Gazeteci Ekrem Dumanlı TR724.com'daki köşesinde ' 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili yapılan ' yargılamalarla ilgili çıkan kararları yorumladı
15 Temmuz darbe teşebbüsü ile ilgili yargılamalar yapıldı, cezalar yağdırıldı. Peki her şey bitti mi? İstinaf ve Yargıtay’da onaylansa bile dosya tamamen kapatılmış sayılabilir mi?
Çok net söylüyorum: Hayır.
Siyasetin balyozu altında alınan kararlar bir gün şartlar normale dönünce yeniden ele alınır.
Yeniden yargılamayı zorunlu kılan çok güçlü nedenler var. Madde madde sayayım izninizle:
1- 15 Temmuz sanıklarına işkence yapıldığı çok net ve kesindir.
Sağ olsun Anadolu Ajansı. Öldüresiye dövülen askerlerin fotoğraflarını çekmiş ve servis etmiştir. Yüzü gözü kanlar içinde bırakılmış, morlukların kanamaların çok net görüldüğü o fotoğraflara bakan herkes anlıyor ki bütün ifadeler baskı ve işkence altında alınmıştır.
Darbeye karıştığı iddia edilen askerlerin çırılçıplak soyularak ellerinin bağlandığı fotoğraflar da davaları çürütecek önemli belgelerdendir.
Darbenin 1 numarası olmakla suçlanan eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’e herkesin içinde işkence yapıldığı neredeyse bütün ifadelerde geçiyor. İşkencecinin bile bilindiği böyle bir soruşturma safhasından sonra hukukun normal karar verdiğini kim iddia edebilir?
2- 15 Temmuz’un en kritik isimlerinin mahkeme huzurunda ifade vermekten kaçırılması, davanın tamamını cerh edecek kadar derin ve keskindir.
Darbe esnasında Genelkurmay Başkanı sıfatı taşıyan Hulusi Akar, sanıkların ısrarına rağmen mahkemeye getirilmemiştir. Sadece bu durum bile davanın yeniden görülmesini gerektirecek bir meseledir. Hatırlarsanız Ergenekon davaları yıllarca sürmüş, bütün sanıklar uzun uzun savunma yapmış, bütün deliller, sanıklar ve tanıklar tek tek mahkeme huzuruna çıkarılmıştı. Bu nedenle de yargılamanın çok uzun sürdüğü şikayetleri olmuştu. O eleştirilere rağmen mahkeme bütün tanık ve sanıkların dinlenmesi konusunda özen göstermişti. Bazı sanıkların ısrarla “Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök mahkemeye gelsin” demesine rağmen, Özkök Paşa’nın ifadesi mahkeme salonunda değil; özel bir görüşme sonucunda alınmıştı.
Özkök Paşa’nın mahkemeye getirilmemesi daha sonra Ergenekon davalarının başına bela oldu malumunuz. Yargıtay, yargılamanın önemli tanıklarından olan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün mahkeme huzurunda dinlenmemesi gerekçesi ile kararı esastan bozarak, dosyayı yerel mahkemeye geri gönderdi.
Özkök Paşa gelmeyince dava esastan bozuluyor da Hulusi Akar gelmeyince niye bozulmuyor?
Kaldı ki Özkök orada birinci derecede tanık da sayılmaz. Görev yaptığı süre içinde Ergenekon adı verilen örgütle ilgili bilgisi ya da duyumu olup olmadığına dair beyanda bulunacaktı. Öyle bekleniyordu.
Oysa Akar, darbenin tam göbeğinde.
Kendi iddiasına göre “darbenin tutsağı ve mağduru.”
Bazı sanıklar öyle demiyor ve doğrudan Akar’ı suçluyor. O güne ait kamera görüntüleri de Akar’ı zan altında bırakıyor. Filtre kahve içerek, çerez yiyerek, televizyon izleyerek “darbe tutsağı” olunmaz. Dolayısıyla Hulusi Akar’ın ifade vermediği ve sanıklarla yüz yüze gelmediği, çapraz sorguya dahil edilmediği her yargılama eksiktir ve yeniden yargılama sebebidir.
15 Temmuz darbesinin diğer önemli aktörü MİT Müsteşarı Hakan Fidan da ifadeye gelmemiş, 15 Temmuz’da MİT’in istihbarat zaafiyeti olup olmadığına dair soru işaretlerine cevap vermemiştir.
Böyle bir şey olur mu?
Darbeden haberdar olmadıysa, görevini layıkıyla yapamadığı için istifası gerekir. Haberi oldu ama üstlerini uyarmadıysa daha feci bir hata yapmış demektir. Darbe günü esrarengiz bir şekilde Akıncı üssüne gelip gitmesine izah getirilememiştir. Fidan’ın ifade vermediği mahkeme, bir tiyatrodan ibarettir; gerçekleri ortaya çıkarmak için değil iktidarın dikte ettirdiği kararı vermek için yapılmıştır.
3- Masumiyet karinesi ve savunma hakkı ihlal edilmiştir.
Daha mahkeme başlamadan yapılan ve kesin delil gibi sunulan iddialara karşı güçlü savunma yapılmasının önüne geçilmiştir. Mahkeme başlarken elleri kelepçeli sanıkların, özel olarak oraya toplanmış öfkeli kalabalığın içinden geçirilmesi, yuhalanması ve linç görüntüsü verilmesi savunma yapacaklar için yıldırma, sindirme ve korkutma amaçlıdır. İlkel bir metottur ve modern hukukta yeri yoktur.
Ceza hukukunun en temel ilkesi Masumiyet Karinesidir. Suçluluğu bir mahkemenin kesin kararı ile sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Bu davalarda Masumiyet karinesi açıkça ihlal edilmiş ve savunma hakkı ağır bir darbe almıştır.
Oysa yargılamanın üç ayağı vardır: İddia makamı, savunma makamı ve karar makamı. Bunlardan herhangi biri kasten taciz edilir, korkutulur ya da yıldırılırsa mahkeme akim bırakılmış, karar güdük kalmış demektir.
4- Yargılama başlangıcından itibaren siyasi iktidar mahkemeler üzerinde açık baskı kurmuş ve karar sürecine müdahil olmuştur.
En başta Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, kamuoyu önünde sanıkları kesin suçlu imiş gibi gösteren sözler sarf etmiş; hatta davaların bir an önce sonuçlanması ve cezaların kesilmesini isteyerek açıkça baskı yapmıştır. Yargı bağımsızlığına gölge düşürmüş ve hakimleri zan altında bırakmıştır. Bu baskılar yüzünden dava süreci hızlanmış, alelacele kararlar alınmış ve sanıklara çok ağır ceza yağdırılmıştır. Yargı bağımsız değilse ve hakimler baskı altında karar vermişse bu davaların tekrar görülmesi gerekmez mi?
5- 15 Temmuz yargılamaları başladıktan sonra çok sayıda yeni delil ve tanık ortaya çıkmış; darbenin bir kumpas olduğuna dair kamuoyunda güçlü bir kanaat meydana gelmiştir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’a “Kontrollü darbe” demesi, darbenin en kritik ismi Adil Öksüz’ün bir kısım devlet görevlileriyle olan ilişkilerini gündeme getirmesi şüpheleri artırdı. HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 15 Temmuz için “Cumhuriyet tarihinin en büyük kumpasıdır” demesi bazı somut kuşkulara dayanmaktadır. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in, Semih Tufan Gülaltay’ın, hatta 15 Temmuz davalarında tanıklık yapan bazı AKP’lilerin “Darbeyi önceden biliyorduk” demesi olayları tertipleyen bir başka gücün varlığını tescilliyor.
Yargının bu iddiaları görmezden gelmesi başlı başına bir hak ihlalidir. Yargıçlar, siyasetin borazanı ve militanı değil; gerçeğin detektifidir.
Semih Tufan Gülaltay “Darbeyi bir buçuk ay önce savcılığa dilekçe vererek bildirdim” diyor, Perinçek “Önceden haber verdik” diyerek adres ve isim söylüyor… Bu iddialar davanın seyrini değiştirmesi ve sanık veya tanık sandalyesine başka isimlerin de davet edilmesini gerektiriyor. Ama yukarıdan gelen ‘bir an önce davaların bitirilmesi ve cezaların verilmesi baskısı’ buna izin vermiyor. Ortaya çıkan yeni bilgi ve belgeleri incelemeden, tanıkları dinlemeden karar veren bir mahkeme meşru olabilir mi?