Değişen devirler ama değişmeyen cevirler

Sakın zulmedenlere meyletmeyin, onlara sempati duymayın. Yoksa ateş size dokunur” (Hûd Suresi, 11/113)
Bediüzzaman, Hazretleri Yirmi Dokuzuncu Mektubun Altıncı Kısım olan Altıncı Risalesinde talebelerini ikaz etmek için insan ve cin şeytanlarının sinsi hilelerinden altı tanesini ele almış ve aldanmamaları için âdeta alârma geçirmek istemiştir. “Sakın zulmedenlere meyletmeyin, onlara sempati duymayın. Yoksa ateş size dokunur” (Hûd Suresi, 11/113) âyetinin bir nevi tefsiri olarak, onların altı desiselerini akim bırakacak ve hücum yollarının altısını seddedecek mâhiyettedir.
Sinsi hilelerinden “Birinci Desise” (Kur’an-ı Kerim’de “İnsan ve cinni şeytanlardan bazısı, bazısına, yaldız sözler fısıldayıp telkin ederler.” (En’am Suresi, 112) âyetinin işaret buyurduğu üzere), insan şeytanları cinnî iblislerden aldıkları derse binaen, Kur’an cemaatinin fedakâr hizmet erlerini, makam sevgisi ve düşkünlüğü olan “Hubb-u câh” vasıtasıyla aldatmak ve kudsi hizmetten ve o mânevî, ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar… Şöyle ki: İnsan da, ekseriyet itibarıyla hubb-u cah denilen şöhret hırsı ve kendini beğendirme, şan ve şeref denilen riyâkârâne, halklara görünme, halk nazarında, kamu oyunda mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde az-çok arzu vardır… Hatta o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhret-perestlik hissi onu sevk eder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya içinde gayet dağdağalıdır. Kötü ahlâkların çoğunun da kaynağıdır ve insanların da EN ZAYIF  DAMARIDIR. Yani onlar, bir insanı yakalamak ve kendilerine çekmek için, onun o hissini okşamakla kendilerine bağlarlar, hem onunla onu mağlup ederler. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların zayıf damarından ehl-i ilhadın (İslamın cibilli düşmanlarının) istifade etmek ihtimalidir. Bu hâl beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçâre dostlarımı o suretle çektiler, mânen onları tehlikeye attılar.”
Maalesef  bu süreçte hayretler içerisinde pek çoklarını gördük. İlk başlarda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfına gelip “Yâ bize beş kat maaş veriyorlar… İstediğimiz yerde yazıp çiziyoruz. Zaten başka türlü olsa, bizi açlığa mahkum ederler. Siz merhametlisiniz bizi bağışlarsınız.” diyenler oldu. Bazıları hakkında “İnsan bu kadar düşer mi?” diye bir yandan üzülürken bir yandan da tiksinti duymamanız da mümkün değil… 17-25 Aralık sonra, bu ve  benzeri durumları yaşayanlardan bazıları şöyle demişti: “Sizi zor günler bekliyor… Göreceksiniz sizleri en yakınlarınız hatta bazı akrabalarınız şikayet edecek, asla onlara kızmayın… Nefret söylemleriyle Türkiye paramparça hale getirilecek, sakın Türkiye’ye küsmeyin… Birbirine düşman haline getirilen ülkeyi tekrar toplayıp birleştirecek de bu Hizmet… Onun için sizlerin çok sabırlı olmanız gerekiyor.” Tabiî  o zaman bunlar tasavvurlarımızdan bile geçmiyordu. Ama tecrübe konuşuyormuş, dedikleri birer birer çıktı.
Üstad Hazretleri işte bu hubb-u câh tehlikesine karşı şunları tavsiye ediyor: “Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım! Bu hubb-u câh cihetinden gelen dessas (sinsi hilekâr) ehl-i dünyanın hafiyelerine (ajanlarına) veya ehl-i dalâletin propagandalarına veya şeytanın şakirtlerine deyiniz ki: ‘Evvelâ Allah rızası, Rahmanî iltifat ve Rabbânî kabul, öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve beğenmesi ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer İlahî rahmet ve merhametin teveccühü varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o rahmet teveccühünün yansıması ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür. Yoksa arzu edilecek bir şey değildir… Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez!” 
Buyurun, makam, şöhret ve saltanat hevesiyle insanlara haksızlık yapan zulmeden, zayıfları ezip sömüren çeşit çeşit insanların sonlarına bir bakalım:
Nemrutların, firavunların sonu ne oldu? O halkını hor hakir görüp “Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?” diyen Firavunun haline bir bakınız; Londra’da müzede sergilendiği şekliyle, hem de hiç mumyalanmadan, ibret-i âlem olacak şekilde nasıl iki büklüm!.. Acınacak hâlinden ibret almaya bakalım. 
Yerin dibine batırılan Karun’a bakınız…
Mazlumların bölgesini ateşe veren Neron’a dikkat ediniz. “Yardım edin de şunu tamamlayayım” diyerek intihar etmeyi beceremeyen çaresizliği içindeki derbederliğine…
Hitler’e,  Mussoline’ye… Hazin sonlarına 
Osmanlıyı arkadan vuranlara… Lavrensin feci sonuna… Hatta Şerif Hüseyin’e oğullarına ve torunlarına.
Libya lideri Kaddafiye, Saddam Hüseyin’e… Son anda başlarına gelenler, bütün hak-hukuk tanımazlara bir ders olmalıdır…
“Filan adam fenalık yaptı, belâsını da buldu” demeyen insan var mıdır?
Merhum Yusuf dedemin anlattığı bir olayı hep hatırlarım. Şöyle demişti: “Çocukluğumda seferberlik kargaşaları içinde, bizim oralarda bazı eşkıyalar türemişti. Bunlar asker kaçağı zâlimlerdi. Köylerde kalmış yaşlı kimselerin evlerini basıyor, koltuklarının altına kaynar suda pişirilmiş yumurta koyarak işkence ediyor, nerede paraları, altınları varsa zorla alıyorlardı. Babam Molla Abdullah harpte şehid olmuştu. Amcalarım hep savaşta idi. Bir gece bir çalgı sesiyle uyandım. Pencereden baktığımda arkada bahçeliğin içinde büyük ateş yakılmış, içki-işret için eşkıyalar etrafına toplanmıştı. Alnında ve yüzünde kocaman bir yara izi bulunan başlarındaki çete reisini iyi gördüm. Ama harp bitti, bir şekilde bu herif kurtuldu. Hacıkebir / Hacıbekir ve Çavdarhisar pazarlarında Çarşamba ve Perşembe günleri ben onu görür ve hep ‘Adamın yaptıkları yanına kâr kaldı!..” diye üzülürdüm. Ama seneler sonra karlı bir gecede, köpeğimiz gecenin yarısı, evimizin dört bir yanına koşuyor, havlayıp duruyordu. Kalktım gittim baktım, kocaman bir adam, zor yürüyor: ‘Ah ölemedim kaldım… Sürünüyorum!..’ diyordu. Yüzünün yarası ile o adam işte!..  Evlatları, yakınları bakmamışlar, o yaşta onu atmışlar. O da bizim köyün, köy odalarında, misafirhanelerinde kalmaya başlamış. Rezil, rüsvay… Gece tuvalete çıkmış… Geri yolu bulamamış, oradan oraya dolaşmaya başlamış… Köpekler saldırmış… İşte öyle iğrenç haliyle inleyip duruyordu!” 
Allah imhâl eder, mühlet verir ama asla ihmâl etmez…

21 Haziran 2018 14:19
DİĞER HABERLER