Derin örgütler ittifakı

Seçim yaklaştıkça mızıkçılık yapanların çoğalacağı, sokakların ısınacağı, provokasyonların peşi peşine sahneye sürüleceği ayan beyan ortaya çıkıyor. Sandıktan umduğunu bulamayanların ve umudu kesenlerin yeni stratejiler geliştirerek eski planlarını tekrar sahneye sürdüğünü görüyoruz. Nevruz'a (21 Mart) kadar, gerilimin tırmanmasını istiyor birileri. Sadece bir terör örgütünün elemanları tedhiş planının parçası olsa neyse. "Bu, onların tabiatında var." deyip geçersiniz. Halkın özgür iradesine inanmıyorlar zira. İstiyorlar ki, seçime gidilirken insanlar kararlarını öfkeyle, tepkiyle, tahrikle versin. Bu amaca ulaşmak için hadise çıkarmak, devletin güvenlik güçlerini hata yapmaya zorlamak; o hatalar üzerine yeni kışkırtmalarda bulunmak... Taktik hep aynı. Mesela, 'daha çok özgürlük'ten, mutlu olmuyor malum örgüt. 'Daha çok yatırım' yapılmasından rahatsız oluyorlar. 'Demokratik sistemin oturması'ndan endişe duyuyorlar. Çünkü örgüt ve örgütün emrinde iki büklüm olan siyasî yapının normalleşen ve demokratikleşen bir Türkiye'de popüler kalması mümkün değil. O yüzden var gücüyle provokasyona sarılıyorlar. Yalnız bu sefer durum biraz daha farklı. PKK şimdilerde, kendisine karşıtmış gibi görünen, hatta zaman zaman düşmanmış gibi çatışan başka yapılarla da işbirliği arıyor. Maksat belli: Bir yandan Kürt seçmenlerini AK Parti'den uzaklaştıracak gergin bir atmosfer meydana getirmek, diğer yandan da ulusalcılık üzerinden oy devşiren partilere yardımcı olmak. Önümüzdeki günlerde Diyarbakır gibi, Hakkâri gibi bazı vilayetlerimiz eylem merkezi haline dönüştürülebilir. Güneydoğu illerimizde oluşturulmak istenen manzara ile dünya kamuoyuna bir başka Ortadoğu manzarası vermek hedefleniyor çünkü. Dünya kamuoyunun Türkiye'deki çetrefilli planları anlaması çok da kolay değil. Ancak Türkiye'deki demokratik tecrübe, kimin hangi taktikle sokakları ısıttığını, kimin hangi dümene niçin girdiğini bilecek kadar güçlü hatıralara dayanıyor. Kürtleri Türkiye'de yaşayan herkese düşman yapmak için çalışan derin bir kadro var. Bunu herkesin; özellikle de Kürtlerin anlaması şart. Bu karanlık kadronun bir kısmı aynen Kürtler gibi giyiniyor, onlar gibi konuşuyor. Kürtlerin büyük çoğunluğunu temsil etmedikleri halde, çıkardıkları gürültü nedeniyle kamuoyu Kürtler denince genellikle bunları hatırlıyor. O yüzden seçime kadar, oynanan oyunlara çok dikkat etmek gerekiyor. Kışkırtıcılık yapan da, ona güya 'milliyetçi tepki' veren de aynı oyunun aktörleri. Bir de iki arada bir derede kalan ve olayların perde arkasını maalesef bilmeyen büyük kitleler bulunmakta. Ulusalcılık söylemiyle üniversiteleri ısıtmak istediler; olmadı. Atatürk'ün arkasına saklanarak 'Rejim elden gidiyor!' deyip darbe kışkırtıcılığı yaptılar; tutmadı. 'Sivil diktatörlük' gibi ucube bir kavram uydurup demokrasiyi arkadan hançerlemek istediler; kimseyi ikna edemediler. Torba yasayı, öğrenci harçlarını vs. bahane edip, 'sokak sokak direniş' yapmak için çırpındılar; halk bunların yüzüne bakmadı. Kısacası sandık dışı her yolu denediler, beceremediler... Şimdi kendilerine yeni bir yol açmak istiyorlar: Kürtleri, Kürt olmayan diğer TC vatandaşlarının karşısına dikerek etnik ırkçılığı körüklemek. Bu maksat uğruna kurulan gizli ittifakın devletin bazı birimlerine kadar bulaşma/ulaşma tehlikesi var. Çok dikkatli olmak, tahriklere kapılmamak, aklıselimden ayrılmamak, her ne olursa olsun sosyal barışı tehlikeye atmamak ve demokrasiyi yaşatmak şart! Aksi istikamette atılacak her adım, büyük bir vebaldir ve böylesi bir hareket, tarih huzurunda gelecek nesiller tarafından hesaba çekilecek bir davranış biçimi olur... Çok ayıp; bu mudur mizah kaliteniz? Penguen adlı bir mizah dergisinde çok ama çok ayıp bir karikatür yayımlandı. Mütedeyyin insanları aşağılayan çizgi ve baloncuklar yetmiyormuş gibi camiye ait bir figürün içine saygısız şöyle bir cümle yazıldı: "Allah yok, din yalan". Belli ki bunu yapan kişinin düşmanlığı, aklının önüne geçmiş, nefreti gözünü kör etmiş. Hezeyanı o kadar ayyuka çıkmış ki adam, o anlamsız ve incitici lafı oraya kazımasa herhalde şişip patlayacak... Yine de bu densizliğe sabırla yaklaştık. Özür dilensin, mesele kapansın; sosyal barışa halel gelmesin istedik. Dergi editörleri özür diledi güya. Ancak editörün cılız özrü maalesef kabahatinden büyük. Neymiş, editörler kapaktan sorumluymuş, içerdeki çizgilerden mesul değillermiş... Demek ki bu derginin editörleri, 'editör' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyor. Hiçbir yazar/çizer bir başkasının inancına hakaret edemez. Buna mani olmak sansür değil, sorumlu yayıncılığın meslekî, ahlakî ve hukukî bir parçasıdır. Çizerin ukalalığı ve edepsiz çizginin arkasında durması da vahim bir konu. Şöhret olmak için cami duvarına yanaşmak, eski bir metottur. Bazen amacını aşan ve şiddete dönüşen ölçüsüz tepkiler nedeniyle sonuç da almıştır. Ne yeteneksiz adamlar bu tür tahriklerle kendine sanatçı dedirtmiştir. Aslında bu tip zavallı tahriklere büyük bir tepki vermeye gerek yok. Allah'a havale etmek en doğrusu... Söz gelip mizahçılara dayanınca sormadan edemiyorum: Son dönemde kendine mizahçı diyen bazı kişiler, ısrarla insanların inancını, zekâsını, hayat tarzını dile dolayarak tepki çekmek için neredeyse kendilerini helak ediyor. Yazık! Halkı aşağılayarak, onun inancını ve zekâsını küçümseyerek espri yapanda zekâ parıltısı kalır mı? Kalsa bile bu insanlar kamu vicdanına mal olur mu? Hangisi basın özgürlüğü? 15 Şubat günü Genel Yayın Editörümüz Ali Akkuş'u aradım. "Mahkemede..." dediler. Ergenekon davası ile ilgili haber/yorum yapan arkadaşlarımız hakkında sık sık dava açıldığı için şaşırmadım. Aradan biraz zaman geçti, Yorum sayfamızın yeni editörü Abdullah Yavuz Altun'u arama ihtiyacı hissettim. "O da mahkemede..." dediler. Kimi arasam bulamıyordum. "Kaç kişi mahkemede bugün?" diye sordum. Tam 23 arkadaşımız, 19 dava ile ilgili adliye koridorlarındaydı. Niçin? İçinde Ergenekon geçen her habere dava açan bazı savcıların ne yapmak istediğini anlayamıyorum. Basın özgürlüğünü baskı altına almak için bu kadar korkunç bir baskı kurulurken bazı meslektaşlarımızın niçin sustuğunu da anlamıyorum. "Daha özgür bir basın yasası çıkaracağız." demesine rağmen Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve hükümetin neden bu haksızlığa razı olduğunu da anlayamıyorum... Soner Yalçın'ın Oda TV diye bir internet sitesi var. Korkunç yayınlar yapıyorlar. Yalan, iftira, çarpıtma... Hepsi ama hepsi yapılıyor bu sitede. Hukuk, bu sitenin başındaki kişi ve adamları hakkında bir süreç başlattı. Polis baskını, gözaltı ve tutuklama arka arkaya geldi. Bu sürecin sebebi sırf gazetecilik olsa herkes buraya destek vermek zorunda. Ancak mesele sadece gazetecilik mi? Asıl kritik soru bu! Sırf gazetecilik yapanlar her gün onar onar Adliye'de baskıya maruz bırakılarak cunta haberi yapmaktan bezdiriliyor. Soner'e destek verenler gerçek gazetecilere de kıyısından köşesinden destek verse ya. Basın özgürlüğünün devamı, darbeleri engellemekten, demokrasiye sahip çıkmaktan geçiyor. Hoş geldiniz Fehmi Bey Birkaç gündür yaptığımız anonsları okuyorsunuz. "Türk basınının öncü kalemlerinden Fehmi Koru yuvaya dönüyor!" diyoruz. Gerçekten de o, öncü bir yazar. "Bu kitlelerde gazetecilik yapılamaz..." denilirken o, çatır çatır gazetecilik yaptı, herkese gazetecilik zekâ ve tecessüsünün ne işe yaradığını gösterdi. Kimse teknolojik gelişmelerin mesleğimizde hangi pencereleri açabileceğini bilmezken o, modern teknolojinin gazeteciliğe getirdiği yeni boyutları gösterdi. Hadiseleri sadece olduğu gibi -ya da empoze edildiği gibi- nakledenlerin yanında o, derinlikli analiz ve sorgulama nasıl yapılır, herkese öğretti. Meselelerin perde arkasını kulis bilgileriyle süsleyerek gazetecilik mesleğine yeni ufuklar açtı. Malum olduğu üzere iki aydan beri Fehmi Bey, yazılarına ara vermişti. Yıllardır o yazıların tadına aşina olanlar için buruk bir boşluktu bu süre. Milyonlarca insan bir an önce Fehmi Bey'in yazmasını istiyordu. Haklıydılar da! Çünkü Türkiye, zor bir dönemden geçiyordu ve o dönemin daha net analiz edilebilmesi için Fehmi Koru'ya ihtiyaç vardı. Yazmadığı dönemde bayram yapanlar da oldu. Çünkü Koru, bazı odakların oyununu bozan usta bir kalemdi. İstiyorlardı ki Fehmi Bey hiç yazmasın, köşesine çekilsin, emekliliğin tadını çıkarsın. Hakkında yalan haber üretenler, kamuoyunu yanıltacak laf edenler aslında Fehmi Koru'nun analizlerinden hep korkmuştu. Her neyse... O, şimdi yeniden Zaman'da. 13 sene aradan sonra "yuva"ya döndü. Özlemişiz! Zaman mutfağında çalışan bizler çok mutluyuz. Siz değerli okurlarımızın da onu ne kadar özlediğini çok iyi biliyoruz; tıpkı bazı çevrelerin uykusuz kalacağını bildiğimiz gibi. Asıl en önemli olan da şu: Türkiye, bu kadar önemli bir süreçten geçerken Fehmi Koru'nun yazmıyor olması sadece Türk basını için değil; Türkiye için büyük bir kayıptı. Büyük bir boşluğu doldurduğu düşüncesi ve heyecanıyla Fehmi Koru'ya "Hoş geldiniz!" diyoruz. Allah yolumuzu açık eylesin...
21 Şubat 2011 08:18
DİĞER HABERLER