Samanyoluhaber.com yazarlarından Esra Büyükcombak diyolog konusunda dikkat çeken bir köşe yazısı kaleme aldı.
Bu günlerde Romanya’da, dünyanın dört bir yanında farklı kültürler içinde yaşayan, farklı diller ve dinlerle muhatap olan hizmet insanlarının bir araya geldiği özel bir program devam ediyor. Katılımcılar, farklılıklar içinde benzerlikleri keşfederek karşılıklı anlayışı ve güveni besleyecek yolları birlikte arıyorlar. Farklı coğrafyalarda edindikleri tecrübeleri paylaşarak anlamlı bağlar kurmanın yolları üzerine birlikte düşünme imkânı buluyorlar. Her birinin hizmet ettiği çevre, muhatap olduğu insanlar, karşılaştığı zorluklar farklı olsa da ortak bir gaye etrafında buluşuyorlar. Birbirini seven, kardeşçe bir arada yaşanılan dünyaya katkıda bulunmak.
İnsan ilişkilerinde çoğu zaman fark edilmeyen bir yönü, bu güzide bireylerle ilk kez tanışmamıza rağmen yaşadığımız derin yakınlık hissi üzerinden değerlendirme fırsatı buldum. Bu durum, sosyal bağların yalnızca kelimelerle kurulmadığını, bireylerin duygusal ve nörobiyolojik uyumlarıyla, yani kalpten kalbe akan karmaşık bir sistemle kurulduğunu daha iyi anlama imkanı sunuyor. Sizde zaman zaman yaşamışsınızdır; bazen biriyle tanıştığınız andan itibaren yakınlık hissederken, bazen yıllardır tanıdığınız biriyle bile bağ kurmakta zorlanabiliyorsunuz.
Peki, gerçekten kalpleri yaklaştıran şey nedir? Neden bazılarıyla ilk andan itibaren yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissederiz de, bazılarıyla bu mümkün olmaz? Bazen ne kadar istekli olsak da, bir türlü o içten yakınlığı kuramayız ve ilişkimiz, akrabalıklarda olduğu gibi yalnızca bir zaruret çerçevesinde sürer.
Zihin, Kalp ve Hücrelerde Uyum Arayışı
Yakınlık hissi, yalnızca sosyal benzerliklerle açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Beyin, hormonlar ve duygusal hafıza, insan ilişkilerinde düşündüğümüzden çok daha belirleyici olabilir. Çünkü insan ilişkilerinde “uyum” çok boyutlu bir meseledir. Bu uyumu sağlayan şey sadece benzer ilgi alanları ya da sohbet konusu değildir. Psikologlar, benzer yaşam deneyimlerinin ve değerlerin karşılıklı yakınlık hissini pekiştirdiğini söylüyor. Hatta mizah anlayışının bile benzeşmesi, bağ kurmayı kolaylaştıran etkenlerden biri olarak öne çıkıyor. Bilimsel araştırmalara göre beynimizdeki ayna nöronlar, karşımızdaki kişinin duygu ve davranışlarını taklit eder ve bu da karşımızdakini daha kolay anlamamıza, empati ve bağ kurmamıza yardımcı olur. Bu sistem, beyin düzeyinde bir “anlama dili” oluşturur. Ayrıca “bağ kurma hormonu” ya da “sevgi hormonu” diye bilinen oksitosin hormonunun etkisi vardır. Doğum esnasında, eşler arasında hatta dostlukta devreye girer. Oksitosin, bir kişiyle kurduğumuz güvenin ve sıcaklığın biyolojik olarak karşılığıdır. Zaruriyetlerle devam eden ilişkiler ise kortizol hormonunun düzeyi yükselir; bu da stres, kırgınlık, alınganlık ve pasif-agresif tepkilerle kendini gösterir. Zamanla biriken beklentiler ve karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar, ilişkinin özünü aşındırır. Böylece vakit geçirdikçe samimiyetin artması gerekirken tam tersi bir biçimde mesafe artar, içtenlik azalır. Oysa gerçek yakınlık; zorlamayla değil, karşılıklı hissedilen rahatlık, anlaşıldığını bilme duygusu ve gönüllü bir bağ kurma haliyle oluşur. İnsan zihni ve kalbi, bu farkı şaşmaz bir sezgiyle ayırt edebilir.
Beyin, hormonlar ve kalp düzeyinde kurulan bu bağların ötesinde, kimi araştırmalar, yakınlığın çok daha derin ve beklenmedik kaynakları olabileceğine işaret ediyor; Şöyle ki genetik düzeyde benzer bağışıklık sistemine sahip insanların, birbirlerine karşı daha fazla yakınlık hissedebildiği gözlemlenmiş. Yani bu durumda, yakınlık hissetmede tenin, kokunun, hatta hücrelerin bile rolü olabilir.
Peki Ya Gönül Çekimi?
Bazı karşılaşmalar vardır ki, ilk anda fark edilmese de insanın gönül dünyasında derin bir iz bırakır. Bu, mecazî anlamda bir “gönül çekimi” değil; belki de Allah’ın kulları arasında takdir buyurduğu hikmetli bir tanışıklığın, dünyadaki yansımasıdır. Bazılarıyla kolayca yakınlık kurabilmemiz, sadece kişilik benzerlikleri ya da ortak yaşantılarla açıklanamaz. Kur’ân’da “Sizi kavimler ve kabileler hâlinde yarattık ki birbirinizi tanıyasınız” buyrulur. Tanımak, sadece gözle görmek ya da dille konuşmakla sınırlı değildir; bazen bir kalbin başka bir kalbi sevmesi, bir selamın gönülde yankı bulması da tanışıklığın bir tezahürüdür. Rabbimizin kulları arasındaki bağları rahmetiyle düzenlediğini düşündüğümüzde, bazı dostlukların ya da karşılaşmaların yalnızca dünyaya ait olmadığını, uhrevî bir anlam taşıyabileceğini fark ederiz. Çünkü gönülleri birbirine yaklaştıran da, mesafeli kılan da nihayetinde O’nun takdiridir.
Her Kalp Birbirine Yakın mı?
Her kalp her kalple aynı ritimde atmayabilir, her karşılaşma samimiyetle neticelenmeyebilir. Bazen anında derin bir bağ kursak da, bazen de kuracağımız ilişki daha mesafeli veya farklı bir zeminde şekillenebilir. Bu, her zaman bir soğukluk veya anlaşmazlık anlamına gelmez. Zaten ideal birliği, karşılıklı saygı ve insani nezaket, ilişkileri ayakta tutan ve anlamlandıran asıl unsurlardır. Samimiyet her zaman yeşermese bile uyum içinde olmak gönül bahçemizi güzelleştirecektir. Herkesi, Allah’ın en güzel şekilde yarattığı bir değer olarak görüp, her kalbe hakkıyla saygı gösterdiğimiz, anlayışların filizlendiği bir dünya temennisiyle…
Yazıyı dinlemek isterseniz: