Davutoğlu'ndan akademisyenlere 3 başlıkta eleştiri

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyeleri ile bir araya geldiği toplantıda, 'Bu suça ortak olmayacağız' başlıklı bildiriye imza atan akademisyenleri eleştirdi. PKK'nın eylemlerine, Doğu'da yaşanan kaosa değinen Davutoğlu, 3 ayrı kriterle akademisyenlere cevap verdi. Davutoğlu, "Bildiride ülke güllük gülistanlık iken, barış içinde birileri çaba gösterirken ceberrut devletin baskı yaptığı bir resim çiziliyor. Vicdanlarına soruyorum, aklılarına soruyorum; bir resim çizseler Sur'da, Silopi'de, Cizre'de tablo bu mu?" dedi.

Ahmet Davutoğlu, İstanbul'daki programı kapsamında Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde YÖK üyeleri ile bir araya geldi. Burada yaptığı konuşmada 'Bu suça ortak olmayacağız' başlıklı bildiriye imza atan akademisyenleri eleştiren Davutoğlu, bildirinin neden yanlış olduğuna yönelik fikrini 3 ayrı kriterle açıkladı.

Davutoğlu'nun akademisyenlere yönelik eleştirileri şöyle: "Bugünlerde tam ben Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu, arkasından Ar-Ge projeleri, arkasından YÖK üyeleri ile bir araya gelip bu haftayı Türkiye'de bilimin, araştırmanın ve yüksek öğretimin konuşulması gereken bir hafta olarak tasavvur etmiş, özel kalemime bunları koyacaksınız ve Türkiye'nin gündemi bu hafta bilim hayatında yapacağımız zihniyet reformlarına odaklanacak derken, önce terör saldırısı oldu, sonra da bir grup akademisyenini yayınladığı bildiri ile hepimiz bir başka tartışmanın içine çekildik. Dün Çınar'da yapılan saldırı ile de terör bütün iğrenç yüzünü hepimizin önüne koydu.

ELLERİNİZİ VİCDANLARINIZA KOYAMIYORSANIZ, BARİ AKILLARINIZI DUMURA UĞRATMAYIN

Meslektaşlarım diyeceğim bu akademisyenlere, tanıdıklarım var içinde, onlara muhtemelen belli ön yargıları da ortadan kaldırabilmek için Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı olarak değil, bir meslektaş olarak sizin huzurunuzdan seslenmek istiyorum. Gelin hep beraber bu bildiriyi 3 temel prensip açısından gözden geçirelim. Altına çok sayıda profesörümüzün imza attığı bu bildirinin şöyle bir anatomisini çıkaralım tıbbi tabirle. Başımızı iki elimizin arasına alıp nasıl bir bilim dünyasında yaşıyoruz bunu gözden geçirelim. Olgusal gerçeklik duruş açısından bu bildiriye baktığımızda öyle bir intiba var ki; Türkiye'de halkları katleden bir devlet var, kafasına estiği için ve katliam yapma iradesi ile halkları yerinden sürmek iradesi ile harekete geçmiş bir devlet mekanizması var, karşısında da masum, hiçbir gücü olmayan, mağdur edilmiş bir kesim var. Bu kesimin adı da yok. Şimdi, olgusal olarak bakalım vakıa böyle mi? O söyledikleri devlet bu sene 2 seçim yaşadı. Dünyanın hiçbir yerinde bu seçimlerle ilgili tek bir şüphe uyanmadı. Demokratik seçimlerle gerçekleştirdi ve dünyanın en katılımcı, temsil gücü en yüksek parlamentosu oluştu. Bu seçimlerde bir terör örgütü, bir değil, 3 terör örgütü demokrasiye savaş ilan edercesine birbirleri ile senkronize bir şekilde 20 Temmuz'da harekete geçti. DEAŞ 20 Temmuz'da Suruç'ta, arkasından aynı gün PKK Adıyaman'da, 2 gün sonra Ceylanpınar'da, arkasından DHKP-C harekete geçti. Şimdi bu bildiride bunları görmüyorsunuz, bildiride hiçbir terör örgütü yok. Bildiride ülke güllük gülistanlık iken, barış içinde birileri çaba gösterirken ceberrut devletin baskı yaptığı bir resim çiziliyor. Vicdanlarına soruyorum, aklılarına soruyorum bir resim çizseler Sur'da, Silopi'de, Cizre'de tablo bu mu? Daha dün Çınar'da 3'ü çocuk 6 vefat var. Bu çocuklardan birisi 5 aylık. Babası polis memuru, babası ile birlikte şehit edildi annesi de şu anda hastanede. Bu bildiride ne Ecrin var ne Efe var ne İrem var. Eğer bu bildiriye bakarsak bunları da devlet öldürdü. Peki olgusal gerçeklik bu mu? Ellerinizi vicdanınıza koyamıyorsanız bari akıllarınızı böyle dumura uğratmayın.

Bugün Tabipler Odası'nın da bildirisini gördük. 2 hafta öncesinde Cizre'den devlet hastanesinden gelen doktorları kabul etmiştim. Cizre Devlet Hastanesi'ne 20 roket atıldı. Orada doktorlar o roket altında Cizre halkına yardım ediyorlar. Hani devletin sürmek ya da katletmek istediği iddia edilen Cizre halkına. Resimde bunlar yok. Şimdi soruyorum bu aydınlara; neden resmi tek yanlı çizersiniz. Neden Kandil'in zihnindeki ideolojiyi bilimsel bir metin gibi altına imza atarak toplumsallaştırmaya çalışırsınız? Önce resmi doğru çekelim. Türkiye'de bir terör saldırısı vardır. Türkiye'deki bebekleri, çocukları katleden bir terör örgütü vardır. Bu derece silah yığınağı yapan bir topluluğu sanki masum bir topluluk gibi yansıtıyorsunuz. Olgusal gerçekliğe uymayan bir resim üzerinden bir bildiri ortaya konuyor.

AHLAKİ SORUMLULUK FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KARDEŞİDİR

İkincisi fikir özgürlüğü bağlamında. Her türlü fikir özgürlüğünü açıktan desteklemiş, kendi sınıfımda öğretim üyesi olarak ders verirken 'önce beni eleştireceksiniz sonra derse başlayacaksınız' demiş bir öğretim üyesi olarak söylüyorum. Her türlü eleştiriye açığız. Yanlış varsa bunu da tartışmaya açığız. Fikir özgürlüğü adına birileri şiddeti, terörü meşrulaştırır, hiçbir delil ortada yokken bölge halklarını katletmekle suçladıkları bir devletin vatandaşları olarak, böyle bir belge ortaya koymaksızın bu ifadeleri kullanıyorlarsa, işte burada fikir özgürlüğü ile ilgili hepimizin oturup ciddi şekilde düşünmesi gereken bir aşamadayız demektir. Herhangi bir bilim insanı, 12 Eyül'den sonra dönüp o terörü, şiddeti meşru kılacak bir açıklama yapabilir miydi, yatı mı? İkaz etmeye gerek olmaksızın her Amerikalı bilim adamı bilir ki; 12 Eylül saldırısı ile ilgili eylem bütün Amerika'ya idi. Ahlaki sorumluluk fikir özgürlüğünün kardeşidir.

Bu metne baktığımızda terör odaklarının açıkça meşru kılındığı, buna karşılık bu terörü durdurmak isteyen güvenlik güçlerinin şeytanlaştırıldığı bir tablo ortaya çıkıyor. Hangi üniversitede iseler, o üniversiteye giderken 3 barikat, 5 çukur aşarak ve kaldırım kenarlarından 'aman bir el yapımı bombaya basmadan şu üniversiteye ulaşayım' diye çaba sarf ederek geçiyor olsalardı acaba bu bildiriye imza atarlar mıydı? Bu bildiriye imza atanlar, dolaylı olarak o barikatlara, o çukurlara meşru muamelesi yapıyorlar.

İMZA ATANI SİYASET BİLİMİNE GİRİŞ DERSİNDEN BİLE SINIFTA BIRAKIRIM

Üçüncüsü kavramsal teorik tutarlılık ve duruş. Metne baktığınızda işte birçok kavram arka arkaya sıralanıyor. Bu akademisyenleri doktora jürisinde düşünüyorum ve önlerinde doktora tezi veren birisi demokrasi tezi işlerken, Kürt siyasi iradesi diye bir kavramı diye bir kavramı gündeme getirdiğini tahayyül ediyorum. Kürt siyasi iradesi diyen birisi karşılığında, Alevi siyasi iradesi, Türk siyasi iradesi, Sünni siyasi iradesi diye toplumu parçalayan ve etnik temelli, kimlik temelli bir kutuplaşmanın önünü açar. Onun için Irak bu halde, onun için Suriye bu halde. Hepimizi birleştiren en önemli irade Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı iradesidir. Bunun dışında bir iradeyi düşüncenize temel teşkil ederseniz buna demokrasi denmez. Ayrıca totalist ve stalist bir şekilde Kürt vatandaşlarımızın iradesini tek bir terör örgütünün temsil ettiğini iddia ederseniz Türkiye'deki vakaya da uymaz. AK Parti şu anda 7 bölgede en büyük partidir. Bize oy veren Kürt seçmenlerimizin iradesi bizde tecelli eder, onlarda değil. Böyle bir literatürü kullanan bir metne eğer bir siyaset bilimi profesörü, eğer bir demokrasiye önem veren birisi imza atmışsa ben onu siyaset bilimi giriş dersinden bile sınıfta bırakırım. Demokrasi kimlik temelli tanımlamalar üzerinden bir irade teşekkül ettirmez."

CİHAN
15 Ocak 2016 18:43
DİĞER HABERLER