28 yıldır Anadolu'yu karış karış dolaşarak vakıf camilerindeki tarihi halıları topluyor. Bugüne kadar yüz binlerce halıyı incelemiş. Çok defa bitlenmiş, güvelerle mücadele etmiş. Tüm bu zorluklarla baş edip paha biçilemez halıları gün yüzüne çıkartmanın dışında, depolardan çalınan halıları hafiye gibi takip etmiş.
Suzan Bayraktaroğlu ile 4 yıl önce açılan halı müzesinde, Ankara'da görüşüyoruz. Arka fonda göz alıcı kırmızısı ve mavisiyle 400 yıl önce dokunmuş bir Milas halısı. Yerde 16. yy'dan kalan başka bir halı. Üzerinde oturuyoruz. Biz konuşurken içeriye bir anne-kız giriyor. Genç anne duvarlarda raylı paravan sistemiyle sergilenen halıları ileri geri iterek inceliyor. Kızı ise yere çömeliyor hemen. Yüzyıllık halının desenlerini inceliyor.
Seccadeler koca bir kitabın sayfalarıymış gibi dizilmiş. Her sayfada başka bir yörenin ve yüzyılın deseniyle, rengiyle karşılaşıyorlar. Annesi desenlere ve renklerine, bir de kaçıncı yüzyıldan kaldığına dikkat ediyor, kızı ise sayfa gibi açılmasına, çevirip çevirip kahkahalar atıyor.
Vakıf Eserleri Müzesi Ulus'ta Gençlik Parkı'nın hemen karşısında, İller Bankası'nın yanında tarihi bir binada ziyaretçilerini bekliyor. Giderseniz giriş katta, soldaki salonda turuncu bir zemin üzerine asılı olan karanfil desenli Milas halısına dikkatlice bakın. Uzun ve aksiyon dolu bir seyahatin sonunda oraya gelmiş. Onu yüzyıllar süren uykusundan genç ve meraklı bir halı uzmanı Suzan Bayraktar uyandırır önce. Milas Ulucamii'nde onlarca kat halının altında toz ve güve içinde kendisine yüklenen görevi sabırla ifa ediyordur çünkü. Bayraktar, deseni, rengi, örme tekniği ile benzersiz olan halıyı envanter listesine bir numaralı halı olarak kaydeder ve depoya kaldırır. O vakitler müze olmadığı için vakıf eserleri depolarda tutuluyordur. Bu halının hikâyesinin finali, bulunmasından yıllar sonra 2002'de başlıyor.
Suzan Hanım, ofisinde Washington'dan gelen bir halı sergisinin kataloğunu inceliyordur. Sayfaları çevirirken depodaki bir numaralı halının fotoğrafıyla karşılaşır. O süreci şöyle anlatıyor: "Şoke oldum. Elim ayağım titremeye başladı. Depoda bildiğimiz halı Amerika'da ve adamlar sergilerinin kataloğunu Washington'dan Ankara'ya arkadaşıma gönderiyorlar."
Uzun yazışmalar, İnterpol'e bildirmeler sonunda halı Amerika'dan 2004'te gelir ve 2007 yılında kurulan müzede yerini alır. Bayraktaroğlu, insanların camilere vakfettiği, yüzyıllarca dayanıp günümüze ulaşan her biri sanat eseri kıymetindeki halıların böyle bir akıbete uğramasını büyük vebal olarak görüyor. Nitekim ilk çalıntı halıya rastladığı 1994 yılındaki şaşkınlık ve heyecanını anlatırken gözleri doluyor.
Konuşma yaptığı sempozyumda çalıntı halıyla karşılaştı
İstanbul'da büyük bir halı kongresi yapılıyordur, Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı dünyadan gelen yüzlerce halı uzmanı ve halı ticaretiyle uğraşan onlarca firmayı ağırlamaktadır. Firmalar stant kurmuş halılarını ziyaretçilere gösteriyordur. Bayraktaroğlu da konuşmasını yaptıktan sonra bu stantları gezerken daha yenilerde envantere kaydettiği ve depoya kaldırdıkları halıyı bir gurup yabancının incelediğini görür. Gerisini kendisi anlatıyor: "Yaklaştım evet bu bizim halı. Hatta halıyı kendi ellerimle tamir etmiştim, diktiğim ipi buldum. Elim ayağım titremeye başladı. Firmaya belli etmemem gerekiyordu ama çok heyecanlanmıştım. Nereye söylemeliyim, genel müdürlüğümü aramalıyım, emniyete mi haber vermeliyim, şaşırdım kaldım. Neden sonra bu organizasyonun başındaki profesöre söylemek aklıma geldi. Adını şimdi hatırlamıyorum. Yanına gittiğimizde dilim tutuldu, bir süre konuşamadım. Kızım sakin ol, söyle diyor. Yanımdaki arkadaşıma sen söyle diyorum ama o da neyi söyleyeceğini bilmiyor. Birkaç dakika sonra sakinleştim, hoca anlattıklarımı duyar duymaz standa gitti, halıya el koydu. Firma halının çalıntı olduğundan haberdar değilmiş. Aynı kişiden 7 halı aldıklarını söylediler. Hepsini verdiler. O zaman gece 12'ye kadar emniyette kaldık."
Araştırmacıların girmesi yasak ama hırsızlar girebilir
Suzan Hanım, İki yıl sonra 1996'da yine İstanbul'daki uluslararası bir toplantıya uzman sıfatıyla katılır. Zengin bir Alman, halı koleksiyonunu ve koleksiyonunun en nadide parçaları olan Türk halılarını anlatır. Sunumunun sonuna doğru der ki "Koleksiyonumun en değerli parçasını göstereceğim şimdi. Henüz yeni aldığım için kitabıma ve sunumuma koyamadım." Ekrana yansıyan fotoğraf Suzan Hanım'ı şoke eder. Öyle derin bir ah çeker ki bütün salon dönüp ona bakar. Hatta ne tesadüftür ki önünde oturan kişi önceki toplantıda da vardır ve dönüp Suzan Hanım'a "Yine mi?" der.
Koleksiyoner satın aldığı halının çalıntı olduğunu duyunca sempozyumu da ülkeyi de terk eder. Uzun yazışmalar bir sonuç getirmez. Halı halen Almanya'da, koleksiyoner ise ölmüş. Böyle olaylar sadece halıların başına gelmiyor, 2000'li yıllara kadar vakıf camilerinden o kadar çok eser çalınıyor ki o zamanlar vakıflarda çalışan personel arasında şöyle bir espri dolaşır: "Depolara araştırmacıların girmesi yasak ama hırsızlara serbest."
Vakıf mallarını çalınmamaları için müzede sergilemek gerekiyor
2002 yılına kadar çalıntı eserlerle ilgili nasıl bir prosedür izleneceği de muallaktadır. O yıl kurulan kaçakçılık birimi artık çalınan eserlerin peşine düşüyor. Ama Bayraktaroğlu'na göre hırsızlıklara karşı en iyi önlem müze açmak. Bayraktaroğlu, "İnsanlar bu eserleri depolarda durması için değil insanlığa hizmet etmesi için bağışlamış. Vakıf eseri olmalarının bir gereği olarak halkın kullanımına açılması gerekiyor." diyor. Nitekim 2007 yılında kurulan 6 müze, camilerden toplanan ve yıllarca depolarda saklanan tarihi halıları sergiliyor. Bayraktaroğlu bu müzeleri 28 yıllık emeğinin neticesi olarak görüyor ve müzeyi gözleri yaşararak anlatıyor: "Aslında 80'li yıllarda böyle bir müze kurulabilirdi ama yapılmadı. Benim işime de çul-çaputla ilgilenmek olarak bakıyorlardı. Nihayet bunların kıymeti anlaşıldı, emeklerimiz boşa gitmedi, çürümekten ve çalınmaktan kurtardığımız vakıf malları yeniden halkın hizmetine girdi."
Saçımı bitlenmeyeyim diye hep kısa kestirirdim
Tarihi halıları tespit etmek için köy köy dolaşan Suzan Hanım çok kere bitlenmiş, "Saçımı hep kısa kestirirdim, kolay temizlensin diye." diyor. Müzeyi gezdirirken mesleki hayatında en büyük desteği eşinden aldığını söylüyor. Bunaldığı zamanlarda "Görevin bu yapmalısın." diyerek şevklendirmiş, sık sık şehir dışına seyahate gittiğinde çocuklara bakmış. Müze kurulurken de her türlü yardımı yapmış. Getir götür işlerini bile. O yüzden "Eşim sayesinde halı uzmanı oldum. Eşim hem bana hem de halılara sahip çıktı." diyor.
Halı Türk icadı ama üniversitelerde dersi yok
Suzan Bayraktaroğlu, sanat tarihi bölümünde okurken hocasının yönlendirmesiyle halı ve kilim üzerine çalışmaya başlamış. Yıl 1978. "O zamanlar halı ve kilimlerle ilgilenmezdi kimse. Önemsenmezdi. Hocam beni halı üzerine çalışma yapmaya yönlendirdi. Yüksek lisans tezimi de bu alanda yaptım. Halen hiçbir üniversitede Türk halı ve kilimine dair bir ders yok. İki yıllık bölümlerde halı örmeyi öğretiyorlar ama uzman yetiştirilmiyor. 1983'ten beri yüzlerce vakıf cemisinin on binlerce halısını inceledim. Bir halı ya da kilimin deseninden, renginden, örgü tekniğinden nereye ve hangi yüzyıla ait olduğunu anlayabiliyorum. Aldığım eğitimden çok mesleki hayatımın bir katkısı bu. Kimse ilgi duymadı bu zamana kadar, keşke bu birikimimi anlatabileceğim birileri olsa. Yeni gelen uzmanlar arasında ilgililer var, daha çok başındalar. Bu biraz olsun beni rahatlatıyor."
Ölümlük halılar
Suzan Bayraktaroğlu: Anadolu'da vefat edenler evden halıya sarılarak çıkarılır. Hâlâ devam eden bir gelenektir. Camiye götürüldükten sonra bu halı ölenin hayrına camide bırakılır, üzerinde namaz kılındıkça sahibinin ruhuna da sevap gitsin diye. Ölümlük halı denir bunlara. Her genç kız daha bekârken hem kendisine hem de eşine birer ölümlük halı örer. En iyi iplerden, en güzel desenlerde ve renklerde dokur. Çeyizinde saklar. Günümüze kalan 500-600 yıllık halılar da böyle. Devrinin en ince estetik anlayışını sergiler. Vakfedildiği için ne kadar eskirse eskisin camilerden atılmazlar. Çoğu tarihi caminin zeminde 6-7 kat halı serilidir. Asırlık halılar işte buralarda en altta kalanları. Eğer bu gelenek olmasaydı o zamandan günümüze halı kalmazdı. Vakfedilen eşyaya duyulan bu saygı maalesef bugün yok. Biz gidiyoruz halıları inceliyoruz. Ayırtıyoruz, eğer o gün aldırmazsak camide bırakırsak, nasıl duyuyorlarsa hemen gelip çalıyorlar.