Samanyoluhaber.com yazarlarından Numan Yılmaz Yiğit, Türkiye'de yaşanan toplumsal çürümeyi köşesine taşıdı.
Türkiye’de son on beş yıldır gitgide artan toplumsal bir çürüme gözlemlenmektedir. Bu gerçeğin geçmişte ‘Siyasal İslamcı’ AKP’yi destekleyen çevrelerce de seslendirilmeye başlaması, işin ciddiyetini göstermesi açısından oldukça önemli. Mesela bunlardan biri Abdurrahman Dilipak, bir diğeri her ne kadar AKP muhalifi olsa da Levent Gültekin. Daha başka isimlerde zikredilebilir. Prof. Dr. Ayhan Tekineş de ‘Etik-Politik’ Youtube kanalında bu konuya değinmiş (
https://www.youtube.com/watch?v=j5IeYd_0ImU) çok değerli yorumlar yapmıştır.
Ülke ve neslimizin günden güne erimesi ve çürümesine şahitlik etmek, hepimiz açısından üzücü bir durumdur. Bu ölümcül bir hastanın günden güne eriyip gitmesini karşısında sadece onu izlemek ve elinden bir şey gelmemesi gibi bir şeydir. Bazen ne yapsanız engel olamayacağınız sonuçlar vardır. İşte bu da ona benzer bir olay. Bu çürümeyi asıl fark etmesi gereken kesim, celladını doktor zanneden kesim, yani AKP nin oy potansiyelini oluşturan ‘Müslüman saf Anadolu İnsanı’ nı olarak tarif edilen kesimdir. Onların henüz bu yıkımın farkında olmadıkları anlaşılmaktadır. Bunun nedenlerinden biri de ciddi bir dezenformasyon altında olmalarıdır.
Ülke nasıl oldu da bu hale geldi? Toplumun kaderini elinde bulunduran yetkililer keşke kendi kendileri ile yüzleşerek bu soruyu cevaplayabilseler. Ne yazık ki bunu başarabilmeleri çok zor. Hastanın kendi teşhisini yapıp, kendi kendini tedavi etmesi gibi zor bir durum. Zaten problemin en önemli parçası durumuna gelmiş olan mevcut iktidarın bunu başarabilmesi de mümkün görünmemektedir. Üstüne üstlük AKP’nin devletin resmi rakamları ile oynayarak her şeyi güllük gülistanlık göstermeye çalışması da ortadadır.
Her dönem belli bir oranda çürüme, kokuşma olmuştur. Fakat hiçbir zaman bu dönem ki kadar hissedilir ve geniş çaplı olmamıştır. Geçmişte bazı kişi ve gruplarla sınırlı kalan bu müessif olay, bu günlerde oldukça yaygınlaşmış, toplumun en zirvesindeki kişilerden en aşağıdakine, en önemli kurumlarından en küçük devlet dairelerine kadar yaygınlaşmıştır.
Bu kokuşmuşluğu farklı kategorilerde ele almak pekala mümkündür. Fakat bu köşede biraz da ortadan bir üslupla bunu kısaca, idari, mali, sosyal, ahlaki ve dini alanlardaki kokuşmuşluk olarak sınırlamak daha uygun olacaktır.
İdari çürümüşlük İdari manada kokuşmuşluğun temelinde öncelikle hukuka dair hususlar vardır. Anayasa ve hukukun işleyişinin bizzat Erdoğan tarafından engellenmesi, hiçe sayılması, adalet sistemine güveni yıkmıştır.
Güçlü olanın kayrılması, diğer taraftan zayıfın ezilerek, rüşvetle davaların satın alınması, mahkemelere siyasi müdahalelerin yapılarak suçlu yandaşların korunması işin tuzu biberi olmuştur. Bunun yanında liyakatsiz, ehil olmayan insanların işin başına getirilmesi, atamaların torpille yapılması, partizanlık, adamcılık, akrabacılık, mülakata dayalı atama yapılması gibi icraatlar da bu bozulma da önemli rol oynamıştır. Bunun çaresi bellidir; Anayasa ve hukukun işletilmesi, hakim ve savcıların partizanlıktan kurtarılması, adaletin yeniden ikamesi, işi ehline, liyakat sahibi, bilen insanlara vermektir.
Mali Çürümüşlük Mali mana da bozulma ise; Erdoğan’ın tapelerdeki konuşmalarıyla da açığa çıktığı gibi, mali çürümüşlük devlet ihalelerinden komisyon adı altında alınan rüşvetle başlamış, yapılan yolsuzluklarla hız kazanmış, devletin her kademesinde hırsızlık rüşvet ve yolsuzluk meşru bir şey haline gelmiştir. Hatta bazılarınca bir hak haline dönüşmüştür.
Akla hayale gelmeyecek bin bir çeşit rüşvet, yolsuzluk yolları icat edilerek milletin vergileri çalınmış, yandaşlardan oluşan yeni, zengin, şımarık, kibirli bir sınıf türemiştir. Mevcut iktidar halktan, havadan, sudan hatta güneşten bile vergi almayı planlarken, devlet bankalarından aldığı kredilerle yatırım yapan yandaş zenginleri, yatırım yaptıkları gerekçesiyle, neredeyse vergiden muaf tutacak hale gelmiştir. Bu yanlış politikalar ülkedeki gelir dağılımı dengesini darma duman etmiştir. Bu dönem rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, haksız kazanç, şans oyunları, kumar, kara para, zimmete geçirme, yağma ve talan, gasp, mülke çökme gibi kavramların nasıl bir ülkeyi çürüttüğüne, yıktığına, insanları bozduğuna şahit olduğumuz bir dönem olmuştur. Fetvalarla meşrulaştırılmaya çalışılan bu mali suçlar, yani haramlar, insanımızın tabiatını, fıtratını bozmuştur. İnsanımızda sevgi saygı, acıma merhamet, fedakarlık kardeşlik, güven itimat duygularını yok etmiştir. Bunun çaresi öncelikle haram yemeği bırakmaktır. İkinci olarak da, milletten çalınan şeylerin yeniden millete iade edilmesidir. Yoksa bütçe açığının kapanması mümkün değildir.
Sosyal Çürümüşlük Sosyal mana da çürümüşlük ise, bizzat baştaki kişinin milletine açıkça, göz göre göre ‘yalan’ söylemesiyle başlamıştır. Siyaseten verilen sözlerin tutulmaması, halkın emanet ettiği konumları şahsi çıkarlarına alet ederek suistimal etmeleri ise toplumsal çözülmeyi hızlandırmıştır. Her seviye de ‘Yalan, aldatma’ yaygınlaşmıştır. Baştakinden cesaret/örnek alan her yetkili, irili ufaklı yalan söylemeyi, aldatmayı ahlak haline getirmiştir. Garip bir şekilde; ’Yalan ‘içeren/içerikli bütün konuşmalar, görüntüler sosyal medyada, göz önünde olmasına rağmen bir utanmazlıktır almış başını gitmektedir. Eskiden bunun milyonda birine maruz kalan bir devlet adamı, hatta sıradan biri, halkın yüzüne bakamaz, sokağa çıkmaktan utanır hale gelirken, anlaşılamaz bir pişkinlikle elaleme ‘Doğruluk, namus, şeref’ dersi vermeye kalkmaktadırlar.
Aslında ne kadar ayıp bir davranış değil mi? Fakat içine düştükleri münasebetsizliğin farkında bile değiller. Bu bile başlı başına toplumun en üst düzeyindeki çürümüşlüğü göstermesi bakımından sanırım yeterli bir örnektir. Diğer taraftan baştaki idarecilerin halkı ötekileştirici, ayrıştırıcı sert, haşin, kızgın, öfkeli, tehditkâr, parmak sallayıcı hal, tavır ve söylemlerde bu sosyal güveni yıkmış, kardeşlik, birlik beraberlik tohumları yerine düşmanlık ve tefrika tohumları ekmiştir. 15 Temmuz sözde darbe bahanesiyle insanları birer istihbarat elemanı gibi gören ve birbirlerini şikayet ve ispiyonlamayı teşvik eden bu anlayış akrabalığı, komşuluğu, insanlığı, mürüvveti, fazilet düşüncesini adeta yok etmiş, toplumdaki huzur ve güveni, sosyal barışı, hoşgörü ve merhameti dinamitlemiştir.
Yalan güveni, güvenin yok olması da toplumsal bağları çözmüştür. Şimdiler de maalesef insanımızın tadı-tuzu, huzuru kaçmış, eski samimiyet, dostluklar aranır olmuştur.
Bunun çözümü işi, özü, sözü, hal ve tavırları ‘Doğru ‘insanlara vermektir. ’Yalan’ herkes için kötü ve büyük günahtır. Fakat yöneticinin ‘yalan’ı, ferdin yalanından daha büyük ve daha ağır büyük bir günahtır. Yalan söyleyen kişiye kim olursa olsun, neden dolayı söylerse söylesin güvenilemez. Toplumun bu tür idarecilerden kendini kurtarmadıkça kurtuluşa ermesi mümkün değildir.
Ahlaki Çürümüşlük Ahlaki mana da çürümüşlük daha acıklı bir durumdadır. Toplumda ahlaki değerlerin bizzat baştakiler tarafından tepetaklak hale getirildiği görülmektedir. Toplumda hakim olan düşünce menfaat ve bencilliktir. Edep, utanma duyguları sanki devrini bitirmiş gibidir. Kabalık, külhanbeylik, mafya tavırları alkışlanmaktadır. Argo, küfür takdir görmektedir. Azamet, debdebe, ihtişam, gösteri, şov, riyakarlık, reklam, propaganda zirvededir. Tevazu sanki bir günah muamelesi görmekte; gurur, kibir, caka ve çalım satmak da bir marifet olarak takdim edilmektedir. Toplum içinde sigara, uyuşturucu, alkol, esrar, kullanım oranları artmış, buna bağlı olarak sokak çeteleri, mafya organizasyonları adam yaralama/öldürme olayları her tarafı sarmıştır. Nesiller sahipsiz, korumasız ve hedefsizdir. Hatta bizzat bu iktidarın oluşturduğu şartlar onu ahlaksızlığa sürüklemektedir. Gayr-ı meşru ilişkiler dindarlar arasında ‘Muta Nikahı’ ile, diğerleri arasında da evlilik bağı olmaksızın artmakta, maalesef yüzde doksan dokuz Müslüman olan bir ülkede ‘Aile Kurumu’ zor günler yaşamaktadır. Boşanmaların ise haddi hesabı yoktur.
Dini Çözülme Dini çözülme ise bütün bu bozulmaların ana sebebi olarak karşımızda durmaktadır. Bunun en önemli nedeni de iktidarda bulunan üst düzey ‘Dindar’ görünümlü birtakım kişilerin insanlığa, hukuka, Müslümanlığa, ahlaka ve toplumun değer yargılarına ters ortaya koydukları tutum ve davranışlardır. Üzülerek belirtmek gerekiyor ki, toplumun ekserisinin de, bilhassa gençlerde, dincilerin şahsında dine karşı bir nefret oluşturmuştur. Türkiye kamuoyunda şimdiye kadar hiç gündem olmamış bir kısım inanç çeşitlerinin (Agnostizm, Deizm) vs. yaygınlaştığı saklanamaz hale gelmiştir. Halbuki 22 yıldır iktidarda ‘Siyasal İslam’ı temsil ettiğini iddia eden güçlü bir siyasi parti vardır. Her türlü yetkiye haizdir. Diyanet İşleri Başkanlığı dev kadrosu ile ve kurumlar arasında en büyük bütçeye sahip olmasıyla ortadadır. Binlerce kız erkek imam hatip lisesi, yüzlerce İlahiyat fakültesi, binlerce İslami Araştırma Enstitüleri, yüzlerce cemaat ve binlerce tarikat, mensuplarıyla milyonlara baliğ bu kişi ve kurumlar, sivil dini yapılar acaba ne işe yaramaktadırlar? Acaba onların bu neslin imanını kurtarma gibi bir dertleri, bir gayeleri var mı?
Evet, bu ülke hepimizin, insanı da bizim insanımızdır. Bu durum bizi üzse de ümitsizlik oluşturmamalıdır. Toplumun bu büyük kokuşmaya maruz kalması, onun düzelmeyeceği ve yeniden sağlıklı bir duruma kavuşamayacağı anlamına gelmez, elbette gelecektir. Fakat problemin ne olduğunu bilmeden de doğru adımlar atılması, çözüme ulaşması mümkün değildir. Bu açıdan bu büyük çürümüşlüğü temizlemek için toplumun her kesimine vazifeler düşmektedir.