Dijital kimlik gerçek kimliğimizi gölgeliyor mu?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Esra Büyükcombak yeni köşe yazısını 'Dijital kimlik gerçek kimliğimizi gölgeliyor mu?' başlığı ile yazdı.
Telefon ekranına düşen ilk bildirimle başlayan günümüzde, çoğu insan önce kendi ruh hâlini değil, sanal dünyadaki görünümünü kontrol ediyor. Kaç kişi beğendi, kim yorum yaptı, hangi fotoğraf daha çok ilgi gördü… Belki de sorulması gereken asıl soru şu: Sosyal medyada sergilediğimiz kişi biz miyiz, yoksa olmak istediğimiz biri mi? Hemen hemen herkesin dijital platformlarda “ikinci yüzü” vardır. Instagram’da paylaştığımız kare, LinkedIn’de yazdığımız iş tanımı ya da TikTok’ta yüklediğimiz kısa bir video, aslında kendi elimizle kurguladığımız bir kimliktir. Bazen gerçeğe yakın, bazen ondan oldukça uzak olabilir. Çoğu zaman filtreler, bazen seçilmiş kareler ve özenle hazırlanmış cümlelerle “ideal” bir benlik sunarız.  

Filtrelenmiş Mutluluklar ve Kıyaslamalar

Psikoloji bize önemli bir uyarı yapıyor: İnsanların  çizdikleri “ideal benlik” ile yaşadıkları “gerçek benlik” arasındaki fark büyüdükçe, iç dünyalarında yetersizlik ve kimlik karmaşası artıyor. Çünkü zihinlerinde sürekli şu çatışma yaşanıyor: “Ben aslında kimim? İnsanların gördüğü kişi mi, yoksa kendimle baş başa kaldığımda yüzleştiğim hâlim mi?” Bu çatışma özellikle gençler arasında daha belirgin oluyor. Araştırmalar, gençlerin sosyal medyadaki beğeni sayısına bağımlılık geliştirdiğini ve bu sayının özgüven üzerinde belirleyici bir rol oynadığını gösteriyor. Yani bir fotoğrafın altındaki sayılar, bir gencin kendi değerini ölçtüğü terazinin kefesi hâline geliyor. Burada ise devreye “filtrelenmiş mutluluk” gerçeği giriyor. Dolayısıyla ekranın diğer ucundaki takipçi, başkalarının hayatını sürekli kusursuz ve eğlenceli sanarak kendi hayatıyla kıyaslıyor. Bu da yetersizlik duygusunu besliyor. Dahası, bu kıyaslamaların biyolojik bir temeli olması: Beynimizdeki ayna nöronlar başkalarının duygularını taklit etmemizi sağlıyor. Karşımızdakinin sürekli gezdiğini, yediklerini paylaştığını, farklı ortamlarda bulunduğunu ya da mutlu olduğunu gördüğümüzde; kendi hayatımız aynı seviyede olmadığında ‘neden ben de böyle olamıyorum’ hissi daha da derinleşiyor. Birçok kişi bu noktada kendi kendine soruyor: ‘Ben niye paylaşmıyorum ki?’ İşte bu soruyla yaşanan gelgitler; bir yanda kendini açma isteği, diğer yanda mahremiyeti koruma ve başkalarının gıptayla bakmasını engelleme çabası arasında yaşanıyor.

Sosyal İlişkilerde Dijital Kimlikler

Dijital kimliklerin en belirgin etkilerinden biri, sosyal ilişkilerde ortaya çıkıyor. Maalesef çoğu insanın sosyal medyada çizdiği imaj ile gerçek hayattaki hâli arasında ciddi farklar bulunuyor. Gerçek hayatta içine kapanık ve çekingen biri, sosyal medyada özgüveni yüksek ve esprili kimliğe bürünebiliyor. Bu durum, insanlar arası ilişkileri yüzeyselleştiriyor; tanıdığımızı sandığımız kişilerin çoğu, maalesef dijital maskelerinin ardında yaşıyor. Sosyal medya kimliklerimizi tamamen yok saymak mümkün değildir; artık hayatın doğal bir parçasıdır. Asıl mesele, bu kimliğin  bizimle örtüşüp örtüşmediği ve bizi yönetip yönetmediğidir. Eğer sosyal medya hesaplarımız bir sahneye, biz de rol yapan oyunculara dönüşürsek, gerçekliğimizi kaybederiz. Ama kendi benliğimize sadık kalarak, samimi ve dengeli bir şekilde dijital dünyada var olabilirsek, kimliğimiz bizi yansıtan bir pencere haline gelir. Dijital dünyada sahici olmak çoğu zaman cesaret gerektirir; çünkü kusurlarımızı saklamak kolay, onları olduğu gibi göstermek ise zordur. Fakat samimiyet ve dürüstlük hem iç dünyamızda hem de sosyal platformda hayatımız için en büyük erdemdir. Sahicilik, yalnızca ruhsal hafiflik sağlamakla kalmaz; aynı zamanda biyolojik dengeyi de destekler. Aksi halde sürekli baskı ve rol yapma, bedende stres hormonu olan kortizol hormonunun yükselmesine yol açar. Kortizol uzun süre yüksek kaldığında metabolik reaksiyonlar olumsuz etkilendiğinden dolayı genel sağlık bozulabilir.Tam tersi beğeni ve bildirimlerle tetiklenen dopamin hormonu salgısı, beyinde kısa süreli haz oluştururken bağımlılığa da yol açabilir. Tıpkı sigara veya şeker bağımlılığı gibi, beyin daha çok dopamin için aynı davranışı tekrar tekrar istiyor. Bu nedenle sürekli telefona bakma ihtiyacı doğar. Oysa içtenlikle paylaşılan bir söz, filtresiz bir fotoğraf veya yapmacıksız bir ifade, çoğu zaman en parlak “ideal” sunumlardan çok daha etkili olur ve kendini başkalarına ispat etme baskısı azalır.

Manevî Denge Ve Kim Kimi Yönetiyor?

Sosyal platformlardaki kimlik ile gerçek benlik arasındaki mesafe, yalnızca psikolojik çatışmalara yol açmakla kalmaz, aynı zamanda insanın manevî huzurunu da zedeler. Sürekli başkalarının onayına göre yaşamak, kişiyi kendi öz değerlerinden uzaklaştırır. Oysa huzurun kaynağı, çevreden gelen onaylar değil; insanın kendi değerleri, inancı ve içsel bütünlüğüyle kurduğu sağlam bağdır. Kişi hakiki benliğini fark edip kabul ettiğinde gerçek bir rahatlama hisseder. Kimliğimiz başkalarının bakışında değil, Allah’ın insana verdiği kıymette şekillenir; Rabbimizin bizi kusurlarımızla birlikte yaratması, her birimizin eşsiz ve değerli olduğunun en güçlü işaretidir. Bu noktada şu soru akla gelir: “Ben mi dijital kimliğimi yönetiyorum, yoksa dijital kimliğim mi beni yönetiyor?” Cevap yalnızca ekranlarımızda değil, iç dünyamızdadır. Gerçek huzur, başkalarının bakışında değil, kendi benliğimizle ve Rabbimizin bize bahşettiği hakiki değerle barışmakta gizlidir.

Yazıyı dinlemek isterseniz:




12 Eylül 2025 11:26
DİĞER HABERLER