İlahiyatçı Yazar Dr. Selim Koç, 'Müşrikler kadar olsun! insaflı birkaç insan yok mu? ' başlık yazısının ilk bölümünü sizlerle paylaşıyoruz
DR. SELİM KOÇ
Risaletin yedinci yılı, aylardan Muharrem'di. Mekkeli müşrikler her türlü baskılara rağmen İslam'ın yayılmasına ve Müslümanların her geçen gün güçlenmesine engel olamıyorlardı. Üstelik inananların büyük bir kısmı Habeşistan'a hicret etmiş ve onlar bunu da durduramamışlardı. Muhacirleri geri getirme teşebbüslerinde ise başarı gösterememiş; diplomatik olarak hüsrana uğramışlardı. Mekke'de büyümesine mani olamadıkları İslam'ın mesajı şimdi Mekke'nin sınırlarını aşmış Afrika'ya da ulaşmıştı.
Diğer taraftan Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi hiç ihtimal vermeyecekleri isimler de Müslümanların saflarına katılmıştı. Duruma seyirci kalırlarsa Mekke'de herkes Müslüman olur ve İslam dininin hakimiyetinin önü alınamazdı. Bu yeni gelişmelerden çok ciddi endişelenen müşrikler, Allah Resulü ve O'na tabi olanlarla daha etkili mücadelede yeni bir yol haritası belirlemek için toplandılar. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Bu yeni dini tamamen unutturacak ve inkişafını engelleyecek kesin bir çözüm arıyorlardı. Bunun tek yolu da Hz. Muhammed'i ve ona tabi olanları, atalarının dinini terk ettikleri, mevcut yönetime beyat etmedikleri, Daru'n-Nedve'nin politik emellerine alet olmadıkları ve menfaat devşirdikleri ekonomik düzenlerini tehdit ettikleri için bölücü ve hain olarak ilan edip yok etmekti. İçlerindeki şeytan onlara, "Haydi ortadan kaldırın/öldürün, fitnecilerin başı Muhammed'i ve ona tabi olanları!" diyordu. Onlar da bunu büyük bir kahramanlık edasıyla seslendiriyorlardı.
Müşriklerden akrabalık bağını gözetenler!
Tabii bu karar karşısında beklemedikleri bir gelişme yaşandı. Peygamberimizin mensup olduğu Haşimoğulları ve Muttaliboğulları kabilesinin mensupları müminleri ve müşrikleriyle birlikte yek vücut olup Efendimizi koruma kararı aldı ve kılıçlarını kuşandılar. Evet yanlış okumadınız. Her iki kabilenin müşrikleri dahi "Hayır! haksız yere masum bir insanın canına kıyamazsınız!" dedi ve her şeyi göz önüne alarak Hz. Muhammed'i ve inananları savunmaya geçti. Adaleti, hukuku ve insanlığı savunanlar, vicdanlarının sesine kulak vermiş ve cibilli yakınlık hissiyle de olsa gözü dönmüş zalimler karşısında dik durmuş; her ne pahasına olursa olsun Hz. Muhammed'i teslim etmeme ve onu koruma mevzuunda müthiş bir dayanışma sergilemiş ve tam bir pakt oluşturmuştu. Organizasyonunun başında müşriklerin de kolay aşamayacağı, iman etmediği halde kendisine emanet yeğeni Muhammed üzerine tir tir titreyen hakperest bir insan, Ebû Talib vardı. İlerlemiş yaşına rağmen zalimlere boyun eğmeyen mert; gözü pek, vefakâr ve cefakâr bir amca vardı.
Mekke'nin ileri gelenleri ortaya çıkan bu yeni gelişmeyi görüşmek üzere "Hayf-ı Beni Kinane'de" acil bir toplantı kararı aldılar. Ancak burada yapılan anlaşmanın bütün kabileler tarafından ortaklaşa kabul görmesi gerekirdi. Halkçısı-milliyetçisi, liberali-putperesti, yağmacısı-komisyoncusu hepsi bir araya gelmiş onlar da birlikte hareket ediyorlardı. Toplantıya Haşimoğulları'ndan Ebu Leheb'i devşirmiş zanlarınca ellerini daha da güçlendirmişlerdi. Görüşmeden çıkan sonuç, gözlerinin ne kadar döndüğünü ortaya koyuyordu. Hz. Muhammed'i öldürmek üzere kendilerine teslim edecekleri ana kadar her iki kabileye karşı, toplu ambargo yani bir nevi soykırım uygulanacaktı. Buna göre, Beni Haşim ve Benî Muttalib'den kız alınıp-verilmeyecek, aynı zamanda her iki kabileyle de bütün ticari ilişkiler kesilecek asla bir şey alınıp-satılmayacak ve yardım da yapılmayacaktı.
Tarihte ilk Kâ'be istismarcıları!
Ortaya çıkan bu kararların daha tesirli ve kalıcı olması için de anlaşma maddelerini yazdırdılar. Yazılı bu metni üyelere tek tek imzalatıp bir de bu hükümlere uygun hareket edeceklerine dair karşılıklı yeminleştiler. Alınan kararların duygular üzerinde daha etkili olması için de yazılı belgeyi Kabe'nin içine astırdılar.[1] Ka'be'nin kutsallığını istismarla onu siyasî emellerine alet etmekten Allah'tan çekinmedi, insanlardan utanmadılar. Tıpkı dünden bugüne bütün din istismarcısı siyasetçiler gibi!
Sıcak savaş ortamına girmeden takip ettikleri böyle bir yol onlar için de daha isabetli ve tesirli olacaktı. İki kabile ile birden savaşmak zorunda kalacaklarına bu yöntemle hem Hz. Muhammed'i hem de O'na inanan kimseleri toplu helak etmiş olacaklardı. Soykırım için bundan daha masum ve etkili bir yol da bulunamazdı. Sonuçta ya Hz. Muhammedi teslim edeceklerdi ya da ağaç kökleri ya da kabukları yiye yiye yok olup gideceklerdi. Mekke yönetimine rağmen hala onu korumaya kalkışanlar, yakınları dahi olsa gerekli cezayı çekmiş olacaklardı. Darunnedve'de Mekke meclisinden apar-topar geçirdikleri bu torba kanuna karşı çıkmak da artık kimsenin harcı olamazdı.
Hayırda değil, hayra mani olmak için yarışıyorlardı!
Zalim müşrikler aktif olarak boykot kararlarını yürürlüğe geçirince Haşimoğulları ve Muttaliboğoulları, Ebu Talib'in yaşadığı mahalleye taşınarak liderlerinin etrafında toplandı. Kureyşliler, müslümanları daha zor durumda bırakıp erken sonuç alabilmek için vadiye yiyecek ve içecek maddelerin girmesini de yasakladılar. Muavenet/yardımlaşma yasağının bir şekilde çiğnenmemesi için de mahalleyi yakın takip altına aldılar. Artık Mekke halkının çoğu muhbir, koca Mekke eşrafı (!) bekçi ve istihbaratçı kesilmişti. Tek işleri masum, mazlum ve mağdurlara ulaştırılacak yardımları takip ve onlara el koymak; yakınlarına insanlık namına yardım etmeye kalkanları tutuklamak ve cezalandırmaktı. Geceli gündüzlü nöbet tutuyor devriye geziyorlardı. İnsanlık namına akrabalarına yardım yapmaya kalkışanları aleme ibret cezalandırmak için birbiriyle yarışıyorlardı. Hayırda değil, hayra mani olmak için koşup-koşturuyorlardı.
Bu kadar sıkı takibe rağmen her iki kabilenin üyeleri bu açık hava hapishanesinden hac mevsiminde ve haram aylar da çıkabiliyorlardı. Onca düşmanlıklarına rağmen müşrik de olsalar bu aylarda insaflı davranıyor; inançlarına ve kültürel değerlerine riayet ediyor, Allah'tan korkuyor zulümlerine ara veriyorlardı. Bu da müminlere maddi-manevi bir nefes aldırıyordu. Ya bugün, müşrikler kadar inançlarına, değerlerine, örf ve adetlerine değer vermeyen üstelik Müslüman olduğunu iddia ettiği halde hiçbir hak-hukuk kuralı tanımayan insan bozması mahluklara ne demeli! Hey Müslümanım diyen zalimler! Müşrikler kadarda mı değer yargılarınız, insaf ve adalet duygunuz yok?
DEVAM EDECEK