Dik Durun

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, bu haftaki yazısında Hizmet Haraketi'nin önemli isimlerinden biri olan Alaaddin Öksüz Ağabey'i yazdı.

Dik Durun

Erzurum’un manevi mimarlarından Mehmet Kırkıncı Hoca’ya Ege şehirlerini ziyaret ettiği bir gün soruyorlar:
 “Bizim buraların toprakları mümbittir. Manisa’da üzüm yetişir, Aydın’da incir, sizin oralarda ne yetişir?”
Bir mantık kahramanı olan Kırkıncı Hoca’nın cevabı muhteşemdir:
“Bizim oralarda insan yetişir.”
Millî Mücadele ile özgürlüğe giden yolun başlangıç çizgisi Erzurum olduğu gibi manevi mücadelenin ilk adımları da bu mübarek şehirde atılıyor.
 Doğunun bu bereketli toprakları, Pasinler ovasında koyun kuzu güden bir çocuğun hayallerini besliyor.
Erzurum yaylalarından kopan arı-duru bir bilgelik ırmağı, susuzluktan kavrulan Ege Ovası’nı göz alabildiğine yemyeşil kıldıktan sonra tatlı bir kavisle doğduğu topraklara doğru kıvrılarak Anadolu’yu bir baştan bir başa İrem bağlarına döndürüyor.
 Anadolu da bütün bir dünyayı etkisi altına alacak olan yeni bir dirileş destanı yazılmaya başlıyor.
Her destanın bir kahramanı vardır.
Yeniden diriliş destanının ise her şehirde kahramanları vardır.
Dadaş diyarının kahramanları sıra dağlar gibidir.
O kahramanlardan biri de hiç şüphesiz tertemiz fıtratlı bir alperen olan Alaaddin Öksüz Ağabey’dir.
Yunus Serin hocamız hatıratında bu destansı kahramana geniş bir yer ayırıyor.
1970’li yıllarda Hocaefendi, Hizmeti başlatmaları için kendi beldesi Erzurum’a iki-üç üniversite öğrencisi gönderiyor.
O öğrenciler tevafuken Alaaddin Ağabey’in evini kiralıyorlar.
Alaaddin Ağabey bir seher vakti öğrencilerin kaldığı evin önünden geçerken bir de bakıyor ki ışıkları yanıyor.
 Daha sabah vakti bile girmemiştir.
 Zili çalıyor.
“Işıklarınız yanıyor, hayırdır?”
“Teheccüd namazı kılıyoruz.”
Öğrencilerin İslam’ı yaşamadaki hassasiyetleri, düzgün namaz kılmaları, hal ve davranışları onun gönlünü fethediyor.
Kurban Bayramı yaklaşınca öğrenciler, “Alaaddin Ağabey! Biz mahalle mahalle dolaşıp deri toplayacağız. Kurban kesen tanıdıklarına söylesen de, derilerini ve bağırsaklarını bize verseler,” diyorlar.
“Ne yapacaksınız bu derileri ve bağırsakları?”
“Bunları satacağız ve üniversitedeki ihtiyaç sahibi öğrencilere burs vereceğiz.”
Deriler toplanıyor ve Alaaddin Ağabey’in elma deposuna dolduruluyor.
Alaaddin Ağabey, tıpta, mühendislikte okuyan o öğrencilerin deri toplamalarına, kan revan içinde derileri tuzlamalarına, bağırsakların içini boşaltıp su doldurarak temizleme gayretlerine ve namaz vakti geldiğinde hemen namazlarını kılmalarına hayran oluyor.
Bir gün öğrencilerden biri, “Ağabey burada kalan üç arkadaş bu evden ayrılacaklar, bunlara yeni bir ev bulabilir misin?” diyor.
“Oğlum, bu evi beğenmiyor musunuz da yeni ev istiyorsunuz?”
 “Üniversitede Kredi Yurtlar’da kalan sınıf arkadaşlarımızı evimize yemeğe çağırdık. Ev ortamını beğendiler. ‘Bize de yer varsa biz de eve çıksak’ dediler. Bu evde dokuz kişi kalıyoruz.”
“Benim kirada olan 23 tane evim var, onları boşaltayım o evleri size vereyim.”
 Öğrenciler bayram ediyorlar.
Alaaddin Öksüz, Hizmetin “Alaaddin Ağabeyi” oluyor.
Öğrenciler evlere sığmaz olunca Erzurum’da Gülahmet Caddesi’nde eski bir oteli yurt olarak kiralıyorlar.
Bir gün otel sahibi yurda geliyor.
Yurt müdürünün odasında otururken, “Burada kaç öğrenci kalıyor?” diyor.
 ‘’80 öğrenci.”
 “Neden hiç gürültü yok?”
 “Sessiz çalışıyorlar.”
Bina sahibi yurdu baştan sona geziyor.
Öğrencilerin sessizce ders çalışmaları, yatakhanenin temizliği, düzeni, tuvalet ve banyoların pırıl pırıl olması mülk sahibini çok etkiliyor.
“Ben bir fakire sadaka bile vermem, burası beni çok etkiledi,”diyor, “Sizlere burayı çok düşük fiyata vereceğim”
O zaman Erzurum Hizmeti’nin başında bulunan Ali Bayram Hoca, üniversitedeki akademisyen arkadaşları ve mütevellinin ileri gelenlerini topluyor.
Otel sahibinin istediği parayı mütevellinin arasında paylaştırıyor.
Bir gün Alaaddin Ağabey’in Erzurum İktisat Fakültesinde okuyan oğlu, “Baba, bir rahatsızlığın mı var, çok düşüncelisin?” diyor.
“Oğlum, Gülahmet Caddesindeki yurdun sahibi çok ucuz fiyata Hizmete satmaya karar vermiş. Mütevelli’de herkese bunu paylaştırdılar. Amcalarınla ortaklıktan mı ayrılayım, nasıl karşılayayım diye düşünüyorum.” diyor.
“Baba, ne kadar ödemen gerekiyor?”
“Bana düşen 75 milyon lira.”
“Baba, amcamlardan ortaklıktan ayrılma. Bana aldığın şu yeni araba 60 milyon lira eder, onu sat, üzerini de tamamla ve yurda ödemen gereken miktarı öde.”
Alaaddin Ağabey, oğlunun arabasını pazara götürüyor.
 Biri geliyor, “Hacı amca, arabana ne istiyorsun?” diyor.
“Dadaşım, 75 milyon liraya ihtiyacım var,”
“Tamam, alıyorum.”
Alaaddin Ağabey, işlerini tamamen kardeşlerine devrediyor.
 Kendini Dadaşkentteki Aziziye Koleji’nin inşaatına hasrediyor.
Bir amele gibi inşaatta çalışıyor.
İnşaatın başında yatıp kalkıyor.
Okul inşaatı yükselmeye başlıyor.
İnşaatın borcu birikince oğlu Yusuf’a, “Annene söyle, küpe ve yüzüğü hariç, bütün altınlarını seninle bana göndersin,” diyor.
Eşi, “Ne yapacakmış bu kadar altınları?” diyor.
“Bilmiyorum anne, babam bana sadece hepsini getir dedi.”
O altınların tamamını bozduruyor ve inşaatın borçlarını ödüyor.
Aynen Tahiri Mutlu Abinin Risalelerin basımı için zamansız bir dönemde bütün tarlalarını ucuz bir bedelle sattığı gibi, Alaaddin Ağabey de bütün tarlalarını satılığa çıkarıyor.
Okul inşaatında tuğla bitince, daha önce veresiye tuğla aldığı Ezirmik’teki tuğla fabrikasına gidiyor.
Fabrika sahibi yine masayı kurmuş, içki içmektedir.
Alaaddin Ağabey, “Tuğlaya ihtiyacımız var” diyor.
Adam dikkatli dikkatli bakıyor, “Sen daha önce de okul inşaatı için gelmiştin ve kırık tuğlaları almıştın, değilmi? diyor.
“Evet.”
Adam, “Birkaç gün önce bir rüya gördüm” diyor, “Ben ölmüşüm, beni cehenneme götürmek istiyorlar. Birden sen beliriyorsun ve bana sahip çıkıyorsun. Al, ne kadar istiyorsan.”
 Dünyalar Alaaddin Ağabey’in oluyor.
O bir kahramandır.
 “Bana dünyayı verseniz, Hizmete değişmem, dünya ne ki?” diyen bir kahraman.
Kulluğunda çok derin bir insandır.
 Namazlarında devamlı gözyaşı döken ve hıçkırarak ağlayan biridir.
 Hocaefendi’ye karşı farklı bir sevgisi vardır.
Bir gün mütevelli toplantısında sedirde otururken usulca yere iniyor ve diz çöküyor.
 Yunus Serin Hoca, “Gel, yanımda otur,” diyerek eliyle işaret ediyor.
İki eli dizlerinin üzerinde, son derece saygılı bir halde sohbet bitinceye kadar öylece oturuyor.
 Sohbetten sonra Yunus Hoca, “Ağabey, sen o yaşta orada yerde oturdun, ben yukarıda kanepede oturdum, çok rahatsız oldum, niye öyle yaptın?” diyor.
“Yunus Hocam, bu akşam buraya gelen zatları sen de görseydin, kıpırdamayı bırak, kirpiklerini bile kıpırdatmazdın. O zatlar buradakilere o kadar dua ettiler ki…”
Bir zamanlar Erzurum’un en varlıklı insanlarından biri olan Alaaddin Ağabey, BAĞKUR’dan emekli oluyor.
 Dadaşkent’te bir kooperatife giriyor ve kooperatiften iki oda bir salonlu bir daire alıyor.
Süreçten sonra polisler bu evi basıyor.
 Alaaddin Ağabeyi hasta yatağında görünce savcıya telefon ediyorlar.
 “Bu kişi felçli ve 91 yaşında, ne yapalım?”
Savcı, “Sedye ile getirin,” diyor.
Evlatları, ‘’Babamız tutuklanacak,’’ diye ağlamaya başlıyor.
“Evlatlarım, korkmayın. Çalmadınız, çırpmadınız. Size bir şey yapamazlar,” diyor.
Hanımına, “Bu polisler açtır, onlara yemek ikram et,” diyor.
Bu koca yürekli insana yapılanları duyunca Hocaefendi çok üzülüyor;
 "Varsınlar, yataktayken bile senin hakkında tevkif kararları kessinler!”diyor, “Dünyanın dört bir yanına açılma mevzuunda babayiğitlerle beraber olmuşsun. Yarış ruhuyla, onlardan geri kalmamak için sen de bir yarış atı gibi koşmuşsun… Vallahi yapacak bir şey kalmamış artık! Senin için, diyecek bir söz de yoktur! Ben mahşer günü seninle haşrolduğum zaman, büyüklüğün karşısında iki büklüm olup eğileceğim."
Alaaddin Ağabey bu olaydan iki ay sonra da iyice ağırlaşıyor. İnsanlığın ıstırabı için bağrı yanardağlar gibi yana bu müthiş insan, 2016 Nisan’ında bir bahar günü bu dünyaya veda ediyor.
 Vefatından önce hasta yatağından Cemaat mensuplarına sesleniyor;
“Siz işinize bakın. Dünyanın bütün coğrafyalarında Türk bayrağını dalgalandırıp İstiklâl Marşı'nı okuttunuz. Dünya sizi takip ve takdir ediyor. Size umut bağlamış, sizi bekleyen nice insanlar var. Hizmetiniz kutsi ve vazifeniz büyük. Siz işinize bakın. Sizin işiniz hizmet etmek, benim işim ise size dua etmektir.
Ülkemizin üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Görmüyor musunuz, büyük oyuncu dünyaya yeniden şekil veriyor. Mısır'ı bitirdiler; Lübnan'ı, Filistin'i, Irak'ı ve Suriye'yi bitirdiler. Bunların derdi, Fethullah Hoca ve Hizmet değil. Şimdi sıra Türkiye'ye geldi.”
Son nefesinde çocuklarına sesleniyor;
“Hizmetten ayrılmayın, dik durun, eğilmeyin.”

20 Nisan 2025 10:04
DİĞER HABERLER