Eğitimci-yazar Prof. Dr. Osman Çakmak'tan samanyoluhaber.com'a çarpıcı açıklamalar...
Eğitimci-yazar Prof. Dr. Osman Çakmak ile Türkiye'deki eğitim sorununu ve bu sorunun çözümünü konuştuk...İşte o röportajın ÜÇÜNCÜ bölümü...
SINAVLAR VE ÇÖZÜM YOLU
Öyle bir insan düşünün ki bu insan, aldığı eğitimle kendi hayatını ve geleceğini kurabiliyor, kendi gözleriyle görebiliyor. Nerede o eğitim? Ülkemizde mi?
Milli Eğitimin öteden beri Çocukların ruhlarını yüksek fikirlerle ve insani değerlerle buluşturabilen eğitim ortamı oluşturabildiğini ve bu yönde geliştirdiği strateji ve eğitim-bilim politikaların var olduğunu söyleyemiyoruz maalesef. Milli Eğitim Bakanlığı, artık okul açmak ve öğretmen atamaktan başka misyonları olduğunu da görmeye başlamalıdır. Öncelikle de Milli Eğitimin yapması gerekenler nelerdir? İşe nereden başlanmalıdır.
Söyleşimizin bu bölümünde merkezi sınavlar için çözüm nasıl olmalıdır konusunu ele almaktayız.
Okullarımızı, çocuklarımız için merak ve bilim dolu dünyalar sunar hale getirmek için neler yapmalıyız? Daha da önemlisi ona şahsiyet inşa eden, mesleki beceriler kazandıran ortamlar haline getirmek mümkün mü?
Şunu açık olarak söylemek lazım ki dönüşümün odağında öğretmen vardır. Öğretmeni temel almayan çözümler gerçekçi değildir. Onu profesyonelleştirecek tedbirler almadıkça aldığımız tedbirler işe yaramayacaktır.
Son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığın bana göre en büyük projesi en önemli projesi olan “Yeni Müfredat Projesinin merkezi sınavlar ve öğretmenlerin yeni müfredata göre hazırlanmaması sebebiyle nasıl yozlaştığı iyi analiz edilmelidir. Bunun gibi FATİH projesi var gündemde. Korkarım ki okulların içini donatmak ve modern -akıllı sınıflar oluşturmak, yani aletleri güzelleştirmek önemli bir etki yapmayacaktır. Çünkü iyi aletler ustaların elinde işe yaramaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı son zamanlara okulları alet edevatla doldurmaktadır. Bunlar güzel şeyler tabi. Geçmişte çoğu okullar tebeşiri bile bulamaz haldeydi. Ancak bu aletlerin ne kadarı kullanılıyor? Paketleri bile açılmıyor çoğu kere. Her şeye rağmen ortama ve baskılara rağmen öğrenci merkezli etkinlik ağırlıklı eğitim yapan öğretmenlerimiz var. Onları kutluyorum. Ama onların araştırmaya dayalı eğitim, açık defter kitap sınav ve projeye dayalı eğitim gibi aktif yöntemler sürekli yadırganıyor ve sürekli dışlanıyorlar. Onlara “sen bunları bırak” çocukları üniversite kazanacak testlere hazırla” baskısı altındalar.
Ülke kurumları derin devletin “işgalinden kurtarılma” çabaları sürerken, bu işgali kolaylaştıran bataklığı zemin ise insanlarımızı öğrenilmiş çaresizliğin bataklığına iten ve sorun çözmez hale getiren mevcut sınav ve bilgi odaklı eğitim olmaktadır.
Artık merkezi sınavların yalancı bir kriter olduğunu fark etmeliyiz. Şöyle bir salim kafa ile düşünelim ve samimi olalım. Biz bu sınavlarla neyi ölçüyoruz. Düşünme gücünü mü? Problem çözme yeteneğini mi? Meziyet ve karakteri mi? Kültürel derinliği mi, yoksa sanat becerisini mi? Hangisini? Çok boyutlu bir nesneyi tek boyutlu düzlemde değerlendirmek nasıl mümkün değilse, insanları da tek cevaplı testlerle değerlendiremezsiniz. Hiç değilse sınavları kaldırmayı akıl edemiyoruz, en azından başka kriterler de koyarak etkisini kısa vadede azaltabilirsiniz.
Kısa vadede neler yapabiliriz?
“Öğrenci yetenek ve becerilerini, bilgi gücünü ortaya koyar nitelikte bir ÖSS oluşturmak için neler yapabiliriz” sorusu ile işe başlamalıyız bir kere. Yani soru doğru olmalıdır işin başında. Bunun en önemli bir yolu ÖSS'yi üniversiteye yerleştiren nihai kurum yapısından kurtarmaktır. ÖSS puanının yanı sıra ek kriterler konulmalıdır. İnsan ve eğitim birbirine çok boyutlu bir bağlantı içinde olduğuna göre sınavları tek boyutlu sayısal değerlendirmeden kurtarmak zorundayız. Daha da önemlisi, öğrenciyi mesleki eğitime yönlendiren ve lise mezununun da belli sanatlarda uzmanlaşmasını sağlayacak bir sistem oluşturmalıyız. Mesleki eğitim almış olanları ÖSS önünde cezalandıran değil, avantajlı konuma çıkaran bir yapılanmadan söz ediyorum. ÖSS sisteminde soruların sadece sayısal ve sözel alanlardan gelmesi, diğer alanların ve derslerin göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Örneğin ÖSS'de aşağıda sıraladığımız alanlardan sorular yer alırsa, öğrencinin mesleki alanlara ve hayat becerilerine yönelmeleri sağlanacaktır.
Bana göre ÖSS sistemi mesleki becerileri de değerlendiren bir konuma çıkarılmalıdır. O zaman eğitim kendi misyonunu sağlıklı bilimsel bir zemine oturtabilir. ÖSS sistemi becerileri, analitik düşünceyi, yorumlama gücünü ve üretkenliği değerlendiren konuma yükselmelidir. . Bunun için, okullarda öğretilen dersler dışında olan puanların yaklaşık yarısı mesleki alanlar da yer alabilir. Öğrenci bu amaçla mesleki sertifikalar önemli hale gelmelidir. Çünkü test sınavları ile beceri ve mesleki yetenekleri belirlemek mümkün değildir. Ben bir deneme kabilinden liste yaptım:
1. Bilişim, bilgisayar, muhasebe gibi yaygın meslekî alanlar, 2. Yazma (kompozisyon) ve ifade becerileri, 3. Genel sağlık bilgileri, genel kültür ve dünya olayları, 4. Sanat, spor faaliyetleri ve iletişim becerileri ve 5. Yabancı dil.
Tabii bu sıralamanın keyfi ve deneme kabilinden bir fikir jimnastiğinden ibaret olduğunu belirteyim. Önemli olan sınavları mesleki bilgileri, beceri ve yetenekleri ve muhakeme gücünü değerlendiren, entelektüel birikime önem veren yapıya kavuşturabilmektir. Bu durumda liseler büyük ölçüde asli misyonlarına kavuşabilir ve dershane bağımlılığı asgariye iner. Kalkar demiyorum.
Liselere bitirme sınavlarının getirilmesi ve sınavlarda açık uçlu soruların yer alması ve bilginin kendisine değil; kullanımına ve bilgi üretmeye yönelik sorular hazırlanması bile ÖSS'yi tek boyutlu yapıdan çok boyutlu hale getirmede bir çıkış noktası olacaktır.
Peki uzun vadede nasıl bir çözüm düşünülmelidir?
Ben Güney Kore'nin sisteminin incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne yapmıştı Kore? Kore ortaöğretim reformunu üniversite bilim reformu ile birlikte ele almıştı. Çocuklarını Seul'daki prestijli üniversitelerde okutmak isteyen öğrenciler ÖSS benzeri sınavlarda hazırlık adı altında yıllarca "sınav cehennemi" içinde kıvranıyordu. Aileler bir sektör haline gelen özel dersler ve kurslar için ayda bizde olduğu gibi yüklü paralar ödüyorlardı. Test çözme mekanik becerisini ön plana çıkarıyordu. Defalarca değiştirilen bu eski sistem 1995'de başlayan bir eğitim reformunun parçası olarak temelden değiştirildi. Yeni sistemi ise 2002'de yürürlüğe soktular.
Ne içeriyordu Kore'de uygulanan bu yeni sistem?
Yeni sistem kullanışsız ve ezber bilgi yerine temel bilgi ve yetenek sınavlarını öne çıkardı. Bununla beraber asıl olarak öğrencilerin kişisel okul dosya kayıtları, makale yazmaları, mülakatı ön plana çıkarıyordu. Böylece lise eğitimi öğrencinin çok yönlü gelişmesi sağlandı. Bu sistem öğrenciye anlamlı ve faydalı bir katkı yaptı. Yani liseler aslî görevine döndü. Mezuniyet için gerekli asgari kredi sayısı da ABD'de olduğu gibi 120 olarak değiştirildi. Kredi sayısının azaltılmasını standardı ve kaliteyi düşürmek olarak görenler vardı. Modern eğitimde önemli olan çok şeyi öğrenmek değildi asıl önemli olan "öğrenmeyi öğrenmek" idi. Öğrenciye ihtiyaç duyduğu bilgilere nasıl ulaşacağı ve ne şekilde kullanacağı öğretilmelidir. Asıl olan budur. Ona özgüven kazandırmak gerekir.
Yeni bir söylem ve bakış açısıyla eğitim problemleri tekrar ele almanın zamanı geldi. Şunu bilmeliyiz ki mesleki eğitim, ÖSS ve YÖK gibi eğitim ve bilim problemleri sadece hükümetlerin sorunu değildir. İlgili tarafların katılımı ile geniş bir mutabakat sağlanmalıdır. İktidarlarca değişmeyen kalıcı politikalar oluşturmaya ihtiyaç vardır. Buda ancak “gerçek” uzmanlar nezdinde ve bilim platformlarında ele alınarak sağlanabilir.
ÖSS de reform için işe nasıl ve nereden başlamalıdır?
İlk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle Lise ve lise mezununun sahip olması gereken bilgi ve becerilerin neler olduğu, dünya standartlarının nerede bulunduğu, aradaki kıyaslamada çıkan verilerin ne olduğu ve sebepleri masaya yatırılarak bir bir ele alınmalıdır. Bu konuda çalışanların tüm enerjileri buraya yönelmelidir. Lise eğitimin misyonu nedir bu ortaya konulmalıdır. Sınavlar ise bu misyonu ölçmeye yönelik olmalıdır bunu değerlendirmelidir. Lisede verilecek dersler ve mesleki becerilerin neler olacağı bilimsel kriterler esas alınarak belirlenmelidir.
Üniversite giriş sınavları beceri, tecrübe, sanat gibi yetenekleri değerlendirir konuma çıkarsa o zaman ülkemizde bir sektör haline gelen ve on binlerce kişiye ekmek kapısı olan hazırlık kursları öğrenciye beceri ve meslek kazandıran çok daha faydalı kurumları haline gelir. Okullar da ÖSS hazırlık dershaneleri gibi çalışmaktan vazgeçer.
Sonra üniversitelerde ilk birinci yıl esnek olmalıdır. Öğrenci kolayca başka bölümlere geçebilmelidir. Burada zorluk çıkartılmamalıdır. Diğer önemli bir nokta ise şudur. Öğrenci yetenek ve becerilerini, bilgi gücünü ortaya koyar nitelikte olan ÖSS sınavı üniversiteye yerleştiren nihai kurum özelliğinde olmamalıdır.
Görüldüğü gibi çözüm için bir değil birkaç alternatif yol bulunmaktadır. Üniversite eğitimi kalite ve muhteva kazanarak eğitimleri her girenin mezun olduğu yapıdan kurtarılması bile bile başlı başına bir eleme aracı olacak ancak o gücü kendinde görebilenler üniversite eğitimi için teşebbüste bulunacaktır.
Üniversite önünde yığılmada en önemli bir çıkış yolu da mesleki Eğitimin ayağa kaldırılması olduğuna göre kısaca söylemek gerekirse…
Tüm öğrencilerin bir meslek öğrenmesinin zorunlu hâle getirilmesi eğitim probleminin halledilmesinde temel çıkış noktasını teşkil etmektedir. Böyle bir sistem kurulduğu takdirde pek çok ana baba kendiliğinden çocukları için meslek öğrenimini tercih etmeye başlayacak; kadar her sahada meslek okulları yaygınlaşmaya başlayacaktır.
Meslek okulları eğitimi ve uygulamaları ile çağdaş hâle getirilir, mesleğin gerektirdiği her türlü alet edevat ve atölye imkânları ile donatılırsa okulunu bitiren mesleğini gerçekten öğrenebilecek, sadece “diplomaya” değil aynı zamanda mesleğin gerektirdiği “yeterliliğe” de sahip olacaktır. Gerekli kanunî düzenlemeler yapılarak, mesleğinde uzmanlık belge ve diplomasına sahip olmayan hiçbir kimseye (meslek ne kadar basit görülürse görülsün) ilgili meslekte işe girme ve işyeri açma izni verilmezse o zaman ister istemez herkes bir meslek sahibi olmak zorunluluğu hissedecektir.
Üniversite önünde yığılmanın önlenmesi için her kesimde ve her eğitim kurumunda hedef olarak üniversite gösterilmesi yanlış telakkisinin kaldırılması gerekiyor bir kere. Sonra tabi ki bu arada mesleklerin gerekli saygınlığa ulaştırılması önem arz ediyor. Öyle değil mi?
Öğrenci çoğunluğunun daha lise çağında en az bir mesleği öğreneceği şartları hazırlamak lazım. İnsanları lise çağından sonra bir meslek sahibi yapmak zor. Sanayide çırak olarak da çalışamaz. Gururlarına yediremiyorlar. Meslek lisesini okuyan kişilerin üniversite düşüncesinden ziyade iş kollarında başarılı bir kariyer yapmaya odaklanması sağlayacak yapılanma ortamı oluşturmalıyız. Ta ilkokuldan itibaren doktor mühendis öğretmen olma havasına sokuluyor öğrenci. Hâlbuki iyi bir usta ve sanatkâr olma, kendi işini kurma ve üretmeye yönelik meslekler ve bir meslekte uzmanlaşma gibi hedefler gösterilmiyor.
Daha çok eğitim yapımızla alakalı bir durum bu. Kendine güvenen ve üreten, problem çözmeyi bilen müteşebbis insan yetiştirmekten uzağında kalan bir eğitim yapımızı anlatıyor ve çözüm arıyoruz. Mevcut eğitimin istenmeyen yan ürünlerini bir kere daha hatırlayalım: Eğitim süreci üreten ve bilgiyi kullanan özne değil, tüketen nesne konumunda insan yetiştiriyor. Bilginin aktarılması, tek doğrulu ve kendine güveni olmayan yığınlar oluşturuyor. Herkesi kendine yardıma mecbur addeden, başkalarına muhtaç insan yetiştirmenin yolu haline gelmiş bulunuyor mevcut eğitim. Bu yapı, üretim duygusunu ve kendine güveni geliştirmediğinden gençlerin dünyasına hazıra konma ve memur zihniyeti hâkim oluyor.
Tabi önemli olan tüketimci toplum kavramından üretici toplum kavramına geçebilmek. Hiç şüpheniz olmasın o zaman meslek okulları daha da revaçta olacak. Üretken bir toplum anlayışına geçersek o zaman şimdiki devlet kapısında iş bulma anlayışı da azalacaktır.