Kendisine barış ve hoşgörü öğretilemediği için terörü seçen bir zavallı, Suruç'ta sinsice aralarına karıştığı masum gençlerden 31'ini, bu yolda kendini de paramparça ederek katledeli iki hafta oldu.
Geçen süre zarfında ülkeyi bir heyula gibi kuşatan teröre de 20 şehit verdi bu topraklar. Geride kalan onlarca ana, baba, eş, çocuk… Acıya boyandı yer ve gök… Mateme çaldı tüm hisler… Cumhurun başkanı ise arkasında böyle bir memleket bırakarak yurtdışına uçtu 400 milyon dolarlık uçağına binip. Önce Çin'e, oradan Endonezya ve Pakistan'a geçti. Bu yaralı milleti temsilen görüşmeler yaptı. Ve öğreniyoruz ki zamanını, kendinden geçerek yıllar önce buralara hicret eden eğitim gönüllülerinin, barış elçilerinin vazife yaptığı okulları kapattırmaya harcadı. “Paralel bunlar” dedi, muhataplarına, “terörist, virüs, darbeci hepsi”. Kin, nefret, menfaat konuştu; akıl, vicdan, insan sustu öylece!
Sabah'ın dünkü manşetinden okuyoruz hezeyanları. Başlık: “Paralel'le mücadele Endonezya'ya ulaştı.” Sanmayın kutu kutu rüşvet alan, yetkisini kötüye kullanıp Reza'ların önüne yatan politikacıları yakalayan savcı ve polisleri orada da sürdürecek, işlerinden edecek, hatta zindanlara attıracaklar buradaki gibi. Talepleri basit: Türk okullarını kapatın! ‘Sonra?' diye soran Endonezyalı muhataplarına da mealen şunları söylüyorlar aslında: E biz devlet okulu açalım size. Kendi ülkemizdeki öğrenciye bulamadığımız İngilizce, fizik, matematik öğretmenlerini mesela size gönderelim. Ne kadardı nüfus sizin? (250 milyon) Kaç okul açmıştı bu teröristler burada? (10) Kaç talebe okutuyorlar şu an? (5 bin) Olsun, hallederiz. Yani biz de yaparız. Hem zaten kararlıyız; Afrika'nın adını zor hatırladığımız, haritada bulamadığımız, açlık ve iç savaşların kol gezdiği ülkelerine dahi hep okul açacağız biz. Açarız yani. Siz önce bir kapatın hele!
İfadeler benim, lakin esasını bizzat, hem de matah bir şeymiş gibi gerine gerine iftiharla anlatırlarken sağda solda, kendilerinden dinledik bu okul kapatma plan ve tekliflerini. Ne Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu terör ve şiddet belasıyla bir münasebeti var bu siyasi ihtiras dolu yaklaşımın, ne acılı insanların katlandığı zahmetlere bir saygısı, ne de 77 milyonluk Türkiye'mizin daha düne kadar dış dünyada oluşturduğu müspet algıya bir katkısı. Yandaşlar hariç herkes haklı olarak yaşanan acıları, sorun ve çıkış yollarını anlatırken dün, yalnız kendilerine ve suç ortaklarına ayrılan manşetlerinde gazetelerinin “biz milletin parasıyla şuraya gittik, orada da öğretmenleri terörist diye gammazladık, kapattıracağız tüm okullarını, kapattıracağız işte!” diye şen naralarla boy göstermeleri evvela şehide, gaziye, gözü yaşlı anne ve babaya saygısızlık. Bir gerçeklikten kopuş hali bu. Artık kendinden başkasını düşünememe talihsizliği. Bir çukur, içine düşülen. Derin bir çukur; besbelli bir türlü çıkamayışlarından!
Bu çukurda debelenirken yaptıklarıyla da yabancı muhataplarını “Bu nasıl bir devlet?” diye söyletmezler mi şimdi? “Şunlara da bak! Gelmiş bize kendi vatandaşlarını jurnalliyorlar.” diye ayıplatmazlar mı rical-i devleti? “Hem bunlar da kendini ne sanıyor? 20 yıl önce ülkemize gelen insanları -daha düne kadar yere, göğe sığdıramadıkları insanları üstelik- bizim tanımadığımızı mı sanıyorlar? Yok mu bizim aklımız, polisimiz, istihbaratımız?” diye öfkelendirmezler mi pervasız talep ve boş vaatleriyle? Elbette söyletir, ayıplatır ve öfkelendirirler. Lakin nefretle sarhoşturlar, fark etmezler…
ZAMAN