Cüneyt Özdemir öyle bir soru sordu ki...

Cüneyt Özdemir öyle bir soru sordu ki...
Radikal Yazarı Cüneyt Özdemir, cevaplanması gereken "en basit" soruyu sordu.

"İster sızdırılsın, isterse gazetecilik başarısı olsun soruşturma dosyasından okuduğumuz iddialar çok ciddi. Hatta çok çok çok ciddi iddialar… En azından şöyle söyleyeyim: Yolsuzluk iddialarına cevap vermek yerine böyle bir komplo teorisinin arkasından savunmaya geçecekseniz değil ABD Büyükleçisi’ni, Barack Obama’yı bile cemaatçi ilan etseniz işiniz zor demektir. "

"Genç bir işadamı 3 bakana rüşvet verdi mi?" diyen Özdemir "Polisler bacak bacak üstüne attı mı, lahmacun söylediler mi, ABD Büyükelçisi Başbakan’ı tehdit etti mi, Zaman o manşeti doğru attı mı, Geziciler ile cemaat omuz omuza mı, bunlar ilk sorduğumuz basit soruya cevap vermiyor ne yazık ki!" dedi. İşte Cüneyt Özdemir'in ilgili yazısı....

ABD büyükelçisi de cemaatçi olabilir mi?

Geçtiğimiz kimi önemli olaylarda işlemiş tanıdık bir taktik var. Meğerse cemaatçiler üzerinden ABD Büyükelçisi (ve İsrail) Başbakan'a komplo kuruyormuş!

Genç bir işadamı 3 bakana rüşvet verdi mi? 

Konuşmamız gereken ilk konu aslında bu kadar basit. Telefon dinlemelerine, polis takiplerine ve sonradan atanan 3 savcının olayda isimleri geçenler için oybirliğiyle tutuklama isteyip, hâkimlerin de tutuklama kararı vermesine bakarsak böyle bir ‘suç şüphesi’ var. 

Polisler bacak bacak üstüne attı mı, lahmacun söylediler mi, ABD Büyükelçisi Başbakan’ı tehdit etti mi, Zaman o manşeti doğru attı mı, Geziciler ile cemaat omuz omuza mı, bunlar ilk sorduğumuz basit soruya cevap vermiyor ne yazık ki! 

Ortada bir soruşturma ve ciddi iddialar varken soruları çoğaltarak, komplo teorilerine bulayarak asıl sorudan uzaklaşmanın ne anlama geldiğini isterseniz birazdan konuşalım. 

İlk sorunun basit bir cevabı olmalı. 

Evet ya da hayır. 

İster sızdırılsın, isterse gazetecilik başarısı olsun soruşturma dosyasından okuduğumuz iddialar çok ciddi. Hatta çok çok çok ciddi iddialar… 

Zira detayları okuduğunuz zaman (eğer doğruysa) bu becerikli bay Sarraf’ın sadece bakanlara rüşvet vermediğini aynı zamanda onları kullanarak Başbakan ile de irtibat kurmaya çalıştığını görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın nereden geldiği belli olmayan korkunç bir servete sahibi genç bir işadamı ile ne işi olabilir? 

İçişleri Bakanı’nın becerikli bay Sarraf ile yaptığı telefon görüşmelerindeki detaylar ortada sadece rüşvet değil görevi kötüye kullanmanın da dahil olduğu birtakım ciddi iddiaların olduğunu gösteriyor. 

Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’nın bir işadamına para karşılığı devletin polisini ayarladığı, emri altındaki polisleri rüşvet karşılığı tayin ettirdiği, bakanlar kurulunda bu işadamı için lobi yaptığı, bunların karşılığında da rüşveti oğlu ile aldığı iddiasını -ama arama yapan polisler de bacak bacak üstüne atmışlar diyerek- bir kenara koyamayız. 

Avrupa Birliği’nden Sorumlu Başmüzakereci Bakan’ın yine rüşvet karşılığı aynı işadamının Türkiye vatandaşlığına geçişini sağladığı, bu da yetmezmiş gibi ailesinin de Türk vatandaşı olması için çabaladığı, karşılığında bir değil defalarca rüşvet aldığı iddiasını -ama aramayı yapan polisler de tespih çekmişler, lahmacun söylemişler diyerek- cevaplayamayız. 

Ekonomiden Sorumlu Bakan’ın aynı becerikli işadamından hayali ihracat dahil uluslararası ambargoyu delen hayli tartışmalı para transferlerinde aracı olmasını, komisyon aldığı iddiasını -ama biz ne kadar bölünmüş yol yaptık diyerek- geçiştiremeyiz. 

Sadece bu üç bakanın aynı işadamını çıkar karşılığı Başbakan Erdoğan’ın çevresine sokmaya çalıştıkları iddiası bile az buz bir şey değil. 

İşadamı tutuklanmış, adları geçen bakanların çocukları tutuklanmış, dava açılmışken bu sorulara net cevaplar verilmesi şart. 

Becerikli bay Sarraf bu ilişki ağına güvenerek bütün bunları Türkiye’nin en ünlü sanatçısı ile evlenip, onu kamuoyunun gözleri önünde bir nevi pahalı hediyelere boğarak kendi pr çalışmasını göstere göstere yaşadı. Devletin tepesindeki bu sağlam ilişkiler ağına mı güvenerek bunu yaptı yoksa bunu yaptığı için mi o zirvelere ulaştı henüz bilmiyoruz. 

Son birkaç gündür bütün bu dava soruşturmasında adı geçen bakanların ve Başbakan’ın yaptığı açıklamalara baktığımızda ne yazık ki bu iddialar ile ilgili tek bir cümle duyamıyoruz. “Yalan” diyen yok. “Para almadım” diyen yok. “Ayakkabı kutuları, elbise torbaları içinde dolarlar bana gelmedi” diyen yok. “700 bin TL’lik saati rüşvet olarak almadım kardeşim, al sana faturası” diyen yok. 

Peki ne var? 

Geçtiğimiz kimi önemli olaylarda işlemiş tanıdık bir taktik var. 

Meğerse cemaatçiler üzerinden ABD Büyükelçisi (ve İsrail) Başbakan’a komplo kuruyormuş! 

Hükümetin ortaya saçılmış somut yolsuzluk sorularını cevaplamak yerine kendisine cemaatten bile daha büyük bir düşman algısı yaratmaya girişme taktiği kabul edelim ki yaratıcı ve denenmiş bir siyasi taktik. Zira bu taktik siyasi olarak uzun dönemde bundan sonra hükümet hakkında çıkacak her türlü yeni yolsuzluk iddiasını da bir teflon tava gibi üzerinden atmasına imkân veriyor. Yeni bir siyasi manevra alanı açıyor. Tıpkı Gezi sürecinde onca insan hakları ihlalini, ölümü, yaralanmayı faiz lobisi gibi hayali bir komplo teorisinin sonuçlarına bağlamak kadar kurnazca. 

Peki normal şartlarda sıradan bir insanı sokağa bile çıkartamayacak bu yolsuzluk iddiaları karşısında yine tutar mı? 

Bakın bu sefer işte ondan emin değilim. 

Herkes artık bu siyasi taktiğin şifrelerini çözmüşken, sizden başka inanan kalmamışken aynı hattan savunmaya girmek bu sefer işlemeyebilir. 

En azından şöyle söyleyeyim: Yolsuzluk iddialarına cevap vermek yerine böyle bir komplo teorisinin arkasından savunmaya geçecekseniz değil ABD Büyükleçisi’ni, Barack Obama’yı bile cemaatçi ilan etseniz işiniz zor demektir. 

Hem de çok zor…

22 Aralık 2013 09:25
DİĞER HABERLER