Samanyoluhaber yazarı ilahiyatçı Dr. Ali Demirel bir okurundan gelen soruyu cevapladı.
ALİ DEMİREL- SAMANYOLUHABER.COM
Geçtiğimiz hafta Merve Hanım’ın “Allah niçin insanları engelli yaratıyor?” sorusuna cevabını vermeye çalışıyorduk. Kaldığımız yerden devam edelim.
İnsanın bazı vücut âzâlarından noksan olması görünen ve ona sürekli engelli olduğunu hatırlatan bir durumdur. Böylesi bir kimse kendi kulluğunu ve Allah’a muhatabiyetini ona göre yapacaktır. Neticede bunu kendi hesabına bir kazanç olarak yazdıracaktır.
Dahası normal beklenen vecibeleri yapanların aynısı onlara da sevap olarak yazılır. Çünkü onların hâlis niyetleri bu mazhariyete sebep olur.
“Biz bir gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik, bir ara şöyle buyurdular: “Medine'de kalan öyleleri var ki kat ettiğiniz her mesafe ve geçtiğiniz her vâdide ayrıca sizinle berabermiş gibi sevabınıza eksiksiz ortak oluyorlar. Bunlar, (cihada katılmayı cân u gönülden arzulayıp da) özürleri sebebiyle orada kalanlardır.” (Müslim, İmare, 159) hadisi adeta şu âyetin tefsiri anlamındadır:
“Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vâd etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz kılmıştır.” (Nisa, 4/95)
Bu âyet-i kerime bize açıkça hangi çeşit özürlü olunursa olunsun, sağlıklı insanların nail oldukları derece ve sevaplara eksiksiz nail olduklarını haber veriyor.
Evet, engelli olmak aslında sıhhatli olma kredilerini kullanmamak demektir. Yani engelliler o nimetlere bu dünyada nail olmamakla aslında dünyadaki halleri ile Allah’ı razı etmişlerse daimi ve sağlıklı insanlar göre daha kaliteli bir yaşam standardına kavuşacaklardır.
“O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir.” (Nur, 24/24) “Nihâyet oraya vardıkları zaman kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları şeyler hakkında onların aleyhinde şahitlik ederler.” (Fussilet, 41/20) gibi âyetler, insanların sahip olduğu azaları ile günâhlara düçar olacaklarını ifade buyuruyor.
Bu ise insanın esasını oluşturan rûhunun günahlarla kirlenip kapasitesinin zayıflaması anlamına gelir. Engelli olan insanlar ise hem daha az günahlara muhatap olacaklar, hem de rûhları bâkî olduğu için o rûh da bu dünyada o engelliliği sebebiyle kapasitesini göstermediğinden elbette ki rûhu o engelliliğin kaldırılacağı ahirette daha kapsamlı ve o yönü ile daha nuranî olarak kavuşacaklardır.
Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadeleri, engelli olanların âkibetlerinin daha hayırlı olacağı ve mahrum kaldıkları organlarının kendilerine ne denli daha güzel verileceğini aklımıza yakınlaştırıyor:
“Bir mü'min gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse derecesine göre ehl-i kuburdan çok ziyade o âlem-i nuru temaşa edebilir. Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz, kör olan mü'minler görmüyorlar. Kabirde o körler, îman ile gitmiş ise, o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dürbünlerle bakar nevinde, kabrinde derecesine göre Cennet bağlarını sinema gibi görüp temaşa ederler.”
Yine bu insanlar, dünya ile olan ilişkilerinde ise daha temkinlidirler. Yani dünyadan fazla bir beklentileri yoktur. Herkesi kendi peşinden koşturan dünya onların nazarında gerçek yüzünü göstermiştir. Dünyanın lezzet alma, rahat etme, mükâfât görme yeri olmadığını gayet iyi bilirler.
Onun için de gerekli vazifelerini yapabildikleri kadar yapıp gerçekte yapılması beklenen kulluklarını yapmış olarak durumları değerlendirilir fakat daha fazla sevaplara nail olurlar. Çünkü mazeretleri vardır. İşte onları bu âli makamlara taşıyan bu durumları onların dezavantajı değil tamamen değerlendirmesini bilenler için nimet olmuş olmaktadır.
Nitekim, “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır, ibadetlerin en faziletlisi zahmetli olanıdır, ücret senin zahmetine göre verilecektir.” (Keşfü’l-Hafa, 1/55) hadis-i şerifi bu hakikati dile getiriyor.
Bir de şu husus var: Mesela kibir gibi insanı cennetten uzaklaştırıcı fena hasletler onlardan çok uzaktır. Çünkü kibir hem şeytani bir sıfattır, hem de insanın cennetten uzaklaşmasının da çok önemli bir sebebidir.
Bu durumda normal insanlar için, onlardaki sağlıklı halleri cennete bir engel olurken bir şekilde engelli olanlar ise bu engeli aşmış cennetle akitleşme arefesine gelmişlerdir âdeta. Çünkü bu halleri ile “Göklerde ve yeryüzünde bulunan canlılar ve bütün melekler, kibirlenmeden Allah'a secde ederler” (Nahl, 16/49) gerçeğini insanlık mevsiminde her daim yaşar dururlar. Çoğu zaman sağlıklı olma hali, insanın kibrini körükleyici bir durum olabilirken bu şerefli insanlara bu kibir hali uğramamaktadır.
İnsan sağlığı ve maddi durumu sebebiyle, müstağni davranarak insanlarla bir ilişkiye girmek istemediği gibi duasında da Allah’a karşı müstağni davranabilmektedir. Bu ise tam anlamıyla insanı firavunluk ve nemrutluk mertebelerinde koşturan elim bir tablodur.
Hasılı engel, engel olsaydı arkasında güzellikler olmazdı. Arkasında güzellikler olan engeller ise engel değil onlardaki güzelliklere ulaşmanın asansörüdür.
Ne mutlu zahiri engellilikle şu hayatını sabır ve şükür ile yaşayanlara. Esefler ise sağlık, servet gibi nimetlere mazhar olup da şükrünü eda etmeyerek onunla cehennemin oltalarına takılıp gayyaya yuvarlanmayı maharet bilenlere...
TWİTTER : @aliihsandemirel