Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, geçtiğimiz günlerde, Kazakistan'da Türk coğrafyası müftülerine yaptığı bir konuşmasında önemli bir gerçeği dile getirdi
DR.SELİM KOÇ
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, geçtiğimiz günlerde, Kazakistan'da Türk coğrafyası müftülerine yaptığı bir konuşmasında önemli bir gerçeği dile getirdi: "Coğrafyamızın en hayati ve acil sorunlarının başında; İslâm'ın istismarı geliyor, dinin kötü temsili geliyor. Bilgiden, hikmetten, sanattan zarafetten yoksun; kaba, dışlayıcı, şekilci, sloganist bir yöntemle ortalıkta dolaşanlar İslam'ın hayat veren ilkelerini gölgeliyor."
İslâm'ı kim istismar ediyor?
Başkan, "İslâm'ın istismarı" dedi fakat, Türkiye'de AKP'li politikacıların dinî meseleler üzerinden siyaset yaparak İslam'ı istismar etmelerinin dine ve dindarlara verdiği ağır hasarı hiç gündeme getirmedi. Yeryüzünde Beytullah'ın birer şubeleri olan camilerin partinin seçim ofislerine dönüştürülmesinin İslâm'a verdiği/vereceği büyük zarardan hiç bahsetmedi. "Şüphesiz bütün camiler/mescitler yalnızca Allah'a ait kutsal kurumlardır. O mekanlar sadece ve sadece Allah'a kulluk için yapılmış özel mekanlardır. Öyleyse orada, Allah ile birlikte başka hiç kimseye sakın el açıp yalvarmayın!" (Cin Sûresi, 72/18) ayetini okuyup camilerde asla siyaset yapılamayacağını bütün sorumlulara hatırlatmadı. Allah'ın bu mekanlarda yalnızca kendisine ibadet edilmesini emrettiğini; sadece vahyin müzakere edilmesini istediğini, belirtmedi. Rab'be has kılınmış bu mekanların siyasetle kirletilmesinin asla caiz olmadığını, bir takım dünyevî-siyasî menfaatlere vesile kılınmasının ise bir çeşit şirk olacağı üzerinde hiç durmadı. Bu mekanlarda dünyevî-uhrevî müminlere fayda sağlamayacak; onların imanî/İslâmî şuurlarını beslemeyecek ve kulluklarını katlamayacak, dinin yaşanmasına ve yaşatılmasına bir katkı sunmayacak boş şeylere alet edilmemesi gerektiğini söylemedi. Niçin?
Cuma günü verilen hutbelerin, yalan, iftira, suizan, itham ve ötekileştirme içermemesi gerektiğini; imam-hatiplerin Müslümanları ayırımcılığa tabi tutarak tefrikaya sebebiyet vermelerinin Müslümanlıkla ve din kardeşliği anlayışıyla telif edilemeyeceğini belirtmedi. Bunu yapanlara "Unutmayın! Müminler birbirlerine düşman olamazlar, onlar ancak kardeştirler. O halde, inananlar arasında çıkabilecek anlaşmazlıklara seyirci kalmayın, din kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'tan gelen ölçüleri çiğnememe konusunda son derece titiz ve dikkatli davranın; müminlerin birlik ve beraberliğine zarar verip İslam toplumunu zayıflatacak her çeşit menfi söz ve davranışlardan uzak durun ki O'nun şefkat ve merhametine layık olasınız." (Hucurat, 49/10) ayetini okuyup birlik, beraberlik uyarısında bulunmadı.
Cuma Namazı’nın bir parçası olan hutbelerin mevzularının politikaya alet edilmesinin Kur'ân ve Sünnet ile asla bağdaştırılamayacağını dile getirmedi. "Dinin kötü temsili", dedi fakat imam ve vaizlerin, asla politikaya bulaşmamaları gerektiğini; bunun İslâm'a ve Müslümanlara vereceği zararın yıllarca telafi edilemeyeceğini ve dinin toplum üzerindeki tesirini tamamen kıracağını, ifade etmedi. Acaba niçin?
Umacı Haline Getirilen Bir İsimle Tehdit!
Başkan, yaptığı konuşmasında İŞİD, BOKO HARAM VE EŞ-ŞEBAB gibi silahlı terör örgütlerini de sayarken bunların arasına, devletin içinde bir çetenin, ağzına sakız olarak verdiği -varlığı bugüne kadar ispat edilememiş, ne olduğu belli olmayan fakat bütün kötülüklerin sırtına yüklendiği bir umacı- mevhum Fetö diye bir örgütten de bahsetti. Aslında uydurulmuş bu isimle, kimi ve kimleri kastettiği belliydi. Ancak kastettiği kimselerin isimlerini açıktan açığa zikretmeye ya korkaklığından cesaret edemedi ya da -böyle bir örgütün varlığını ispat edemeyeceği için- üstü kapalı göndermelerde bulundu. Acaba niçin?
Şimdi Türkiye'de din işlerinin başındaki bu adam(!), varlığı mevhum, uydurulmuş bir örgüt üzerinden kimlere iftira atıyor, kimleri tehdit ediyor? Niçin tehdit ediyor? Böyle bir iftira ve ithamın hesap gününde kendisine sorulmayacağını mı zannediyor. Sayın başkana "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (Kalem, 50/18) ayetini hatırlatsak acaba çok mu olur!
İktidara ve derin yapılara yaranma adına milyonlarca insanın şahsiyetine/ırzına dil uzatan bu âdem, Müslümanın, canına malına kastetmek haram olduğu gibi, onun şahsiyetine/ırzına kastetmenin de haram olduğunu bilmiyor mu? (Bkz. Tirmizî, Birr 18) Yoksa İslam'ı güzel temsil böyle mi oluyor? Hani diyor ya: "Bilgiden, hikmetten, sanattan zarafetten yoksun; kaba, dışlayıcı, şekilci, sloganist bir yöntemle ortalıkta dolaşanlar İslam'ın hayat veren ilkelerini gölgeliyor." Şimdi delile dayanmadan konuşmak, yalancıların yalanlarını seslendirmek, masum mümin kardeşlerine iftira atmak bilgi ve hikmet mi oluyor sayın başkan! Bu yaptığın sanat ve zarafet mi? Bu dışlayıcı ve suçlayıcı üslubun adı, güzel temsil ve hikmet mi oluyor? Derin yapıların ağzına verdiği sloganı, değil İslâm'ı, senin insanlığını/ahlakını gölgelemiyor mu? Bu söylemlerin seni sloganist yapmıyor mu?
Kim, azılı terör örgütlerinden daha tehlikeli?
Yine sayın başkan, bir çok örgüt ismi vererek araya sıkıştırdığı "F" diye bir örgütün, onların hepsinden daha tehlikeli olduğunu söylüyor. Ardından da bu terör yapısıyla arasına mesafe koymayan…" gibi ifadelerle muhataplarını yine tehdit ediyor. Sayın Erbaş! Azılı terör örgütlerinden daha tehlikeli dediğin bu camianın yarım asır geçmişinde tek bir şiddet ya da terör vakası yok. Bugün yaptığınız bunca zulüm ve işkenceye rağmen, uyguladığınız soykırıma rağmen herhangi bir şiddet olayına bulaşmamışlarken neye göre tehlikeli? Yoksa şiddete ve teröre asla bulaşmamaları mı tehlikeli? Camianın her bir ferdinin branşında çok iyi ve çok başarılı olması mı tehlikeli yoksa sizin için? Tertemiz olmaları, hiç rüşvete yolsuzluğa bulaşmamaları, siyasetçilerin politik oyunlarına gelmemeleri, karanlık yapıların kirli emellerine alet ve ortak olmamaları ya da çok dürüst olmaları mı tehlikeli yoksa sizin için? Peki tehlikeli diyor muğlak bırakıyorsun! Şerh düşmeli değil misin? Sana İslâm hukukunun "Bir iddiada bulunan kimse mutlaka delillerini ortaya koymakla mükelleftir." kaidesini hatırlatmak isterim. Delilini ortaya koyamayan da yalancının ve müfterinin ta kendisidir. Yalancı ve iftiracıdan İslâm'ı doğru temsil edebilecek diyanet işleri başkanı olur mu?