3 yıl önce çekilen 'çok gizli' telgraflar, suların ısınmakta olduğunu haber veriyordu
11 Temmuz'da Rum Evangelos Florakis Deniz Üssü'nde meydana gelen ‘şüpheli' patlamanın İsrail'in desteklediği sondaj çalışmalarıyla nasıl bir ilgisi var? Patlamanın ardından Rumlar neden gaz arama çalışmalarına hız verdi?
Yıl 2008. ABD'nin Güney Kıbrıs Büyükelçiliği'nden Washington'a çekilen ‘çok gizli' ibareli telgraflar Akdeniz'in ısınmakta olduğunu haber veriyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'na ulaşan ve çoğu bizzat Büyükelçi Frank Urbancic tarafından kaleme alınan notlarda, Rum Kesimi'nde bir dizi gizli görüşmeler yürüten Houston merkezli Noble Enerji şirketinin faaliyetlerinin ülke çıkarlarına zarar verebileceğine işaret ediliyor. Büyükelçi, Noble yetkililerinin Kıbrıs Rum Yönetimi ile adanın güney açıklarında doğalgaz ve petrol arama çalışmaları konusunda anlaştığı, bu gelişmeden haberdar olan Türkiye'nin Noble'a ada açıklarında sondaj çalışmasına girişmemesi için baskı yaptığı belirtiliyor. Washington'u tehlikeli gidişat konusunda uyaran notlarda, Türkiye'nin, Mısır ve Lübnan'a da Güney Kıbrıs ile imzaladıkları münhasır ekonomik bölge anlaşmalarını iptal etmeleri yönünde baskı yaptığı, İsrail'in ise Noble'yi Rum Kesimi'ndeki ihalelere katılmaya zorladığı, şirketin bu durum karşısında ihaleye katılma kararı aldığı yer alıyor.
WikiLeaks adlı sitenin Kasım 2010'da sızdırdığı bu diplomatik yazışmalardan daha düşündürücü olanları da var. Yine Güney Kıbrıs'taki elçilikten Temmuz 2009'da çekilen, Müsteşar Jonathan Cohen imzalı bir diğer gizli telgrafta da, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Ankara'ya ada açıklarında çıkarılacak doğalgazı Nabucco boru hattı üzerinden Avrupa'ya taşımayı teklif ettiği belirtiliyor. Müsteşar Cohen notunda Noble'nin ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan teklifin hayata geçmesi için girişimde bulunmasını istediği de yer alıyor. Ancak Cohen, Noble'nin Kıbrıs'a kendi gazını çıkarmadan önce İsrail'in Tamar bölgesinden çıkarmaya başladığı doğalgazı satmaya çabaladığına vurgu yapıyor: “Noble Enerji'nin bölge temsilcisi Colin Sinclair Rum Hükümeti, kurumları ve Ticaret Bakanlığı ile bir dizi görüşme yaptı. Sinclair, Rum Ticaret Bakanlığı Enerji Departmanı Direktörü Solon Kassinis'e, ‘Gazı 2015'te Kıbrıs'a ulaştırırız. Biz, bu parselin bitişiğindeki İsrail'in Tamar bölgesinde de gaz çıkarıyoruz. Buradaki gaz 2012'de piyasaya girecek. Sizin doğalgaz ihtiyacınız için İsrail ile Kıbrıs arasına deniz altından boru döşensin ve daha erken gaz alın' teklifinde bulundu.”
Bu gizli görüşmeler 11 Temmuz 2011'de Limasol yakınlarındaki Evangelos Florakis Deniz Üssü'nde meydana gelen ‘şüpheli' patlamanın ardından farklı bir sürece girdi. Patlama Güney Kıbrıs'ın enerjisini sağlayan Vasiliko elektrik santralini de kullanılmaz hâle getirdi. Kuzey Kıbrıs'ın gönderdiği elektriğe muhtaç kalan Rum Yönetimi, Noble şirketinin kazandığı doğalgaz çıkarma ihalesini hızlandırdı. Zira Avrupa Birliği'nin çevreyi korumak için zorunlu kıldığı doğalgaz elektrik santralini kurmak için acil gaza ihtiyaçları var. Noble şirketi de Kıbrıslı Rumlardan aldığı ruhsatla Güney Kıbrıs'ın tek taraflı olarak oluşturduğu münhasır ekonomik bölgedeki 12. parselde ilk sondajına başladı. 19 Eylül'deki bu ilk adım ABD'li elçinin üzerinde durduğu gibi Akdeniz'i ateş çemberine çevirdi. Türkiye, Rum-İsrail birlikteliği ile ilerleyen çalışmaları, gerekirse savaş gemileriyle durduracağını açıkladı. Açıklamanın hemen akabinde Türk firkateynleri, hücum botları ve F-16'ları ‘Afrodit' diye bilinen sondaj alanına 50 kilometre kadar yakınlaştı. İsrail savaş uçlarıyla âdeta it dalaşı yaşayan Türk jetleri Kıbrıs Rum Kesimi ile İsrail'i tedirgin etti. Artan gerilim üzerine bir açıklama yapan Kıbrıs Rum Kesimi lideri Dimitris Hristofyas söz konusu alanda çıkacak olan yer altı zenginliklerini Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır olduklarını, fakat çalışmayı durdurmayı düşünmediklerini söyledi. Gelişmeler üzerine Ankara, KKTC hükümeti ile ‘Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması' imzalayarak, yerli ve yabancı sismik araştırma gemileriyle ada açıklarında doğalgaz ve petrol aramalarına girişti.
Bir diplomatik kaynak, Kıbrıs adasının yer altı ve yer üstü kaynaklarında Rumlar kadar söz hakkı bulunan Kıbrıslı Türklerin Ankara ile yaptığı anlaşmanın çok yönlü olduğunu vurguluyor. Söz konusu anlaşma Türkiye'ye sadece adanın kuzeyinde değil güneyinde de arama ve petrol çıkarma imkânı sağlıyor. Hatta Ankara istemesi hâlinde Noble şirketinin sondaj yaptığı bölgede bile çalışma yapabilecek. Aynı kaynak, Ankara'nın tavrında net olduğunu, Kıbrıslı Rumların tek taraflı ve Kıbrıslı Türklerin haklarını çiğneyen tutumlarını sürdürmesi hâlinde bir dizi yeni yaptırımları uygulamaya koyacağını vurguluyor: “Bu bağlamda Ankara Rumlarla iş yapan veya yapacak olan enerji şirketlerinin Türkiye'deki projelerini mercek altına alıp, bunlara birtakım müeyyideler uygulayacak. Bundan sonraki enerji ihalelerine de Rumlarla çalışan firmaların girişine müsaade edilmeyecek.”
Gelişmeleri Aksiyon'a değerlendiren KKTC Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün, Rumların bu çabasını akim bırakıp, Kıbrıslı Türklerin adadaki haklarını korumak için Lefkoşa hükümeti olarak Ankara ile birlikte hareket edeceklerini ve bir dizi yaptırımı kapsayan bir eylem planını şekillendirdiklerini aktarıyor: “Türkiye ile KKTC, bugüne kadar birçok kez adada ve çevresinde bulunan tüm doğal kaynakların iki eşit halkın ortak zenginlikleri olduğu tezini savundu. Dolayısıyla, adanın çevresindeki muhtemel doğal kaynakların tümüne ilişkin adımların, tarafların sağlayacağı çözümden sonra birlikte atılması gerekir. Kapsamlı çözüm müzakerelerinin yürütüldüğü bu dönemde tek taraflı ve kanun dışı girişim müzakere sürecini de baltalıyor. Rum tarafı, adanın doğal kaynaklarını gasp etme çabası içerisinde. Tüm uyarılarımıza rağmen bu konuda ısrarcı olduğu için Lefkoşa hükümeti olarak Ankara ile bir dizi önleyici yaptırımı kapsayan eylem planını hazırladık. Önceden belirlediğimiz bu adımları ivedilikle hayata geçireceğiz. Türkiye ile KKTC arasında Kıta Sahanlığı Sınırlandırılması Anlaşması da hayata geçirildi. Anlaşmaya bağlı olarak Türkiye'nin bölgede arama ve sondaj yapabilmesini sağlayacak olan ruhsat da verilecek. Rumlar girişimi durdurmazsa devamı da gelecek. İstenmese de askerî yaptırımlar da masada.”
KKTC'de ana muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Dış İlişkiler Sekreteri ve Lefkoşa Milletvekili Özdil Nami, sürecin bu noktaya gelmesinde enerji açlığı çeken Avrupa'nın ve Türkiye'yle gerilim yaşayan İsrail'in büyük sorumluluğu bulunduğunu söylüyor. Mehmet Ali Talat döneminde başmüzakereci olarak katıldığı barış görüşmelerinde Rumları bu projeyi çözüme kadar rafa kaldırma konusunda ikna ettiklerini, Güney'deki patlamaya, Türk-İsrail gerilimine ve Avrupa'da artan enerji ihtiyacına bağlı olarak enerji arama projesinin yeniden uygulamaya sokulduğunu anlatıyor: “Rumların doğalgaz-petrol arama hevesleri yeni değil. 2003'ten bu yana bölge ülkeleriyle bu konuda anlaşmalar da imzaladılar. Ancak Mehmet Ali Talat döneminde yürüttüğümüz aktif siyaset ile bu aramaların kapsamlı çözüm sonrasında kurulacak olan federal hükümete bırakılması konusunda anlaşmıştık. Bizden sonraki hükümet müzakerelerde bizim kadar ön alıcı olamadı. Bunun yanında Rum tarafındaki patlama enerji ihtiyaçlarını artırdı. Avrupa ve İsrail'den de bu yönde destek aldılar. Zaten İsrail Türkiye ile ne zaman bir sorun yaşasa ilk çaldığı kapı Rum Kesimi'ninki olmuştur.”
Eski Başmüzakereci Nami, Rum kesiminin giriştiği enerji arama çalışmalarının sadece Rum hükümetini değil Atina ile Tel Aviv'i de rahatlattığını anlatıyor: “Rum tarafı gibi Atina ile Tel Aviv de sondaj çalışmasını üzerlerindeki halk baskısından sıyrılmak için paravan olarak kullanıyor. Söz konusu alanda var olduğu söylenen milyarlarca dolarlık rezervler ekonomik sıkıntı içindeki Avrupa için de bir ümit aynı zamanda. Bundan dolayı Avrupa, Kıbrıslı Rumları AB üyelik sürecinde olduğu gibi yine tek taraflı olarak kayırıyor. Bu kez BM'nin de sesi çıkmıyor. Amerikalı şirketin ABD'den destek almadan bu işlere girişebilmesi bana çok inandırıcı gelmiyor.”
ABD, Türkiye'den vazgeçemez
Peki, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı aleyhlerine görünen bu tabloyu nasıl değiştirebilir? Ankara'nın savaş uçaklarıyla gemilerini Akdeniz'e indirmesi, arama ve sondaj çalışmalarına soyunması Kıbrıslı Rumların lehine kurulan dengeleri bozuyor hâliyle. Bunun yanında Ankara Rum liderliğini uluslararası hukuk yoluyla frenlemeye de çalışıyor. Ayrıca önceki yıllarda Rum Kesimi ile sözde münhasır ekonomik bölgesi üzerine anlaşma yapan Mısır, Lübnan gibi ülkeler Arap Baharı'nın ardından Türkiye'ye karşı bir pozisyon almaktan kaçınıyor. Ankara da bu ülkelerle söz konusu çalışmayı frenleyebilmek için görüşmelerini sürdürüyor. Diğer taraftan Türk-İsrail geriliminin bir an önce dinmesini isteyen Washington yönetiminden krizin savaş noktasına getirilmeyeceğine yönelik sinyaller geliyor. ABD'nin bölgede Arap Baharı ile başlayan kırılma ve değişim sonlanmadan Türkiye gibi etkili bir müttefikini Kıbrıslı Rumlara veya İsrail'e karşı kaybetmek istemeyeceği görülüyor. Son noktada krize el koyması da kaçınılmaz bu bağlamda.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampüsü Öğretim Üyesi Dr. Hayriye Kahveci de tarafların savaş eşiğine gelmelerinin engelleneceğini düşünüyor. Dr. Kahveci, sorunun tarafları olan Rum Kesimi ile İsrail'in Türkiye'nin genişleyen bölgesel nüfuzunu daraltma hesapları yaptığını belirtiyor. İkilinin adadan çıkarmayı hedefledikleri doğalgazın yanında İsrail'de çıkan gazı Avrupa'ya taşıyarak uzun vadede Türkiye'nin elde ettiği enerji koridoru gücünü kırmayı arzu ettiklerini belirtiyor. Noble şirketinin Kıbrıs açıklarındaki gazı çıkarmaktan ziyade İsrail'in kuyularından elde ettiği gazı Kıbrıs üzerinden Avrupa'ya taşımayı hedeflendiğine de değiniyor: “Noble kritik bir anlaşma yapmış olmalı Rum Kesimi ile. Bu anlaşmanın bir tarafı da İsrail'deki kuyulara dayanıyor. Zaten Amerikalı şirket İsrailli Delek şirketiyle 25 Ağustos'ta bir anlaşma da imzaladı. Bir bağ söz konusu. Bunun yanında Noble, Limasol yakınlarında patlayan elektrik santralinin hemen yanında bir doğalgaz depolama tesisi kurmayı hedefliyor. Rumlar Avrupa Birliği'ne söz verdiği temiz enerjiye ulaşmak için biraz da bu şirkete muhtaç durumda.”
Enerji uzmanı Dr. Kahveci'ye göre, 12. parselde var olduğu düşünülen doğalgazı çıkarmak çok da kolay bir iş değil: “Rumlar 2006 - 2008 arasında bölgede sismik ve jeolojik çalışmalar yaptı. Çalışmalara göre bölgede bir doğalgaz kaynağı mevcut. Ancak bahsedildiği gibi Avrupa'nın 50 yıllık ihtiyacını karşılayacak ölçüde mi? Söz konusu doğalgaz çıkarılabilecek bir alanda mı? Bunlar net değil. Cevapları, başlatılan sondajdan sonra elde edilecek. Hatta tek bir sondaj kuyusu da yetmez bu türlü çalışmalarda, birkaç tane daha açılması gerekecek. Alanın derin bir bölge olması, şirketin bir Shell, BP olmaması sürecin bir hayli maliyetli ve meşakkatli olacağını hissettiriyor. Tek kuyunun sadece kazı maliyetinin en az 200 milyon doları aşacağı düşünüldüğünde Kıbrıs Rum Kesimi ile İsrail'in sondajın siyasi getirilerine daha fazla önem verdikleri hissediliyor. Zira her iki taraf da Türkiye'nin bölgede artan nüfuzundan ve Akdeniz'de aktif olmasından rahatsız. Bunun yanında Rumlar Türkiye'yi hataya zorlayıp müzakere masasından kaçırmayı da hedefliyor. Ankara aklıselimle hareket ederse bu planı bozar. Ancak bir müddet Ege'deki it dalaşının Akdeniz'e de taşınacağı öngörülebilir.”
“Bu şirket bize de gelmişti”
KKTC eski Dışişleri Bakanı, Demokrat Parti (DP) lideri Serdar Denktaş ABD merkezli bir şirketin 6 yıl önce kendilerinden söz konusu bölge ile ilgili olarak arama ve çıkarma ruhsatı almak istediğini, Türk tarafının bu talebe olumlu yaklaşmadığını ifade ediyor: “Dışişleri Bakanı iken (2005) ABD'li bir şirketin temsilcisi bana ulaştı. Güney'deki söz konusu alan için bizden yetki alıp, petrol ve gaz araması yapmak istiyorlardı. Bütün hukuki boyutunu üstleneceklerini söylüyorlardı. Konuyu dosya olarak Cumhurbaşkanı Talat'a sundum. Ankara ile görüşüldü. Ama ilgilenen olmadı, mesele kapandı.”
Mevcut gerilimi nasıl değerlendirdiğini soruyoruz. Farklı bir açıdan yaklaşıp, Akdeniz'de en uzun sahil şeridine sahip olan Türkiye'nin arada KKTC olmasa da bölgedeki tüm anlaşmalar üzerinde doğal olarak söz hakkının bulunduğunu anlattı: “Akdeniz'de tek başına bir kıyıdaş ülkenin münhasır ekonomik bölge oluşturması hukuki değil. Çünkü kıyıdaş devletlerin münhasır alanları birbirine giriyor. Dolayısıyla Akdeniz'de münhasır ekonomik alan anlaşmaları yapılırken en geniş kıyı şeridine sahip olan Türkiye'nin onayı şart. Kıbrıs'ta çözüm olsun veya olmasın ada etrafında yapılan anlaşmalarda Türkiye'nin doğal olarak söz hakkı var. Türkiye 2003'ten bugüne kadar müzakereleri yürütmek için bu hakkını ön plana çıkarmadı ancak bundan sonra yüksek sesle ortaya koyacak. Zira Türkiye buradaki hakkını kimseye yedirtecek bir ülke değil.”
Denktaş'a göre, Kıbrıslı Rumlar tek taraflı olarak oluşturduğu münhasır ekonomik bölge ve sonrasında bölge ülkeleriyle yaptığı anlaşmaların bir benzerini Yunanistan ile imzalayıp, Türkiye'yi Ege'deki gibi kara sularına hapsetmeye çalışıyor: “Türkiye, Rumların Mısır, Lübnan ve İsrail ile anlaşma yapmasına engel olmadı. Olmalıydı. Çünkü Yunanistan ile münhasır sınırlarını oluşturup, ‘de fakto' olarak Türkiye'yi Ege'deki gibi Akdeniz'de de kendi kara sularına hapsetmek istiyor. Zaten İsrail de Türkiye'nin Akdeniz'deki hareket alanını daraltmak için destek veriyor Rumlara.” Özdil Nami gibi Serdar Denktaş da eğer Rumlar geri adım atmaya yanaşmazsa Akdeniz'de çatışma yaşanabileceğini öngörüyor. Böylesi bir durumda İsrail ile Rumların Türkiye'den daha fazla zarar göreceğini belirtiyor.
Son tahlilde, Ankara'daki diplomatik kaynaklar gibi Lefkoşa'daki siyasetçi ve akademisyenler de yaşanan krizin merkez üssü Güney Kıbrıs olsa da, meselenin İsrail, ABD hatta Rusya'ya bile uzandığını vurguluyor. Uzmanlar, bölgesel güçlerin sondaj krizi üzerinden Türkiye'nin son dönemde bölge üzerinde oluşturduğu etkili nüfuzu kırmaya çalıştığını ifade ediyor. Krizin bundan sonra ilerleyeceği yön de 3 ay içinde sonuç verecek olan sondaja bağlı.
Beklenen oranda büyük ve çıkarılabilir bir doğalgaz rezervine ulaşılırsa, İsrail ile Kıbrıslı Rumların gerginliği artırması işten bile değil. Böylesi bir durumda Kıbrıslı Rumların Avrupa'yı yanlarına alması da kolaylaşacak. Bununla beraber ne ABD ne de BM krizin savaşa dönüşmesine göz yumacak. ABD, NATO ve BM, Arap Baharı'nı yönlendiren, Akdeniz'de bir istikrar adası olan Türkiye'yi ne İsrail ne de Kıbrıslı Rumlar için karşısına almak isteyecek. Bu noktada Ankara'nın aklıselimle hareket edip, Rumlara askerî seçeneklerin dışındaki yaptırımlarla karşılık vermesi gerekiyor. Hem de her türlü taciz karşısında!
Kıbrıs'taki enerji aramaları 1930'lara kadar uzanıyor
Kıbrıs'taki enerji kaynağı aramaları yeni değil. 1930'lara kadar uzanıyor. Adada bu yöndeki ilk çalışmayı İngilizler, 1930-1940 arasında dönemin en büyük enerji şirketi olan Irak Petrol'e yaptırıyor. Daha sonra 1970'lerde Rumlar ada üstünde yeni bir çalışma yapıp, Lefkoşa, Geçitkale, Girne ve Larnaka'da olmak üzere 4 sondaj kuyusu açıyor. Ancak bu kuyular kuru çıkıyor. 1985-1988 arasında Rumlar bu sefer Sovyetlerle anlaşma yapıyor. Sovyet Bilimler Akademisi'nde gelen bir grup ada kıyılarında sismik çalışmalar yapıyor. Bu çalışmada pozitif bulgulara da rastlanıyor. Rumlar bunun üzerine 1988'de Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne taraf olup, deniz üzerinde münhasır bölge oluşturma çabalarına girişiyor. Türkiye o günlerde Ege'deki 3 mil kara suları pozisyonunu korumak için Rumların bu çabalarına karşı net bir adım atamıyor.
4 soruda sondaj krizinin hukuki boyutu
Uluslararası hukuk ve deniz hukuku uzamanı Prof. Dr. Yücel Acer, Türkiye'nin Kıbrıslı Rumlar ile yaşadığı sondaj krizi karşısında uluslararası hukuk üzerinden izleyeceği karşı hamleleri şöyle sıralıyor:
-Kıbrıslı Rumların sondaj alanı Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesine giriyor mu?
Kıbrıs Rum Kesimi Türkiye'nin mevcut ya da muhtemel münhasır ekonomik bölgesinde sondaj yapmıyor. Mısır ve İsrail ile yaptığı antlaşmalarla oluşturduğu ve kendi alanı olarak iddia ettiği alanda sondaj ruhsatı vermiş durumda. Türkiye, Rum kesiminin KKTC'yi yok sayarak böyle anlılaşmaları tek taraflı yapmasını yasal bulmuyor.
-Rum Kesimi tek başına münhasır ekonomik bölge belirleyebilir mi? Hukuki mi?
Ülkeler tek taraflı münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkına sahip. Ancak diğer ülkelerin talep ettiği alanla çakışırsa bir sınır oluşturma antlaşması yapılması gerekir. Kıbrıslı Rumlar 2003'te Mısır, 2010 sonunda İsrail ile yaptığı MEB sınırlandırma antlaşmalarına dayanarak Noble şirketine doğal kaynak arama ruhsatı verdi.
-Türkiye uluslararası hukuka dayanarak hangi karşı adımları atabilir?
Maalesef uluslararası hukuk etkili yaptırımlara sahip değil. Türkiye'nin bu yönde Rumlara bir yaptırım uygulaması zor görünüyor. Ancak KKTC adına (Garanti antlaşmasına dayanarak) hareket edip, bu tür faaliyetleri engellemeye çalışabilir. Ancak bu da Akdeniz'de çatışma riski doğurabiliyor.
-Türkiye'nin Rumlara karşı kullanabileceği başka ne tür kartları var?
Rumları ve münhasır alanlarını tanımadığını ifade eden fiillerde bulunabilir. Mesela KKTC ile ortak arama faaliyetlerine girişebilir ki bunu şu an yapıyor. Bunun yanında Rumların münhasır ekonomik bölge olarak ilan ettiği alanda KKTC'den aldığı ruhsatla doğal kaynak arama faaliyetleri yürütebilir. Zaten elindeki en güçlü karşı adım da bu olur.