Deprem afet mi? Nimet mi?

Samanuoluhaber.com yazarı Dr. Selim Koç Deprem felaketini, farklı bir bakış açısıyla analiz etti...

Türkiye, 6 Şubat 2023 sabahı uyandığında yeni bir deprem haberiyle sarsıldı. Maraş merkezli 7.4 büyüklüğünde deprem çevre illerde de büyük bir tahribata sebebiyet verdi. Depremin yıktığı binalar, göçük altında kalan insanların feryatları, dışarıya çıkan kişilerin sosyal medya mecralarından yakınlarını kurtarmak için çağrıda bulunanların çaresizliğine şahit oldu, olmaya da devam ediyor. Ölü sayısı her geçen gün artmakta ve ciddi oranlara ulaşacağından endişe edilmektedir. Dualarımız milletimizle fakat bu süreçte şu gerçekleri de bu vesileyle dile getirmek de, olmazsa olmaz bir vecibe olduğunu düşünüyorum.
 
Herkes depremi tabii doğal bir afet olarak değerlendirir ve gerçek katiller her zaman bunun arkasına sığınır. Halbuki depremler doğal afet değil, yeryüzünün yaratılışından kaynaklanan tabii bir hadisedir. Tekrar ediyorum, afet değil, yüce yaratıcının yeryüzüne koyduğu ilahi bir kanundur. Nasıl mı?
 
Bugün jeofizikle meşgul olanlar depremi kısaca şöyle  tanımlar: "Yerküre içerisindeki kırık (fay) düzlemleri üzerinde biriken biçim değiştirme enerjisinin aniden boşalması sonucunda meydana gelen yer değiştirme hareketinden kaynaklanan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzünü sarsması olayına deprem denir. Dünyada her yıl yaklaşık 3,5 milyon deprem/sarsıntı meydana gelir. Bunların yalnızca 1 milyonu kaydedilebilir. Hissedilebilen deprem sayısı ise yalnızca 34 bin kadardır." (Daha geniş bilgi için bkz. Turgay Ercan Şengöz, Deprem Nedir ve Nasıl Oluşur? (www.academia.edu)
 
Kur'ân, yerkabuğunun "mağma" tabakası üzerindeki bu hareketliliğine ya da bu kanuna/sünnetullaha dikkat çekerken "Sen yeryüzü üzerindeki dağları görürsün de onların yerlerinde durduğunu sanırsın. Oysa onlar, bulutlar gibi yürür, geçip giderler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatı, bir yaratış tekniğidir…" (Neml, 27/88) buyurur.

Evet, yüce Yaratıcı üzerinde yaşadığımız yerkabuğunu levhalar halinde yaratmıştır ve bu levhalar sürekli olarak hareket halindedir. Yılda birkaç santim seviyesinde cereyan eden bu hareketlerin sonucunda kıtalar kayar, sıra dağlar yaratılır, ovalar açılır, yeryüzü yeniden biçimlendirilir. Heybetli dağlar, kızgın madenlerden meydana gelmiş adeta bir deniz üzerinde (magma) bir yandan yüzer, bir yandan da şekilden şekle sokulur… Tıpkı gökteki bulutların hareketi ve şekillenmesi gibi. Şu farkla ki, saatin ibresi birinde dakikaları, diğerinde jeolojik çağları sayar. (Ümit Şimşek, İlgili ayetin mealinden)
 
Çok dikkat çekicidir ki bu hakikatlerin ifade edildiği Neml Sûresi’ndeki yukarıdaki ayetin fezlekesi "O, yaptıklarınızdan haberdardır." şeklinde biter. Yani Allah, bu kanuna riayet eden-etmeyen; bu kanuna göre hareket etmeyip depremlerde kendini öldüren ya da bu kanunları uygulamayıp on binlerce insanın ölümüne sebebiyet veren yetkili/etkili katilleri iyi bilir. Bu hususta kimin ne işlediğinden haberdardır. Kimin hangi yapıyı yaparken neleri eksik yaptığından, hangi yetkilinin rüşvetle kendilerine göz yumduğundan ve kimlerin katline sebebiyet verdiğinden/vereceğinden haberdardır; kendilerine bu cinayetlerin hesabını soracaktır.
 
Sarsıntılara Karşı, Allah "Tedbirlerinizi Alın!" Buyurur

Üzerinde yaşadığımız yerkabuğu, dünyanın kendi büyüklüğüne oranla son derece ince bir kabuktur; bu kabuk, yoğun ve kızgın bir sıvı olarak niteleyebileceğimiz "manto tabakası" üzerine serilmiştir. Karalarda, denizlerde ve bazı platolarda kalınlığı değişse de ortalama 33 km kalınlığındaki yerkabuğu, eğer bütün yeryüzü boyunca aynı kalınlığı korusaydı, sürekli olarak kayan, ileri ve geri giden, birbiriyle çarpışıp duran, her an şiddetli depremlerle sarsılan bir dünyamız olurdu! İşte bunun önlemi, yaratılan sıra dağlarla alınmıştır: "Hem dünya hareketiyle sizi sarsmasın/çalkalamasın ve sarsıntıları daha az hissedesiniz diye, yeryüzüne sabit/sağlam/ağır baskılı dağlar/kazıklar koydu…" (Nahl, 16/15)
 
Zira dağların altında yerkabuğunun kalınlığı birden artar ve dağın kendi yüksekliğinin on, on beş misline kadar çıkar. Bu fazla kalınlık, tıpkı toprağa kök salan bir ağaç, yahut yere çakılan bir kazık/sutûn gibi, dağların, "manto tabakasına" doğru salınan kökleridir. Bu köklerle yerkabuğu o tabakaya tutunur, sağlamlaşır ve üzerinde barınanlar için güvenli bir yer halini alır. Nitekim bir başka ayet bunu daha açık bir şekilde ifade eder: "Biz yeryüzünü bir beşik/döşek yapmadık mı? Sarsıntıların tesirini azaltmak ve dengeyi korumak için dağları, yerin derinliklerine uzanan birer kazık olarak yerleştirmedik mi?" "(Nebe' Sûresi, 88/6, 7)
 
Allah (celle celâlühu) bu beyanlarıyla, bina yapımında ve şehirlerin kurulmasında gerekli zemin etütleri vermesinin yanında imar alanında görev alan uzman ve yetkililere/sorumlu kişilere zeminin durumuna göre kazıklar çakmayı, bu sarsıntılara dayanıklı malzeme kullanmayı ve binaları/şehirleri jeoloji biliminin verilerine göre inşa etmeyi emreder. Sebebi ne olursa olsun bu ilahi emre göre hareket etmeyenlerin ise hak katında sorumlu tutulacaklarını ihtar eder. Dolayısıyla asıl âfet ve bela deprem değil, hem bilimin verilerini kullanmayan hem de Kur'ân'ın emirlerini/ikazlarını dinlemeyenler; tekvinî şeriatın ve Kur'ân'ın emir ve tavsiyelerini ranta değiştirenlerdir. 
 
Deprem Afet Değil, Büyük Bir Nimettir

Bugün bilim adamları tektonik tabakaların henüz öneminin gereği gibi anlaşılamadığı ve tam olarak ifade edilemediği kanaatindedir. Ward ve Brownlee, Rare Earth'de "Tektonik tabakalar bir gezegendeki yaşamın ana şartı olabilir." der. İlginç olanı, "Güneş sistemimizdeki bütün gezegenler ve uydular içinde tektonik tabakalar yalnızca Dünya'da bulunmaktadır." Aslında herhangi bir gök cisminin tektonik tabakalara sahip olabilmesi, bu tabakaların kayabilmesi ve hareketinin kolaylaştırılabilmesi için okyanuslar dolusu suya da ihtiyaç vardır."

"Tektonik tabakalar, yalnızca bir su dünyasını önleyen kıtaların ve dağların oluşumuna yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda Dünya'nın karbondioksitini de -kaya döngüsü- harekete geçirir. Sera etkisini dengelemede ve gezegenin ısısını yaşanabilir bir düzeyde tutmada hayati bir rol oynar. Sera gazları, tıpkı karbondioksit gibi, kızılötesi enerjiyi emer ve gezegenin ısınmasına yardım eder; bu bakımdan hayati önem taşır. Sorun ise Güneş yavaş yavaş parlaklaşırken onların atmosferdeki yoğunluğunun kontrol altında tutulması gereğidir. Aksi halde Dünya yüzey ısısını istikrarlı tutamaz ve bu da felaketlere neden olur."

"Tektonik tabaka döngüleri -kalsiyum, karbondioksit ve oksijen atomlarından oluşan kireçtaşı dahil olmak üzere- çekirdek kabuğuna kadar uzanan yerkabuğunun parçalarıdır. Gezegenin içsel ısısı karbondioksit salar, bu karbondioksit volkanlar yoluyla sürekli olarak atmosfere püskürtülür. Bu oldukça ayrıntılı bir süreçtir, ama düzen sonuçta sera gazlarını dengede ve yüzey ısımızı kontrol altında tutan bir tür termostat işlevi görür."

"Tektonik tabakayı hareket ettiren şey, radyoaktif izotopların -Potasyum, Uranyum ve Toryum- ürettiği içsel ısıdır. Yeryüzünün derinliklerinde olan bu elementlerin aslı süpernovada oluşturulmuş ve bunların galaksi içindeki üretimleri, zamanla süpernova oranı azaldıkça, azalmaya devam etmektedir. Bu durum gelecekte dünya benzeri gezegenlerin var olma ihtimalini sınırlayan bir faktördür. Zira bunlar Dünya kadar içsel enerji üretemeyeceklerdir."

"Bu radyoaktif bozunma aynı zamanda Dünya'nın çekirdeğini çevreleyen likit demirin ısı iletimini harekete geçirmeye yardım eder. Bunun sonucunda da hayret verici bir fenomen ortaya çıkar: Fiilen Dünya'nın manyetik alanını üreten bir dinamo meydana gelir. Manyetik alan Dünya'daki yaşam için hayati önem taşır. Zira bizi düşük enerjili kozmik ışınlardan korur. Eğer bir manyetik kalkana sahip olmasaydık, atmosfere daha tehlikeli radyasyonlar ulaşabilecekti.

Ayrıca solar rüzgar partikülleri doğrudan üst atmosferle temas ederek, onu, özellikle de sudaki hidrojen ve oksijen moleküllerini soyacaktı. Bunun kötü yanı, çok hızlı bir su kaybı olacaktı."

"Şimdi tektonik tabakaların nasıl sera gazlarını dengeleyerek küresel ısının regüle edilmesini sağladığını hatırlayalım. Ayrıca bir başka doğal termostat daha vardır: Yeryüzünün Albedo'su. "Albedo" bir gezegenin yansıttığı güneş ışığı oranını ifade eder. Dünya, iklimin düzenlenmesi için yararlı olan Albedo kaynakları bakımından özellikle zengindir: Okyanuslar, kutup buzulları, çöller dahil olmak üzere kıta içleri. Dünya'nın yansıtamadığı bütün ışıklar emilir ve bu da yüzeyin ısınmasına neden olur."

"Bu durum Dünya'nın doğal geri besleme mekanizmalarından birisi aracılığıyla muhteşem bir sistemle kontrol edilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse deniz yosunu 'Dimetil sülfid' üretir. Bu durum bulut buharlama çekirdeklerinin yani CCN'lerin (cloud condensation nuclei) inşasına yardım eder. CCN, etrafında suyun bulut damlacıkları oluşturabilmek için yoğunlaşabileceği küçük parçacıklardır. Eğer okyanuslar aşırı derecede ısınırsa, o zaman bu yosun çok daha hızlı üreyecek ve daha fazla 'Dimetil sülfid' yayacak bu da daha büyük bir CCN yoğunlaşmasına ve deniz bulutu oluşumları için daha yüksek bir Albedoya yol açacaktır. Buna karşılık daha yüksek bulut Albedosu ise aşağıdaki okyanusu soğutacak, bu da yosun üretimin oranını azaltacaktır. Böylece doğal bir termostat oluşturulmaktadır." (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Lee Strobel (Çev. Sare Levin Atalay, Reşit Şahin), Hani Tanrı Ölmüştü? Ufuk Yay. 2013 İstanbul)

Bütün bunların ışığında düşündüğümüzde, sera gazlarını hassas bir şekilde dengeleyen kayan dev kaya tabakaları, yaşamın sürmesini sağlayan yer altı fırını işlevi gören bozunan reaktif izotoplar; kozmik tehlikeleri söndüren manyetik bir alan üreten içsel dinamo; biyoloji ile meteorolojiyi birleştiren hassas geri besleme döngüleri... Bunlar insanoğlu için afet mi nimet mi? Bu muhteşem sistem yüce Allah'ın kudret ve rahmetini gösteren apaçık deliller değil mi? Rahmaniyetinin akıllara durgunluk veren bu tecellisine bela ve musibet diye bakmak ve âfet diye isimlendirmek O'na karşı büyük bir saygısızlık olmaz mı? O abes iş yapar mı? Ey Rahman Sûresi’ni okuyanlar şu ayetleri okuyup manaları üzerinde düşündünüz mü hiç?

"Göğü bu âhenkle O yükseltti ve (yer gök bütün kainata) bir mîzân/nizam koydu ki siz de ders alıp ölçü/mizan dışına taşmayasınız, verilen ölçülerin dışında iş/icraat yapmayasınız." (Rahman Sûresi, 55/7,8) "Yeryüzüne gelince, Allah, onu da mevcut bütün varlıklar için en mükemmel şartlarda yaratıp, yayıp ortaya koydu." (Rahman, 55/10) O halde yeryüzünde halife olarak gönderilen insanoğluna düşen sorumluluk mizana/eşsiz sağlam yaratılışa âfet demek ya da ondan şikayet etmek değil ona riayet etmektir.
 
El-hasıl, konulan kevnî kanunlara riayet etmediğinden dolayı yaşadığı hüsranın ve insanlara yaşattığı felaketlerin/ölümlerin/toplu katliamların faturasını, "Ne yapabiliriz ki? İlahî âfet/tabii âfet! İlahi takdir!" diyerek Rahman olan Rabb'e kesmeye çalışan zalim ve katil idareciler, rantçı sorumlular, Allah'tan utanmalı ve O'nun hesabından tir tir titremelidirler. Cinayetlerine bir de Allah'ı ortak etmeye kalkma günahını eklemeye kalkmamalı; Allah'a iftira atmaya kalkan bu yalancı müfterilere müminler kanmamalıdır.

11 Şubat 2023 14:03
DİĞER HABERLER