CPJ raporu: Türkiye gazeteciler için açık hapishane

Türkiye'de basına karşı artan kısıtlama ve sansür, Gazetecileri Koruma Cemiyeti (CPJ) tarafından dünya genelinde yayınlanan "Basına Karşı Saldırılar, 2015" raporunda geniş yer aldı. New York merkezli uluslararası kuruluş CPJ adına basındaki kısıtlamaları ve baskıları kaleme alan gazeteci Yavuz Baydar, Türkiye'nin gazeteciler için açık hava hapishanesine dönüştüğünü dile getirdi.

Yavuz Baydar, "Türkiye'de gazetecileri sansürlemenin yeni yollarını bulmak" başlıklı makalesinde medya sektöründe yaşanan sıkıntıları değerlendirdi. Baydar yazısına, "Dalganın geleceği önceden belliydi ve engellenemez görünüyordu." diye başlıyor. Türk medyasının son beş yıl içinde adım adım güç yapılarının hakimiyetine girdiğini kaydeden Baydar, özellikle de bu girdaba girenlerin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kontrolünde olduğuna işaret etti.

Türkiye'de basına karşı yapılan saldırıyı 'Tsunami' diye tanımlayan Baydar, daha önceki yazılarına atıf yaparak, "Kabul edilemeyecek sayıda gazeteci ve muhalifin hapiste olduğuna, mesleki değerleri ve tavrıyla Türkiye medyasının geleceğinin ciddi şekilde tehlikede olduğuna işaret etmeye çalıştım." diye yazdı.

"HALKIN ANA AKIM MEDYAYA GÜVENİ SIFIRLANDI"

Hükumet ve suç ortağı olan medyanın sistematik saldırıları ile halkın ana akım medyaya dahi güveni kalmadığını belirten Baydar, Türkiye'de bağımsız kalabilen gazete, internet sitesi ve televizyon kuruluşlarının çok az sayıda olduğunu ifade etti.

Türkiye'de medyanın üçte ikisinin Erdoğan'ın kontrolünde olduğu ifade edilen makalede, TRT ile Anadolu Ajansı'nın da (AA) tamamen iktidara teslim olduğu aktarıldı. Makalede şu ifadelere yer verildi: "Gazetecilik üzerine az bilgili veya hiç bilgisi olmayan, Erdoğan ve yakın çevresindeki yardımcıları tarafından dikkatle seçilmiş sadık bürokratlar kilit noktalara atanmışlar. İbrahim Şahin, Ulaştırma Bakanlığı'na müsteşar olarak atanmadan önce TRT genel müdürüydü ve hukukçu geçmişi olan eski bir vali ve çeşitli küçük illerde Posta Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi yöneticiliği yapmıştı. Belgesel yapımcısı olarak az bir tecrübeye sahip Kemal Öztürk, Erdoğan'a danışman olarak hizmet verdikten sonra Anadolu Ajansı'na yönetici olarak atanmıştı. Her ikisi de 2014 sonbaharında siyasi olduğu iddia edilen gerekçelerle görevlerinden alındılar."

"BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ YASALARLA GÜVENCE ALTINA ALINMADI"

Uzun dönem Türkiye'nin dünya genelinde en çok gazeteciyi hapiste tutan ülke olarak bilindiğini aktaran Baydar, son iki yıldır hapisteki gazeteci sayısında ciddi düşüş olduğunu aktardı. Baydar şunları yazdı: "Gazetecilerin hapsedilme sayısındaki düşüş nispeten bir rahatlama olmasına karşın yeni bir tutuklama operasyonunun imkansız olduğu anlamına da gelmiyor. Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve İnternet Kanunu gibi kanunların çeşitli maddelerinde basın özgürlüğünü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uygun şekilde güvence altına alacak değişiklikler yapılmazsa Demokles'in kılıcı Türkiye basınının, özellikle de partizan basının üzerinde sallanmaya devam edecek."

Hapisteki gazetecilerin sayısında düşüş olmasına karşın basılı ve görsel basında çalışan binlerce gazetecinin adeta açık hapishane gibi bir ortamda çalışmak zorunda kaldığına dikkat çeken Baydar şunları ekledi: "Dört veya beş şirket tarafından kontrol edilen holding medyasındaki her haber merkezi rutin otosansür ile tanımlanabilir açık birer hapishane; profesyonel direnişin cezası kovulmak ve nihayetinde başka bir yerde iş bulmayı zorlaştıracak şekilde sakıncalı bir insan ilan edilmek. Ben de bu şekilde hedef alınanlardan biriydim; dürüst habercilikte ısrarımın bir sonucu olarak bulunduğum konumdan kovuldum."

Gezi olayları ile birlikte Türkiye'de medyanın bağımsız olduğu iddialarının tamamen boşa çıktığını aktaran makale, hükümetin propagandası olmayan basının da alenen cezalandırıldığını ifade etti. Yazıda, "Erdoğan ve medya patronları arasındaki bu ahlaksız ittifak, bazı AKP'li bakanlar ve Erdoğan'ın akrabalarını hedefleyen 2013 yolsuzluk soruşturmaları ile yeni boyutlara ulaştı. Neredeyse tümü kamu yararına haber değeri olan ses kayıtlarının ve sızdırılmış dokümanların çoğu, 17 Aralık 2013 tarihinden 2014 sonuna dek, Gezi Parkı protestolarını haberleştirmeyi reddeden medya tarafından bilerek görmemezlikten gelindi ve otosansüre uğradı." denildi.

HÜRRİYET, MİLLİYET VE SABAH'IN DURUMU

Baydar, Erdoğan'ın basına açıkca müdahale ettiğini artık inkâr dahi etmediğini belirterek, "Bir zamanlar yazılı basının üç etkili devleri olan Milliyet, Sabah ve Hürriyet ele alındığında ilk ikisi artık tamamen Erdoğan'ın kontrolü altında ve Hürriyet topal ördekten farksız. Bağımsız basılı yayınlar arasında çok az gazete, ki bunların çoğu ciddi maddi sıkıntılar içinde, halkı bilgilendirme görevlerini yerine getirme mücadelesi veriyor. Ortada böyle bir kara delik varken meydanın bir kısmı hükumet yanlısı veya güce boyun eğmiş medyaya, diğer kısmı da yorum ağırlıklı aşırı partizan gazetelere kalmış durumda" dedi.

Erdoğan'ın artık gazetecileri hapsetme yerine onların patronlarını kendisine itaatkâr etme yolunu keşffettiğini aktaran Baydar yazısında bunun da özgür basını susturmak için çok daha etkili ve kurnazca bir yöntem olduğuna işaret etti. CPJ'nin internet sitesinde de yayınlanan makalede, "Gazetecileri hapse atmaya gerek yok zaten. Gazete patronlarına ihale karşılığında nasıl haber yapılması gerektiğini ya da hangi gazeteciyi çalıştırıp, çalıştıramayacağını iktidar söylüyor zaten." ifadelerine yer verildi.

2014 yılının Türkiye'de gazeteciler için "bir umutsuzluk yılıydı; korkunç bir yıldı" diye özetleyen Baydar, Gezi protestolarından sonra çok az sayıdaki gazetecinin mesleklerini dürüstçe yerine getirebilmek adına kısıtlı olanaklarla internet gazeteciliğine yöneldiğini kaydetti. CİHAN
27 Nisan 2015 18:25
DİĞER HABERLER