Tek suçları Hizmet Hareketi'ne mensubiyet olan Civelek ailesi tarif edilemeyecek kadar ağır bir acıya maruz kaldı. Hatice Civelek, Keskin Cezaevi'ndeki eşini ziyaretten dönüş yolunda trafik kazası geçirdi. Kazada iki küçük kızını, babasını ve kayın validesini kaybetti. Kendisi de ağır yaralı kurtuldu o kazandan. Hatice öğretmen, "Kazadan sonra kızlarımızın mezarını ziyaretine gidemedim. Cezaevine eşimi ziyarete bütün şartlarımı zorlayarak gittim. Çünkü eşimin bana ihtiyacı vardı... Gözünün ucunda bir gözyaşı duruyordu. Aktı, akacak… İzin vermedim o gözyaşının yüzüne süzülmesine…" diyor.
Mehmet Arda Duru / Kronos Haber
Hatice Civelek, iki küçük kızını, babasını ve kayın validesini eşini cezaevinde ziyaretten dönüş yolunda trafik kazasında kaybetti. Bir insanın yaşayabileceği en büyük acılara maruz kaldı ama sabrını, metaneti yitirmedi. Hayatta kalanlara, en başta da 25 yıl 6 ay hapis cezası alan tutuklu eşine, yaşadığı acılar sonrası ruh sağlığı bozulan eşine destek olmaya çalıştı.
Sadece kendisinin sağ çıktığı o kazadan iki ay sonra açık görüşte eşi Enes Evren Civelek’le yüz yüze görüştü. Çocuklarını, yakınlarını kaybeden bir çift olarak ilk kez görüştüler… Hatice öğretmen o görüşmeyi, kazadan sonra yaşadıklarını, eşini Kronos’a anlattı.
Civelek ailesini 7 Aralık 2018’ye kadar akrabaları ve arkadaşları dışında kimse tanımıyordu. O gün yaşanan feci kaza ile milyonlarca insan ailenin dramını öğrendi. Enes Evren Civelek (37), darbe girişimi öncesinde bir süre evde telefon tamiriyle ilgilenmiş, girişim sonrasında da Milli Eğitim’de din kültürü öğretmenliği yapmıştı.
Önce mesleğinden edildi, ardından da Gülen cemaatine yönelik soruşturmalar çerçevesinde tutuklanarak hapse atıldı.
Eşi gibi öğretmen olan Hatice Civelek (33) de işini kaybetmişti. Hatice Öğretmen, Kırıkkale Keskin Cezaevi’nde yatan eşini ziyaret edebilmek için iki kızı ve ailesiyle açık görüşleri kaçırmamaya çalışıyordu.
O ziyaretlerden birinden Düzce’ye dönerken, 7 Aralık’ta feci bir trafik kazası geçirdiler. Kazada Hatice Civelek ağır yaralanırken, kızları Naime (9) ve Betül (4), kayınvalidesi Havva Civelek ile babası Emin Balıkçı hayatını kaybetti.
Kazanın ardından Civelek’e Düzce’de çocuklarının, Rize’de annesinin cenazesine katılması ve Ankara’daki eşini hastanede ziyaret etmesi için toplam iki gün izin verildi.
28 Ocak’ta Ankara 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada ise 25 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
EŞİNİN KARAR DURUŞMASINA GİDEMEDİ
Hatice Öğretmen geçirdiği ağır ameliyat ve yaralarına rağmen eşinin karar duruşmasında mahkemede olmak istiyordu. Sağlık durumundan dolayı duruşma salonunda olamadı.
Eşi Enes Evren Civelek, yaşadığı 4 kaybın etkisiyle bunalıma girmiş, karar duruşmasından önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edilmişti. Fakat hastaneye hiç götürülmedi.
Duruşmada sargılar içindeki eşini karşısında göre Enes Evren Civelek adeta şoke olmuştu. Hatta korkmuştu. Hatice Hanım, “Normal şartlarda benim iyi olmadığımı biliyordu. Şaşırdı tabii ki… Ameliyatlıyım. Sırtımda platin, vücudumda korseyle yapabildim ziyareti.” diyor.
Hatice Civelek, kararın ardından, 8 Şubat’ta ilk kez görüşe gitmiş. Eşini bir kez daha karşısında göre Enes Evren Civelek paniğe kapılmış.
İlk sözü de, “Neden geldin, ya sana da bir şey olursa… Keşke gelmeseydin!” olmuş. “Benim için endişe ediyordu.” diyen Hatice öğretmen, “Geldim bir kere, başka şeylerden konuşalım.” dediğini anlatıyor:
“Ağır sakinleştirici ilaçlar aldığı için dikkatini toplamakta zorlanıyordu, sürekli etrafına bakıyordu, dalıp gidiyordu… Bir ara kız kardeşim, ‘Enes Abi -ailesi, yakınları ve arkadaşları öyle hitap ediyordu- bir yerde televizyon var da biz mi görmüyoruz, nereye bakıyorsun?’ diye takıldı.”
BU SEFER BABA DOSTU GÖTÜRDÜ
Hatice Civelek 8 Şubat 2019’taki açık görüşe kız kardeşi ile birlikte gitti. İki ay önce ziyaret yolunda kaybettiği babasının vefalı bir arkadaşı cezaevinin bulunduğu Kırıkkale Keskin’e kadar götürdü.
40 dakikalık görüşü dakika dakika anlatan Hatice öğretmen, “Bu süre zarfında sürekli onu güldürmeye ve mutlu etmeye çalıştım” diyerek şunları söylüyor:
“Hep, ‘Neden geldin?' diye soruyordu. Bırak artık sormayı, çek bir sandalye de oturayım, dedim. Şakaya vurdum. Artık bundan sonra bana hizmet edeceksin, halimi görüyorsun, dedim. ’25 yıl verdiler Hatice, nasıl hizmet edeyim?’ dedi. Çıkar onu aklından, ne 25 yılı, Hatice’den kurtuldum diye düşünme, altı ay, bilemedin bir yıl içinde evimizde hizmetime başlayacaksın, şimdiden kendini hazırlasan iyi olur, dedim.
Sürekli, ‘Benim yüzümden, benim yüzümden’ diyordu.
‘Çok mu üst üste geldi Hatice?’ diye sordu.
Bir ara, ‘Biliyor musun Hatice, bir keresinde namazdan sonra dua ederken, Allahım, bu zulüm bitecekse gerekirse evlatlarımı al, çocuklarım buna paratoner olsun demiştim’ sözleri döküldü ağzından. Sustu.”
‘NE OLDUYSA ALLAH ÖYLE İSTEDİĞİ İÇİN OLDU’
Cezaevindeki görüş odasındaki bu kısa suskunluğu fırsat bilen Hatice öğretmen araya girmiş hemen:
“Ben konuşmaya başladım: Bak, Enes. Buraya gelmeden önce ablam Hazreti Yusuf ile ilgili bir yazı gönderdi. Yusuf aleyhisselam bir gün aynanın karşısına geçip kendi kendine, ‘Ne kadar güzelim, köle pazarında satılsam paha biçilemez herhalde’ diyor. Biliyorsun, sonra hiç paraya gitmiş. Netice böyle olmuş. Unutma, her ne olduysa, başımıza her ne geldiyse Allah istediği için öyle oldu. Kendini sorgulama, evlatlarımızın vadesi gelmiş, ömürleri buraya kadarmış… Bak, ben buradayım, ecel gelmediyse bir şekilde hayatta kalıyorsun, koruyor… Kaza olduğunda fare deliği kadar yerden çıkardılar beni. Demek bu dünyada yapacak şeylerim varmış, hayattayım. Vazifem bitmemiş. Normal şartlarda çıkamamam lazımdı. Şimdi senin burada olman gerekiyormuş, buradaki vazifen tamamlanırsa sen de çıkacaksın. Biliyorum, az kaldı. İbadetlerini yap, bol bol dua et kaybettiklerimize…”
“Ben o arabadan bu kadar az hasarla çıktım, derler ya, verilmiş sadakamız varmış…” deyince, kardeşim kasvetli havayı biraz olsun dağıtmak istedi. “Öyle abla, verdiğimiz bütün sadakalar ablama yaradı.” dedi.
“Eşimin gözünün ucunda bir gözyaşı duruyordu. Aktı, akacak… Ne desem ağlayacak. İzin vermedim o gözyaşının akmasına, yüzüne süzülmesine… Onu ağlatmayacak şeyler söyledim. Herkesin onu merak ettiğini, çok düşündüğünü, çok dua ettiğini söyledim. O 40 dakika, o halet-i ruhiye ile geçti.”
YAPILACAKLAR LİSTESİYLE CEZAEVİNDEN AYRILDI
Hatice öğretmen konuşurken eşinin yine daldığını fark etmiş. Daha önceki görüşlerde “Kurban kesin” dediğini hatırlamış. “Araya kaza girdi, kısa zamanda halledeceğim.” demiş.
Enes öğretmen de yalnız başına kalan eşini cezaevine, hastaneye getirip götürecek birilerinin kalmadığından dert yanmış. “Hallederiz.” demiş Hatice öğretmen. Kendisi cezaevinde hücrede kalsa da aklı hep eşindeymiş. “Güvenlikli bir araba alın, kardeşin ehliyet alsın.” demiş eşi.
Oysa bazen güvenlikli arabanın da faydası olmuyor. Aileyi sevdiklerinden ayıran kazada darbe üstten gelmiş ve hava yastıkları açılmamış bile…
‘KAYBETTİĞİM KIZLARIMIN MEZARINI BİLE ZİYARET EDEMEDİM’
Hatice Civelek, “Eşim ne kadar, neden geldin diye kızsa da onu ziyaret edebilmek için bütün şartları zorladım.” diyor:
“Kazadan sonra evime çok yakın olmasına rağmen kızlarımızın mezarını ziyaretine gidemedim. Balkona dahi çıkamıyorum. Hastane haricinde hiç dışarıya adım atamıyorum. Cezaevine eşimi ziyarete bütün şartlarımı zorlayarak gittim. Çünkü eşimin bana ihtiyacı olduğunu düşündüm.
Kazadan sonra iki kere açık görüş olmuştu. İlkinde hava muhalefetinden dolayı kimse gidemedi. Her yer kar kıştı. Bu sefer de sadece kız kardeşimi göndermeye gönlüm razı olmadı. Her şeyi göze aldım, bütün imkanları zorladım. Babamın bir arkadaşından rica ettim, sağ olsun bizi Düzce’den Kırıkkale Keskin Cezaevi’ne götürdü, getirdi.”
KAZADAN ÖNCE DE SADECE 3 KEZ AÇIK GÖRÜŞE GİREBİLDİ
Kazadan önce de zaten 3 kez açık görüşe girebilmiş Hatice öğretmen. Bütün aile toplanıp gidiyormuş. O ise, “Acaba beni de alırlar mı, çocuklarım yalnız ve kimsesiz kalırlar mı?” diye görüşe girmeye çekinmiş.
Sonra bütün cesaretini toplayıp kendi kendini teskin etmiş: “Alacaklarsa da alsınlar, en azından eşimi görüp ondan sonra cezaevine girerim.” Tam gidip gelmeye başlamışken üçüncü görüşten dönerken kaza olmuş.
Bir Cuma günü… 7 Aralık 2018 Cuma…
Hatice öğretmen anlatıyor:
“Sabah erkenden kalktım. Babam imam olduğu için oturduğumuz lojmandan namaza kıldırmak için camiye gitti. Ben de evde namazımı kıldım, çocukları uyandırdım. Yavrularım uykulu gözlerle ayakta zor duruyor. Önce büyüğü arka koltuğa yatırdım, onun yanına küçüğü… Arabanın içinde babamın gelmesini bekliyoruz.”
SON YEMEKLERİ CEZAEVİ KANTİNİNDEN ALDIKLARI TOST
Gecenin karanlığında yola koyuldular. Keskin’e vardıklarında saat 10.30’du. Görüşe girmeden önce kantine cezaevi kantinine uğradılar. Birer tost, birer de çay sipariş ettiler. “Yavrularımın son sabah kahvaltısı da, öğlen yemeği de o cezaevi tostları oldu” diyor Hatice öğretmen o günü anlatırken.
Görüşte ise eşinin daha çok annesiyle konuştuğunu, sürekli, “Ne zahmet ettin anneciğim” dediğini aktaran Hatice öğretmen o anları şöyle anlatıyor:
“Annesi de ‘Aklım sende kaldı oğlum, ben bir ayı nasıl yaptım biliyor musun’ dedi. Bir yandan anne oğulun konuşmasını izliyor, bir yandan da ‘O da özlüyor, o da anne. Ben haftada bir telefonla da görüşüyorum, bırakayım hasret gidersinler’ dedim.
KEK ÜSTÜNE GOFRETLE İKİNCİ DOĞUM GÜNÜ
Ama çocuklar durur mu, sürekli babasıyla oynamak istiyorlar. 9 Kasım eşimin doğum günüydü o gün kekin üstüne cips koyarak hayali bir doğum günü pastası yapmışlar, babalarının doğum gününü kutlamışlardı. 7 Aralık’taki son görüşmemizde, ‘Baba bugün de doğum günü pastası yaptık’ dediler. Bu sefer de bu sefer kekin üstüne gofret koydular. Babalarına doğum günü partisi daha yaptılar görüş odasında.
‘BÜYÜK KIZIM HER ŞEYİN FARKINDAYDI’
Küçük kızı Betül’ün (4) aksine büyük kızı Naime’nin (9) olan bitenin daha çok farkında olduğunu ama babasını Kırıkkale’de çalışıyor bildiğini söyleyen Hatice öğretmen, “Hep ‘Ne zaman gelecek eve babam’ diye soruyordu” diyerek o günlere gidiyor:
Bir yandan da “Babam bizim için çok çalışıyor. Babam gelince çok paramız olacak, bana kedi bile alacak” diyordu. Kardeşine ve başka çocuklara da, “Babam bir gelsin sana şunu alacağım, bunu alacağım” diye sözler veriyordu.
Ama oyun da bir yere kadar. Özlüyordu babasını… “Ben kaç yaşına geldim, hala babam gelmedi” diyordu. Ağlıyordu… Küçük kızım ise babası gittiğinde çok küçüktü. Son günlerde ise, “Babam Kırıkkale’de kahverengi evde yaşıyor” diyordu evimize gelenlere. Çocuğum vefat ettiğinde 4 yaşında yoktu. Babasını tanımasına bile fırsatı olamadı. Ayda bir yarım saat görünce tanınmıyor baba. Büyükse sekiz buçuk yaşındaydı. Üçüncü sınıfa gidiyordu.”
O GÜN
Görüş günleri ziyaretçiler saat: 11:00’de cezaevine alınmaya başlıyor. Onlar 12:40’ta biten buluşma için 11:40’ta görüşe alındılar. Öncesinde göz taraması, üst araması, kayıt yapıyorlar. İlk başlarda zor olmuş herkes için.
İçeride ayrı bölmelerde büyükleri ayrı, küçükleri ayrı arama noktalarından geçiriyorlar.
Küçük kızının sürekli ağladığını söyleyen Hatice Öğretmen, büyük kızının ise “Her seferinde kardeşimi ağlatıyorlar, bir gün döveceğim hepsini” diye kardeşine üzüldüğünü anlatıyor: “Çok büyük sıkıntılar yaşamadık ama bazen gardiyanlardan kraldan çok kralcılar oluyordu. Ama onlardan sevgisini esirgemeyenler, ‘Bu ay daha da büyümüşsün, daha da güzel olmuşsun’ diyerek çocukları sevenler, ilgilenenler oluyordu. Allah onlardan razı olsun. İnsan isteyince her yerde görevini yaparken insan da kalabiliyormuş.”
SON GÖRÜŞ GÜNÜ
Öğretmen Hatice Civelek 7 Aralık 2018’de cezaevindeki son görüş anlarını ise şu sözlerle anlatıyor:
“Görüşme salonuna girince genellikle büyükler masalara oturur, çocuklar kapının önüne yığılır. Babalarının gelmesini beklerler. Kapı açılır, çocuklar koşar, babalarını bulan çocuklar ellerinden tutar ve büyüklerinin oturduğu masaya getirir. O gün de öyle oldu. Kızlarım babalarına koştular, masamıza getirdiler.
Eşim elinde küçük bir poşetle geldi. İçinde kek, gofret ve soğuk çay vardı. Babam takıldı, “Damat, kalitesiz çay almışsın.” dedi. Ben bakınca, “Şaka yapıyorum kızım, damadımı arada bir görüyorum. Şaka da mı yapmayayım?” dedi.
Eşim Enes de Rize’yi, memleketini sordu. Kardeşlerimi sordu. Hiç görmediği yeğenini sordu. Eşim 5 Nisan’da cezaevine girmişti, 25 Nisan’da yeğeni doğmuştu.
Küçük kızım babasının kucağından hiç inmedi, sürekli, “Şunu da yaptım, bunu da yaptım.” diye anlatıyordu. Eşim sağlık sorunlarının da etkisiyle kiloludur, göbeklidir biraz. Betül de zayıftı ama biraz göbeği vardı. Babasına, “Baba bak, göbeğim var benimde.” diyordu.
Eşim son görüşmemizde vedalaşırken babama, “Bana diyorsunuz ama baba siz de bayağı kilo almışsınız.” dedi. Babam da “Farkındayım, vereceğim oğlum.” diye güldü.
Çıkmaya hazırlanırken yan masadan bir genç kız büyük kızıma, “Süre doldu ama git diyene kadar gitmeyin, koşun babanıza bir daha sarılın.” dedi. Naimem babasına sıkı sıkı sarıldı. Yan masadaki kız Betül’e “Koş sen de sarıl!” dedi. Betülüm daha kelimeleri bile söyleyemiyor, “Sayıldım ya!” dedi.
Ben Betül’ü aldım, yan masadaki o kız Naime’yi tuttu getirdi. Çıktık dışarı. Hiçbir şey olacağı aklımızda bile yoktu. Hiç oyalanmadan hemen yola koyulduk. Doğrudan arabaya bindik ve yola çıktık.”
KAZA VE ‘KADER’
O gün saat 12:40 gibi 2008 model bir Hyundai Accent ile yola çıktı Hatice Civelek, iki kızı, babası ve kayın validesi. Bir saat sonra araba Ankara’da bir yerde durdu.
Babası “Namaz kılalım, öyle devam edelim.” dedi. Fakat Hatice öğretmen babasına, “Daha temiz ve derli toplu bir yerde duralım, biz de rahatça abdest alıp namazımızı kılalım.” dedi. Yine yola çıktılar. 10-15 dakika geçmemişti ki kaza meydana geldi.
Hatice öğretmen o hayatla ölüm arasındaki ince çizgideki dakikaları şöyle aktarıyor:
“Durmaya niyetlendiğimiz, fakat uygun görmediğimiz için hemen ayrıldığımız mola yerinden hareket edince babamın dikiz aynasında bir ışık fark ettim. Kafamı çevirdim, selektör yakıyordu. Bu adam ne yapıyor? dememe kalmadan babam da gördü ve direksiyonu biraz sağa kırdı. Fazla kırmış… Yan taraf topraktı, yolun kenarına kaydık. Ondan sonrasını hatırlamıyorum, dereye yuvarlanmışız. Takla atınca darbe arabanın üzerine olduğu için hava yastıkları da açılmamış.
‘ÇOCUKLARIMA SESLENDİM’
Kendime geldiğimde başımıza insanların toplandığını gördüm. “Kadın ölmüş, öndekini kurtaralım.” diye bir ses duydum. Nefes alamıyordum.
Emniyet kemeri iyice sıkmıştı, ölüyordum adeta. Arabanın etrafında koşan insanlara 'Yardım edin!' diye seslendim. 'Ne yapalım abla?' dedi bir genç. 'Emniyet kemerini kesin' dedim. Çocuk bir meyve bıçağı gibi bir şey buldu, denedi yapamadı. Sakin olmaya çalışıyordum. Ayaklarımı oynatabiliyordum, sırtımı biraz daha geriye dayadım, elimi emniyet kemerine soktum ve gevşettim biraz.
İtfaiyeyi beklemeye başladık. Arabadan hiç ses gelmiyordu. 'Naime' diye seslendim, ses yoktu. 'Betül' dedim, ses yoktu. Kimseden ses gelmiyordu. Kayın validemin öldüğünü çevredekiler söylediler. İlginçtir, babam aklıma bile gelmemişti. Dönüp bakamadım. Oysa o da ölmüştü.
Babamı çok severdim. Hep, 'Bir gün babamı kaybedersem aklımı kaybederim' diye düşünürdüm. Babam yanı başımda sessizce can vermişti. Hiç bakmamışım. 'Naime, Betül' diye sesleniyordum.
Ambulans geldi, beni bindirdiler. Hemşireler, 'kimse ölmedi' dedi. 'Benim her şeyi bilmeyi hakkım var, benden saklamayın' dedim. Çocuklarım, annem onların hastanede ihtiyaçları olur dedim, arabada kaç kişi olduğunu söyledim.
Bindirdikleri ambulanstan beni indirdiler, Betül’ü bindirdiler, gitti. İkinci ambulansı bekledik. Bu sefer Naime’yi bindirdiler. Üçüncü ambulansla gidebildim ben. Hemşirelerin yardımıyla annemlerle irtibat kurduk. 'Kaza yaptık, Enes’in annesi öldü, kayınıma haber verin. Hastaneye gelin, çocuklarımı bulun' diyebildim.
Hastaneye vardık, çocuklarımı soruyorum hep…
‘SÖYLEYİN BANA KİMLER ÖLDÜ?’
Bir astsubay geldi Ankara Numune Hastanesi’nde bulunduğum acil servise. Kendini tanıttı. İfademi alması gerektiğini söyledi. 'En yakında siz vardınız o yüzden önce size geldim' dedi.
Benim ifademi alıyor ya bir yandan ifade veriyorum, bir yandan da dosyanın arkasındaki yazıyı okuyorum. Babamın ve kayın validemin ismi yazıyor, öldükleri belirtiliyor. Astsubay dosyayı katlayınca, daha önceki tutanak arkada kalmış.
İfadem bitince, 'Söyleyin bana kimler öldü?' dedim. Bir şey söylemeyince, 'Ben dosyanın arkasında okudum, biliyorum her şeyi, babam ve kayın validem öldü. Çocuklarım yaşıyor mu?' dedim.
ASTSUBAY BİLE AĞLADI…
Astsubay bir şey söylemeden dışarı çıktı. Meğer dışarıda oturup ağlamış, 'Ben nasıl böyle bir hata yapabildim?' diye. Geri gelmedi.
Telefonla avukatı aramalarını söyledim. Amacım bir şeyler soracağım, bu arada kimler öldü ailemden onları öğreneceğim. Avukat bir şey söylemedi. 'Kaza oldu, eşim bütün cenazelere katılsın' dedim. 'Annesi ve küçük kızı vefat etti' dedim. Bir şey söylemeyince kızımın öldüğünü anladım
‘ALLAH VERDİ, ALLAH ALDI…’
Kazanın olduğunu öğrenince ailem hastaneye gelmişti. Yanımda önce sadece kardeşim vardı. Daha sonra annemler ve bütün sülale de hastaneye gelince, anladım ki Naime de gitti. Ablamın görümcesine sordum. 'Naime de öldü mü?' dedim. Sadece kafasını salladı.
En kötü olaylar karşısında bile soğukkanlıyımdır. Düzce’de 12 Kasım depremi olmuştu biliyorsunuz. Eve battaniye vs. almaya hep ben girerdim. Korkmazdım, panik yapmazdım.
Allah kimseye kaldıramayacağı yük vermiyor. Tek düşündüğüm olanları Enes’e nasıl söyleyecekler, o ne tepki verecek konusundaydı. 'Cenaze namazlarını Enes kıldırsın' dedim.
Kardeşlerim de babasız kalmıştı, kendimi düşünecek durumda değildim.
6 gün boyunca hastanede kaldım, sırtımdan ameliyat oldum. Vida taktılar. Bu arada cuma günü kaza oldu, cumartesi günü cenazeler kalktı. Ablamın görümcesi benimle kaldı, herkes cenazeye gitti.
İKİ KIZI AYNI MEZARDA TOPRAĞA EMANET EDİLDİ
Eşime izin çıktı cenaze için. Babam ve kızlarım Düzce’ye, kayın validem Rize’ye defnedildi.
Eşim, çocuklarımın babası iki yavrusunu kendi elleriyle aynı mezara yan yana koymuş. Ben öyle istemiştim. İkisini aynı mezara koyun, yan yana toprağa verin' demiştim. Rize’ye annesinin cenazesi için gitmeden önce. Kısa süreliğine bana uğramıştı.
Sonra bana geldiler. Yanımda başka yatanlar da vardı eşim geldiğinde. Enes’le birlikte aynı koğuşta hapis yatıp tahliye olan koğuş arkadaşları vardı. 7-8 asker, akrabalarım… Altı yedi kişilik odada eşimle görüşebildim. İnsanları da rahatsız ettik belki, haklarını helal etsinler.
Eşim çok ağlıyordu. Üç sakinleştirici iğne vurmuşlardı ama yine de kendinde değildi. Gözyaşları dinmiyordu.”
EVDE HATIRALARIYLA YAŞIYOR
Hatice Civelek şimdi Düzce’de annesi ve kız kardeşi ile yaşıyor.
1999 depreminde şehir merkezinde ağır hasar gören ahşap evlerinin yerine annesine verilen mütevazi bir deprem konutunda hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bu konutlarda oturan birçok aile bu evlere tadilat yaptırsa da hâlâ o korkunç depremin izlerine rastlamak mümkün.
Evler ailesine teslim edildiğinde yerde halıfleks vardı, şimdi parke. Ahşap olan pencereler de zorunluluktan değiştirilmiş. Tavanda avize yerine sadece bir simit floresan lamba dikkati çekiyor.
Hatice öğretmen, hasta yatağının olduğu odanın bir bölümü hatıra köşesi olarak ayırmış, kaybettiklerinin fotoğrafları ile donatmış. Diğer köşedeki küçük bir televizyon ise dünya ile irtibatı sağlıyor.
KAZADAN SONRA CÜZDANI VE TELEFONU ÇALINMIŞ
Sevdiklerini kaybettiği kazada kendisi de ağır yara aldı. Kaburgası ve omuriliğinde kırıklar oluştu. Platin vidalar var hala sırtında. Bu platinlerin kaynaması için bu süre zarfında korse takma zorunluluğu doğmuş. Dolayısıyla tam eğilip kalkamıyor her yere oturamıyor.
Nispeten yüksek hasta yatağına ancak oturup kalkabildiğini, normal koltuk ve kanepeye oturamadığından söz ediyor. Kaza esnasında kol çantası ile birlikte cüzdan ve telefonunun çalındığını söylüyor. En çok da cüzdanında kızlarının çıkan ilk dişlerinin ve telefonda kızlarının her fırsatta çektiği fotoğraf ve videoların kaybolmasına üzülüyor.
Kaybettiği kızları Naime ve Betül’ün çok zeki olduğunu anlatıyor. Büyük kızının hiçbir yardım almadan, oyuncaklarının resmini yapabildiğini, ona ressam olması için telkinde bulunduğunu hatırlıyor.
İki kızı da şimdi sadece hatıralarında kaldı. Onlarla bir daha görüşmenin öbür dünyaya kaldığını söylüyor Hatice öğretmen. “Babamla da…” diyor.
İki kızı hemen yanı başında can veren Hatice öğretmen, yaşadığı acını büyüklüğüne rağmen, sabrını ve metaneti muhafaza etmeye çalışıyor.