILLARINDA TANIŞTIM - PKK'ya katılma sürecine biraz değinecek olursak… Benim PKK ile ya da bu siyasi irtibatım daha ortaokul döneminde başladı, Osmaniye Ortaokulu'nda okurken. Osmaniye o zaman Adana'ya bağlı bir ilçeydi, sonradan il oldu. Burada ilk başta benim kişisel merakım daha çok atletizm üzerineydi. Koşuda iyiydim. Derslerime de dikkat ediyordum, okul arkadaşlarımla diyalogum iyiydi. Sosyal ilişkilerim iyiydi; yani çevremdeki insanlarla, öğretmenlerimle saygı ve sevgiye dayanan bir münasebetim vardı. Bu bazılarının dikkatini çekti. İlk başta ülkücülerin dikkatini çekti, ülkücüler yanaştı bana. Yani ben ülkücü olarak bilmiyordum onları. Bir folklor kültür derneği vardı; Gâvurdağı Kültür Derneği deniyordu. Aslında orada ülkücülerin, MHP'nin görüşü paralelinde seminerler veriliyordu, faaliyetler yürütülüyordu. Fakat ben bunu bir iki sefer gittikten sonra öğrendim ve çevremin etkisiyle bir daha gitmedim. Çünkü o dönemde bizde ailecek sosyal demokratlığa yakın bir yapımız vardı. Annem babam namazında niyazındaydı, tarikatlıydılar fakat siyasî olarak CHP Ecevitçiliğini kendimize daha yakın buluyorduk. Bu yüzden o dernektekilerle irtibatımı kestim. Tabi kestikten sonra CHP'li gençler bir çalışmamız oldu, 1975'de senatonun bir seçimi olacaktı. CHP yönetiminden rahmetli Mustafa Üstündağ, Ali Topuz ve Ferda Güley Osmaniye'ye geleceklerdi. CHP İÇİN KURŞUN YEYİNCE ALİ TOPUZ GEÇMİŞ OLSUNA GELDİ İşte onların geleceği gün, bir akşam öncesi yazı asamaya çıktık şehir içerisinde. Ülkücü gençler pusu kurmuşlardı, üzerimize ateş açtılar. Sağ tarafımdan bir kurşun isabet aldım ve o kurşunu hastanede çıkaramadılar. Ankara'da üç yıl sonra ancak çıkarabildiler. İşte ben hastanede yatarken, hastane yatağındayım, o zaman Ali Topuz ve Ferda Güley geçmiş olsuna geldiler. Zaten o zaman ben kaç yaşında bir gencim daha; öyle bir siyasi bir yönüm yok henüz. Bir daha da görüşmem olmadı onlarla. Ankara'ya bir iki defa daha gittik ancak CHP milletvekili Emin Altınbaş'la görüştük, onun yanına gittik, uygun bir hastane bulması hususunda yardımcı olması için, çünkü insan güvenemiyor. Doktorlar da bölünmüş; bazı doktorlar var, ideolojisi senin ideolojine ters olabilir. Polisler bile ayrılmış ki, o açıdan. Emin Altınbaş o zaman CHP milletvekili idi, sağ olsun yardımcı oldu tabii. Baştabip ile temasa geçti ve ameliyatımı sağladı. Benim kurşunu o zaman aldılar. CHP NASYONAL-FAŞİST BİR ÇİZGİDE… BENCE DOĞUDA DA BATIDA DA ERİYECEK - CHP'de aktif rol almışsınız; hatta canınızı bile ortaya koymuşsunuz. CHP'nin son dönemlerdeki genel yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz peki? Şimdi CHP'nin bana yaklaşımı hiç önemli değil; zaten öyle bir beklentim yok ki. CHP'nin şu anki genel tutumunu, muhalefet yaklaşımını benimsemiyorum. Ve CHP için geçen yıllarıma acıyorum ve kurşun yediğime de acıyorum yani. CHP öyle bizim bildiğimiz gibi bir şey değilmiş meğer. Maske takmış nasyonal faşist bir zihniyet portresi var gözümde şimdi. Sadece Kürt meselesi değil, her konuda hiçbir sosyal demokrata yakışmayacak tavırlara giriyorlar. Baykal'ın yaptıklarına partiden de ses çıkmadığına göre onu onaylıyor demek. Partinin yönetimi de aynı düşüncede. Böyle bir parti sosyal demokrat olamaz, liberal dahi olamaz. Nasyonal sosyalist bir çizgide gidiyor. - Sosyal demokrasinin merkezlerinden kabul edilen İsveç'te yaşarken, buradaki uygulamalardan yola çıkarak, CHP'den ne beklerdiniz? Maalesef biliyorsunuz CHP şu an sosyalist enternasyonale üye bir parti. - Üye, fakat üyelikten çıkarılması konuşuluyor, hatta bizzat İsveçli vekillerden gelen taleplerle… Atılsa iyi olur. Yani çoktan hak etmişti. O ilkelere uymuyor, o sıfata yakışmıyor. Eğer gerçek bir sosyal demokrat parti kimliğine bürünmek istiyorsa çok büyük bir revizyon gerekiyor. Büyük operasyon yapılmalı CHP içerisinde ve bu zihniyet temizlenmeli. Ve kendi yani o eski bildiğimiz çizgiye gelmeli. Onun dışında, bu haliyle de halkın desteğini kaybetmiş durumda ve giderek daha da kaybedecektir eriyecektir. - Özelikte bu Ergenekon, Kürt açılımı gibi süreçlerden sonra özellikle Doğuda bunun yansımaları görülecek midir sizce? Doğuda da, batıda da bekliyorum. CHP'yi destekleyen bölgeler yani örneğin Burdur gibi Antalya gibi, İzmir gibi, İstanbul gibi nasıl desem yani dışa açık ve en çok turist çeken yerler. Dış ülkelerdeki insanlarla ilişkide olan insanlar, açılıma ve gelişime uygun yerler ve tahsil düzeyi yüksek insanların yasadığı yerler. Ben o insanların aydın olacağını düşünüyorum ki aydın insanların da bu çizgiyi kabul etmelerinde bir anlam veremiyorum, kabul edemiyorum. Yani bu çizgiyi kabul etmemeleri lazım. OSMANİYE'DE GERGİN YILLAR - Osmaniye'de eğitim dedik… Daha sonraki günlerde neler oldu? Osmaniye'de daha çok faşist dediğimiz kesimin örgütlendiği ve kale olarak gördüğü bir yerdir. Orada Güneydoğu'dan gelen aileler vardı, bir de Maraş bölgesinden gele Marabuzlar denilen bir kesim vardı. Ülkücüler daha çok bu Maraşlılar arasında örgütlenmişlerdi ve orada bir çatışma ortamı çıkarıyorlardı. Çok küçük sebeplerle Marabuz - Kürt çatışması. Bir de orada şehirlerarası otobüsleri durdurup saçı uzun olanların saçını makaslıyorlardı. Faulü uzun olanları bu komünisttir diye tartaklıyorlardı. Bu kadar da olmaz ki… - Kışkırtma olarak gördüğünüz bu olaylardan dolayı mı PKK'ya uzanan bir sürece girmiş oldunuz yani? Bir etki tepki durumunun olduğu doğrudur. Bir insana baskı yaparsan… Veya bir kediyi bile sıkıştırırsan iyice, en son tırmalar seni. İlk dışlamalar çocukken. Nizip'ten göç ettiğimizde 6-7 yaşlarında bir çocuğum, o zamanlar üzerimizde fistan denilen bir elbise vardı, yokluktan pantolonu filan daha sonra giydik. Baraklı denilen bir kesim var Nizip bölgesinde, Türkmen bir kesim onlar. Onlar kendilerini saf Türk olarak bizim arkamızdan: "Kuyruklu Kürt, kuyruklu Kürt" diye bağırıyorlardı. Bizi dışlıyorlardı, aşağılıyorlardı. Daha sonra, kendi aralarındaki konuşmalara tanık oluyorduk, rahmetli Menderes'e küfür ediyorlardı. Niye ki: Fırat'ın Menderes Bilecik köprüsünü yapmış da, Kürtler onunla Fırat'ın batı tarafına geçmişler diye. - Burada, İsveç'te üzerinde çok durulan mobbing, dışlama olayı o dönemlerde oralarda çok yaygın mıydı? Evet, çok önemli. Şuan İsveç'te ve diğer Avrupa ülkelerinde de mobbing denen şey yasak. Aşağılama, alay etme, küçümseyici davranışlar. NE MUTLU DEĞİL BANA; BEN MUTSUZ OLACAĞIM! - Doğuda dağlara yazılan "Ne mutlu Türküm diyene" yazılarının da halkı kışkırttığına dair bazı yazılar kaleme alındı. Siz doğuda iken bu tür bir rahatsızlık hissettiniz mi? Evet, bunlar iyi şeyler değil. Zaten olayı bu safhaya getiren, bütün bu tavırlar. Damla damla birikimler ve sonunda da bardak taşar. "Ne mutlu Türküm diyene", "Bir Türk cihana bedeldir" vardı. Oradaki çoğu Türkçeyi bilmiyor. Ben Kürdüm diyor, annem babam Kürt, diyor. "Bir Türk cihana bedelmiş, o zaman ben yaramaz bir adamım, beni öyle görüyor", diye düşünüyor. "Ne mutlu Türküm" diye evimin karşısına, köyümün dağına yazmış, o zaman diyorum "Ne mutlu değil bana, ben mutsuz olacağım". ÇÖZÜM ADIMLARI GEÇ BAŞLADI - Peki o zaman ne yapılsaydı da bu makas bu kadar açılmasaydı; bu işler de bu noktaya gelmeseydi? Ne yapılabilirdi, neler yapılabilir? Türkiye'deki mesele sadece etnik bir mesele, Kürt- Türk meselesi de değil. Geçmişten beri, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri bir sistem oturtulmuş, bürokraside Mafyavari şekilde olan, toplumun kaderini etkileyecek yerdeler. Gelirden, refahtan sadece bunlar faydalanıyorlar, temelde bir adaletsizlik var. Bir kere bu adaletsizlik ortadan kaldırılmalı. Tümden kaldırmak zaten imkânsız; ama en aza indirmeli bari. Dünyadaki hiçbir ülkede yok tam adalet, o bir ütopyaydı, ben de buna inanmıştım, "İnsanlar eşit olacak, sosyalizmi kuracağız" diyorduk ama pratikte bu mümkün değil, görüldü, dünyada bunun örnekleri de yaşandı. Şimdi herkese, her vatandaşa eşit mesafede davranılsaydı; Kürt, Türk, Laz fark etmez. Herkesi kucaklayacak şekilde. Kendin bunun bir yolunu bilmiyorsan, dünyaya bir göz atacaksın, aynı sorunu yaşayan ülkeler nasıl yapmış bunu, nasıl çözmüşler? Mesela ben burada, İsveç'te yaşıyorum. Sami denilen bir topluluk var, kuzeyde İsveç, Norveç ve Finlandiya'nın birleştiği sınır noktasında. Sınırların iki tarafında da bu halklardan var. Bu halkın dernekleri, belediyesi, radyoları var, kendi dillerinde okulları var, milli yerel kıyafetleriyle televizyonlara çıkıyorlar. Bundan İsveç bir şey kaybediyor mu? - Türkiye'de de TRT 6 Kürtçe yayını başladı. Gerçi bu da belli çevrelerden büyük tepki aldı.. Allah yapanlardan razı olsun. Bunlar geç başlatıldı. Çok yıkımlar olduktan sonra. Ne diyeyim; bütün bu olaylar olmayabilirdi. Bu noktaya gelmeden yapılabilirdi. Korkmamak lazım. Ama birileri bunu bilinçli yapıyor, bölücülük yapacak, bizi bunu verirsek ardından şunu da isteyecek, bağımsız Kürdistan isteyecek" diye düşüyorlar. Fakat böyle peşin yargılarla, önyargılarla bir yere varılamaz. KAOSTAN BESLENEN KESİM, ÇÖZÜM İSTEMİYOR - Siz Doğu'yu iyi biliyorsunuz. PKK'nın, JİTEM'in, askeriyenin içinde de bulundunuz. Doğudaki meselenin bitmesini istemeyenler de var sanırım. Doğu, Kürt meselesinin bu zamana kadar çözülememesinde PKK'nın, JİTEM'in ve de Ergenekon'un dahli ne kadar oldu sizce? Özellikle bahsettiğim bürokrasi kesiminde… ve özellikle de şunun altını çizmek istiyorum: evet, her ülkenin kendisini koruma aygıtı olarak ordusu olacak, ordusuz devlet diye bir şey olmaz. Altı yıldan fazladır İsveç'teyim, bu zamana kadar askeri 2-3 sefer ancak görmüşümdür. - Kürt meselesinin çözümünü kimler, niçin istemiyor sizce? Bazı siyasetçi ve yazarlar bu konuda konuştukları zaman: "Dış güçler istemiyor". Kardeşim, önce kendi içine bak. Kendi içinde bu çözümü istemeyenler var. Bürokraside, askeriyede, ulusalcı kesimde, bölgedeki aşiretçi düzeni devam ettirmek isteyenler, koruculuk sisteminin devam etmesini isteyenler. İşte bunların, doğu meselesinin sona ermesini istemiyorlar. Çünkü çıkarları var bu ortamda. Toplumda çok da saygınlığı olmayan kimseler gücü arkalarına alıp bölgede astığım astık, kestiğim kestik hareket ediyorlar, o bölgeyi haraca bağlıyorlar, kaçakçılık işleri yapıyorlar. Çünkü bazı kesimler askeriyeden, bazı bölge ve yerlerden araba yapılmadan serbest geçiş için belge almışlar. Serbestçe de silah, bomba taşıyorlar, kimse de onların evini, arabasını arayamıyor. E tabii adam da bunun bitmesini istemiyor. Adamın karakteri de bu zaten. FATİH TERİM İLE AYNI OKULDA OKUDUM, VELİLERİMİZ DE AYNIYDI - PKK'ya katılma sürecinize tekrar dönecek olursak, yaralanmanızdan sonra Öcalan'ın ziyareti var sanırım… Yaralanma olayından sonra Abdullah Öcalan, eniştesiyle beraber Osmaniye'ye bana geçmiş olsun ziyaretine gelmişlerdi. Öcalan ile de anne tarafından akrabayız. Önümüzdeki yıl da Adana Motor Meslek Lisesi'nde öğrenime başlayacağım. İyi bir atlettim, okul yönetimi spora önem veriyordu. Mesela Fatih Terim bizim okuldan. Benim başladığım sene o futbol yüzünden okulu bırakmıştı. Benim velim, aynı zamanda Fatih Terim'in velisidir; Şinasi Alkan Bey. Kayserili'ydi kendisi. Okula başladığım sene, aslen Ordu Ünyeli olan PKK'nın ilk kurucu kadrolarından olan Haki Karer gelmişti Adana'ya. Orada okula geldiler, beni buldular. Bir teneffüs arasında bahsetti, "Abdullah Öcalan, seninle görüşmemizi istedi" dedi. Böylece irtibatlanmış olduk. Daha sonra Abdullah Öcalan'ın kardeşi Osman Öcalan da geldi, Arif Göktaş da geldi. Bu şahıs daha sonradan örgüt tarafından öldürülmüştü. Bunlar geldiler ve Meydan Mahallesi'nde "komün ev" dedikleri bir ev tuttular. Erkek Lisesi ile Sanat Okulu'nun hemen arkasındaydı ev. - Hareketli, maceralı bir hayat mı daha cazip geldi size aslında? Aslında size dedim ya, Osmaniye'de vurulduğum o zamanlarda Doğu Perinçek'in bir derneği vardı. Bir kültür derneği idi ama adını şu an hatırlamıyorum. Tam Osmaniye'nin merkezindeydi, caddenin ucunda. Biz bu derneğe gelip giderken, Doğu Perinçek'in broşürlerini, Aydınlık Gazetesi'ni okuyorduk o zamandan. Orada Vietnam ile ilgili, sömürgeciliğe karşı mücadele eden ülkelerle, Che Guvera ile ilgili afişler vardı. Bende aynı zamanda Atatürkçülük vardı. Atatürk'e bir hayranlık vardı, yakamıza Atatürk rozeti takıyorduk. Niye dersek; çünkü bağımsızlıkçı, antiemperyalist bir rol yüklüyorduk Atatürk'e o zaman. - Hem Kürt milliyetçiliği etkisinde idiniz, hem de Atatürkçülük. Bunda bir çelişki görmüyordunuz o zaman öyle mi? Hayır, görmüyorduk. Yani Atatürk, 'Yurdu kurtarmıştır, halk desteğini alarak ülkeyi düşmanlardan temizlemiştir, iyi bir şeyler yapmıştır' diye bakıyorduk sadece. PERİNÇEK İÇİN ÇALIŞTIĞIM İÇİN YAZIKLAR OLSUN! PERİNÇEK ASLINDA STATÜKOCU BİR FAŞİSTMİŞ… - O arada Doğu Perinçek'ten de etkilendiniz sanırım. Peki, şu anki Doğu Perinçek'i nasıl değerlendiriyorsunuz? Ergenekon davasında tutuklandı malum… (Gülüyor) Doğu Perinçek, sinsice bir oyun oynamış. Bakın yine hayıflanıyorum şimdi, onun broşürlerini götürüp okuldaki öğretmenlere dahi veriyordum, satıyordum, getirip parasını derneğe veriyordum. Hâlbuki ben hareketi, böyle davalara yardımcı olmayı seviyordum. Ama o adam da maske takmış meğer. Demek o, şimdi Ergenekon diye ortaya çıkan adamların isteği doğrultusunda toplum içerisinde yol almış, samanlık altından su yürütmüş. Kendisini solcu, bağımsızlıkçı filan göstermiş fakat değil, aynı bir faşist, nasyonal sosyalistten bir farkı yok onun. - Perinçek'in 40-50 yıllık mücadelesine baktığımızda o zaman nereye hizmet etmiştir? Mevcut statükoya hizmet etmiş, o statükonun devamında çıkarı olanlara hizmet etmiş, halka, demokrasiye filan hiç hizmet etmemiş. İşte görüyorsunuz; gidiyor Bekaa'da Apo'yla gül alıp, gül veriyor, daha kimlerle görüşüyor. Bir bakıyorsunuz dergisinde öyle dokümanlar yayınlıyor ki, onları belki MİT bile elde edemiyor. Yani askeriyeyle ilgili, askerin içiyle ilgili bir konuda dosyalar. Yani bir yerler ona veriyor, servis yapıyorlar ona. Toplumu kendi istikametinde yönlendirmek için medya gücünü kullanmışlar. Çok karanlık bir adammış, yazıklar olsun ki onun broşürlerini okulda satmışım. İnsan işte, o gençliğin verdiği halle, insan bilemiyor. Siyasi bilinç düzeyin, hayat tecrüben yok, bilemiyorsun, önüne gelen şeyi doğru olarak görüyorsun. (CİHAN)
15 Eylül 2009 14:59
DİĞER HABERLER