Devlet, borçlar ve ihtiyarlık

Şimdi devlet ve millet olarak yaşadığımız bu durumu sosyolojik olarak tahlil etmeye, anlamaya çalışalım. Gelirlerin azalması giderlerin artması bir devlet için ne anlama gelir?
HÜSEYİN ODABAŞI

Gelir gider dengesinin bozulması devletleri dahi batırır. Osmanlı Kırım (1853, 1856) savaşında 6 milyon sterlin borç aldı ve ödeyemedi.  Hâlbuki II. Mahmut döneminde dahi Osmanlı, Rusya'ya yardım yapardı. “Sıkıntılarımız var sultanım yardımları kessek mi” diye soranlara; “Bugün yardım alan yarın emir de alır” diyordu. Daha sonraki yıllarda ise İngiliz ve Fransız sermayesi ile kurulan “Osmanlı Bankası (1863)” Osmanlı Devleti’ne borç para dahi verdi. Aslında misyonu buydu. Osmanlı İmparatorluğu'nun malî krize girmesi sonucunda, banka bu duruma çare olarak görülen Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin 1881'deki kuruluşunda etkin rol aldı. Duyun-ı Umumiye de Osmanlı topraklarında yabancılar hesabına vergi toplamak için kurulan bir teşkilattı. Çünkü Osmanlı kendi borçlarını, vergilerini toplayıp da ödeyemiyordu. İngilizlerden alınan bu borç Lozan Antlaşması gereğince ilk alındığından tam 100 sene sonra 1954 yılında ödenebildi, bitirildi. 

Fakat bir taraftan baş aşağı doğru gidilirken Dolmabahçe sarayı yapıldı. “İtibarda tasarruf olmazın” mücessem haliydi bu saray. Dolmabahçe Sarayı’nın sadece süslemesinde 14,5 ton altın kullanıldı. Bir taraftan lüks ve israf anlamına gelen bir saray diğer taraftan savaşların meydana getirdiği mali krizi aşmak için alınan borçlar.  

Bütün bunları neden anlattım? Bugün Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlının son dönemlerindeki mali açıdan yaşadığı sıkıntıları yaşamaktadır. Alınan borçlar ödenemez durumdadır. Türkiye'nin dış borcu 500 milyar dolara yaklaşmıştır. Borç dağları oluştu. Yıllık enflasyon yüzde 160 oranına çıktı. Resmi enflasyon rakamlarının yüzde 84 olduğuna bakmayın. Kırım Savaşı’na mukabil Suriye’de ve zaman zaman Libya'da savaşlar oldu oluyor. Her atılan merminin Türk ekonomisinde bir gedik açtığını unutmamak gerekir. Üstüne üstelik Suriye'deki savaşların izahını Türk hükümeti halen daha yapabilmiş değildir. Biz neden Suriye'ye sık sık kara harekâtında bulunuyoruz? Hangi tehditi bertaraf etmek için? Terör gerekçesi inandırıcı değildir. Hiç olmazsa Kırım Savaşı’nın bir gerekçesi vardı. Çünkü mütecaviz Ruslara bir cevap vermek gerekiyordu. Sultan Abdülmecid krizlerin devam ettiği bir dönemde bir Dolmabahçe sarayını yaptırdı. Fakat şimdi onlarca israf sarayları yapıldı yapılıyor. Allah aşkına bu gidiş nereyedir!

Şimdi devlet ve millet olarak yaşadığımız bu durumu sosyolojik olarak tahlil etmeye, anlamaya çalışalım. Gelirlerin azalması giderlerin artması bir devlet için ne anlama gelir?

İbn ı Haldun’a göre bir devletin gelir gider dengesinin bozulması o devletin ihtiyarlık devresini ifade eden üçüncü ve dördüncü evresinde olduğunu gösterir. Bu devrenin idarecilerinde meydana gelen yani oluşan mülkün ve malın biraz da biz sefasını sürelim anlayışı hâkim olur. Yeni nesil bir önceki neslin ne zorluklarla bu mülkü ve refah seviyesini oluşturduğunu bilmez. Çekilen zorlukların farkında değildir. Yaşanmakta olan refah ve lüksün bir kanun olduğunu sanır. Bu refah ve imkân Allah'ın onlara bahşettiği özel bir lütfu olduğunu düşünür. Dolaysıyla uzun zamandan beri nimet ve kudret içinde yaşayan saray ehli ve kaymak tabaka (mütrefin) har vurup harman savurmakta bir mahsur görmez. Lükse ve israfa dayalı bu alışkanlık asıl o memleketi bitirir. Davranışların ve huyların değişmesi giderlerin gelirlerden daha fazla olmasına sebep olur. Kuran’ı Kerim bu zümreye mürtefin der. Hazır yiyici demektir:

“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler (israf ve lükse dalarlar). Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz. (İsra, 16)

Gelir gider dengesini kurmak için bu sefer idareciler vergileri arttırır. Vergiler artınca vergi mükelleflerinin kazançları da azalır iflaslar artar. Çalışma ve kazanma şevki söner. Yani kendi kazanamayan esnaf başkalarına da çalışmak istemez. Vergiler arttıkça vergi mükelleflerinin sayası azalır. Yani vergiler arttıkça vergi mükelleflerinin sayısı azaldığından total gelirlerde düşme yaşanır. Bu kısır döngüden bir ülkenin kurtulması mümkün olmaz.  Derken o medeniyete(devlete) ihtiyarlık arız olur. 

Bu defa bu kısır döngüyü aşmak için daha çok kazanayım daha çok gelirim olsun mülahazasıyla devlet ticaret işlerine de girer. Paraya piyasaya müdahale eder. Merkez bankasını bizzat yönlendirmeye kalkar. Ekonominin kitabını yazmaya kalkar.  Fakat gelirleri emirle emirnamelerle veya anaysa maddeleri ile arttırmak mümkün değildir. Piyasanın kendi kuralları vardır ve bu piyasa kurallarının kendi kanun ve prensipleri bulunur. Dışardan bir kanunla veya emirle gelirleri yükseltmek uzun müddet mümkün olmaz. Vergi mükelleflerinin işini yapan devlet iki türlü zarara uğrar. Birincisi piyasadan toplayacağı vergilerini yok etmiş olur. İkincisi memur zihniyeti ile ticaret yaparak zenginleşmek yani gelirleri artırtmak mümkün olmadığından devlet, işi berbat eder. 

“Sultan vergi yoluyla sağladığı hasılat ile söz konusu cüzi karlar vasıtasıyla temin ettiği gelirleri mukayese ederse vergiye nazaran bunun çok az bir gelir olduğunu görecektir. Sultanın yaptığı ticaret faydalı ve karşı bile olsa zahmetine katlanılan alışverişlerde büyük bir vergi kaybına vesile olur.” (Mukaddime, 703)

“Bilinmelidir ki sultanın malını nemalandıran ve sermayesini çoğaltan sadece vergidir" der İbni Haldun. Çünkü adaletli vergi kılçıksız bir gelirdir, kardır.  “Emirler ve mütegallibeler memleketlerine gelen mahsulü ve emtiayı sahiplerinden satın almaya girişir ve bu malların değerini diledikleri gibi takdir eder ve bu malları hâkimiyetleri altında bulunan tabaya takdir ettikleri bir fiyatla aynı vakitte satarlar.” (Mukaddime, 704)

Asırlar önce sosyolojik tespitte bulunan İbn ı Haldun, devlet imkânlarının yandaşlara peşkeş çekildiğini ne güzel de ifade ediyor. Bugün de devlet ihaleleri ve imkânları yandaşlara peşkeş çekilmiyor mu? Geçiş garantili köprülerin yapılması ne demektir? Ya da hasta garantili hastanelerin rantının belli çevrelere tahsis edilmiş olmasına ne diyeceğiz?

Bütün bunlar aziz dostlar, devlet ve medeniyetimizin artık iyice yaşlandığını gösteriyor. Eğer böyle israf ve lüks düşkünlüğü devam ederse sosyolojik olarak bu milletin uzun müddet ayakta kalması mümkün değildir. 

21 Aralık 2022 15:47
DİĞER HABERLER