Çıkarcılık ve Demagoji

Menfaatin en önemli özelliği, her arzuya kâfi gelmediğinden, o uğurda boğuşmadır
SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM 

Menfaatin en önemli özelliği, her arzuya kâfi gelmediğinden, o uğurda boğuşmadır. Hedefi MENFAAT olan her toplum, mevcut menfaatler bütün arzulara kâfi gelmediği için ardı arkası gelmeyen, zincirleme boğuşmalara, vuruşmalara sebebiyet verir. Kapitalizmin, komünizme, sosyalizmden faşizme kadar sonunda ‘izm’ bulunan bütün sistemlerin  içinde bulundukları durum, işte bu çerçevedeki menfaat mücadelesidir. Hatta bu mantığa göre, gerekiyorsa başkasının mâmelikine (malına, mülküne) el koymak bir yolunu bulup onun herşeyini almak câizdir. Evet menfaat üzerine kurulu veya menfaatin hedef aldığı Kur’an dışı sistemlerde yaşamak için, en mühim düstur çarpışmaktır… güçsüzün elenip gitmesidir ve yaşamanın muktedirlere has bir imtiyaz olmasıdır.

Halbuki kainatta çarpışma  değil yardımlaşma prensibi esastır. Herşey birbirinin imdadına, yardımına koşmaktadır. Elementler, toprak, hava, su bitkilerin ve diğer canlıların; bitkilerin hayvanların; hepsi birden de kainatın meyvesi, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanların menfaatinedir. Doğurgan döngünün çarkı böyle dönmektedir. Bunu çatışmaya, ters döngüye, fasit ve kısır döngüye çevirdiğiniz zaman dünya dengeleri değişir, ekolojik denge bozulur… Kutuplardaki buz dağları erimeye, mevsimler değişmeye, ekolojik dengenin zincirleri parçalanmaya başlar, dünya yaşanmaz hale gelir… Diğer gezegenlerde başka güneş sistemlerinde yaşanacak yerler aramak için araştırma gayretleri başlar…

Bunu (menfaatçilik, güçlülerin haklılığı meselesini) BİYOLOJİYE  tatbik ettiğiniz zaman, karşınıza Lamark veya Darwin’in teorileri çıkar. TEK MÜL (Evrim) nazariyesinde ‘ıstıfâ-i tabii’  veya ‘Dehrin hadiseleri karşısında mukavemet edenler yaşama hakkına sahiptirler’ gibi çarpık esaslara dayandırılan bu sistemler GERÇEK  İNSANΠ DEĞERLERİ  yerle bir etmişlerdir. Bu prensibe inananlara göre, devletler ve toplumlar arası konularda da muhite müsait olan, hadiselere karşı koyabilen ve hayat mücadelesinde üstte kalanlar yaşama hakkına sahiptirler. Herşeyi ‘Hayat bir cidalden (karşılıklı mücadeleden ibarettir.’  esasına göre hayvanat âleminden nebâtat âlemine kadar bütün varlıkların birbiriyle münasebetlerini VURUŞMAYA,  KAVGAYA  bağlayan bu anlayış, insanların hâli hazırdaki hallerini de CİD LİN  bir neticesi olarak görmekte ve birbirini yemeyi meşru saymaktadır.

Böyle bir DEMAGOJİ gerçeği bulmak ve dürüst olmak için isabetli bir yol değildir…
Üstad Bediüzzaman  Hazretleri bilhassa imanî konuların münakaşa ve münazara şeklinde ele alınmasının doğru olmadığını söylüyor. Çünkü artık hakikatı ortaya çıkarmaktan çok nefislerin tatmini ön plana çıkar. Gerçeği öğrenmek bir tarafa atılır, demagojilere sapılıp, mağlup olmamak için yalanlara sarılmaya çalışılırdı…
Üstadın fikrinin isabetliliğini bir arkadaşımız şöyle anlatmıştı:
“Materyalist bir anlayışla yetişmiş ve çok okuyan birisiydim. İş yerimizin yakınında bir cami vardı. İmamlara şüphe ve tereddütlü sorular soruyor ve onları, hazır olmadıkları için sıkıştırıyordum. Ama Hizmetten bir imam gelmişti. Ona da bu soruları yönelttim ama o hep gülümsüyor ve “Zannetme ki, bunların cevabı yoktur.” diyordu. Bir gün bana “Gel seninle bir vaaza gidelim” diyerek, Bornova’da Hocaefendinin Cuma kıldırdığı camiye getirdi. Namazdan sonra  Hocaefendi, İmam Mehmet Özyurt’un imam odasına gitti. Biz de gittik. Ben hemen soru sormaya başladım. Hocaefendi hemen ayrılacaktı herhalde, beni Mehmet Özyurt’a havale eti. Bu sefer ben ona da sorular sormaya başladım. O da gülümsüyor, hemen cevap vermiyordu. Bana ‘Gel üniversite öğrencilerinin evlerini ziyaret edelim” dedi. Gittik, evler düzenli, öğrenciler düzgün ve efendi çocuklardı. Oturunca Mehmet Özyurt Hoca “Gelin bir ders yapalım. Sözleri getirin” diyor. Bazı bölümler okuyordu. Onlara sohbet ediyordu ama aslında bana cevap veriyordu. Birkaç ziyaret ettik. Ya Mektubatı veya Lema’lar kitabını istiyor, alıp okuyor. Ama hep benim sorularıma cevaplar veriyordu. Benimle asla münakaşaya girmiyor ve muarazaya girişmiyordu. Hakikatları tanıyıp tam kabul ettikten sonra Üstadın, münakaşa tarzı ile meseleleri ele almama hususundaki ikazının sırrını da öğrenmiş oldum.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendinin şu tesbitleriyle meseleyi bitirelim: 
“Kur’an dışı terbiyenin fertler ve toplumlar arası kabul ettiği en önemli râbıta KABA  IRKÇILIK ve bazen de –bu asırda çokça şahit olduğumuz gibi – temelinde tamamen ‘iştirak’  (sosyalizm)  fikri olan ‘şuyûiyye’  ve komünizmdir. Bu telâkkiler, toplumu bu râbıtalarla bir araya getirmeyi düşünürler. Halbuki, ırkçılık, şövenizm ve benzer cereyanlar başkalarını yutma esasına göre planlanmışlardır ve öyle hareket ederler. Mesela komünizm, karşısındaki bütün sistemleri yutmaya  programlanmıştır. Faşizm veya Nazizm, karşısındaki bütün sistemleri yutmakla beslenmeye planlandığını yakın tarih göstermektedir. Evet bu terbiye anlayışlarının, Birinci ve İkinci Cihan Harplerinde ortaya koyduğu netice bütün vuzuhu ve şenaatiyle ortadadır.” 
“Kur’an dışı sosyal ve felsefi sistemlerde dayanma noktası KUVVETTİR. Kim kuvvetliyse, o haklıdır, bu da tam bir firavun ahlakıdır. İnsanî değerlere saygılı olmayan kuvvetin işi 
TECAVÜZDÜR. Meseleyi kuvvet prensibiyle ele alan, herşeyi kuvvete bağlayan bir insanın tecavüzden (haddini aşmaktan)  kendini alıkoyması çok zordur. İnsanlık hususiyle yirminci asırda yığın yığın bunun örneklerini yaşadı. Öyle ki, fertlerin saldırganlığı bir yana, toplumlar dahi sadece birbirini yiyip bitirme içgüdüsüyle hareket etmeye başladılar. Kur’an dışı ahlâkın onların ruhlarında yaptığı tahribatın tesirleridir ki, müminlerde dahi âdeta bu olumsuzluğun radyoaktif tesiri mâhiyetinde çeşit çeşit menfilikler zuhur etmeye başladı.” 
11 Mart 2020 12:13
DİĞER HABERLER