Samanyoluhaber.com yazarı Faruk Mercan 'Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret' notlarını paylaştı
FARUK MERCAN
Dünden Bugüne Hizmet İnsanı
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye yaptığım en son ziyarette hutbenin konusu “mürid” idi. Mürid; tasavvufi bir kavram, müntesip de diyebiliriz. Müntesip, bir yere intisap eden, bağlanan demek…
Bir önceki haftanın hutbesi ise “hayat tutkusu” üzerine idi. Yani dünyaya bağlanma, fani hayattaki şeylere meftun olma…
Mürid; murad eden, yani talepte bulunan manasına geliyor. Nedir muradımız? Hakiki imanı (tahkiki iman) elde etme, hakiki Müslüman olma ve ahiret yurdunu kazanma…
Bu kolay bir mesele değil. O yüzden Kur’an-ı Kerim, “İnandık” demek yerine “Müslüman olduk, teslim olduk” demeyi salık veriyor. Çünkü imanın kalplere yerleşmesi ayrı bir merhale… Anlaşılıyor ki, bu ayrı bir gayrete bağlı.
Hocaefendi’nin belki kaç defa “Belki bir gün biz de inanacağız. Hala inanma hecelemesi yapıyoruz” ifadesine şahit oldum ve her seferinde not aldım.
Hayat tutkusu; bir manada dünyevi hayati yegâne tutku haline getirme, “Hayır Allah’ın murad ettiğindedir” düsturunu unutup dünyevi hadiselere takılıp kalma, adeta dünyevi hayatı ebedi ahiret hayatının yerine ikame etme… Bu manada bu insanlar için “ehl-i dünya” ifadesi kullanılıyor.
Hatta İmam Gazali, alimler için bile böyle bir ayrım yaparak; “Ahiret alimleri var, bir de dünya alimleri var” diyor. Ahiret eksenli bir hayat yasayanlar ahiret alimleri; dünyevi emellerini ön plana çıkaran alimler ise dünya alimleri oluyor. Demek ki, İmam Gazali’nin yaşadığı 11. asırda da İslam aleminin böyle bir problemi varmış.
Hocaefendi’ye yaptığım son iki ziyaretteki notlarıma topluca bakıyorum. Esasında söyledikleri tam da bu iki hutbeyle alakalı… Mesela şöyle diyor Hocaefendi: “İnşallah halisane, samimine, bu meseleyi böyle götürürsek en ihtimal vermediğimiz yerlerin rengi bile değişebilir. Hiç böyle olur mu dememek lazım. Bu iş halisane götürülürse neler olmaz ki…”
Bu sırada bir talebesine dönerek “Size doyamadım” dedi ve yıllar öncesine giderek bu talebeler daha lisede iken hangi ruh haletinde olduklarını şu ifadelerle anlattı: “Ne günlerdi o günler... Teravih kılardık onlarla, içlerinde hıçkıra hıçkıra ağlayanlar vardı.”
Ve belki de bütün bu güzel tabloların arkasındaki sebebi ifade etti: “Kıvamı koruma önemli…”
Neydi Hocaefendi’nin arkasında teravih namazı kılarken bu gencecik lise talebelerini hıçkıra hıçkıra ağlatan? Bu talebeler bunca badirelerden geçerken istikametlerini nasıl korudular? Nasıl sarsılmadılar ve düşmediler?
Herhalde cevabi şu: Kıvamlarını korudular. Atalete, yılgınlığa düşmediler. Her daim ruh dünyalarını canlı tuttular. Başlarına gelen bir hadise canlarını yakınca belki sarsıldılar ama düşmediler; “Hayır Allah’ın murad ettiğindedir” dediler ve yola devam ettiler.
Hocaefendi, bu kıvama erişmeyi hedef haline getirmiş ve bu istikamette yürüyen nesle bazen “mefkure insanı’ dedi, bazen “adanmış ruhlar” dedi, bazen “irade insanı” dedi, bazen “altın nesil” dedi, bazen de “yeryüzü mirasçıları” … Vaazları haricinde kim bilir Sızıntı ve Çağlayan’a bu konu ile alakalı kaç tane başyazı yazdı…
Geniş manada bu minvalde bir hayat yasayanlara “Hizmet insanı” diyoruz. Bu daire içine dahil olanlara “Hizmetle tanıştı, Hizmete girdi” dememizin sebebi bu…
Hakiki Müslümanlığı yaşama ve yaşatma derdi…
Hocaefendi bu manada şöyle diyor sık sık: “Müslümanlık esas itibariyle amelden ibarettir. Müslümanlık haram ile helal meselesidir… Biz ki Müslümanız, aldanırız ama aldatmayız.”
Amel sadece namazi, orucu değil; hayatimizin her safhasını kapsıyor. Müstakim bir insan olma gayretini ifade ediyor.
Mesela Hizmet dairesi içinde ve dışında insanlara nasıl davranacağız? Hoşumuza gitmeyen bir hadise meydana geldiğinde nasıl hareket edeceğiz? Son ziyaretimizde Hocaefendi, muazzam bir benzetme ile “fırtınaları melteme çevirme” ifadesini kullandı:
“Herkesi iyilikleriyle alkışlamak, takdir etmek, bir yere koymak lazım. Herkesi kendine göre beğenmediğin bir yere yerleştirirsen; zannediyorum fena yere yerleşmedik insan kalmayacak. Bazı şeyleri görmemek lazım, bazı şeyleri vefa hissi ile tadil etmek lazım. Fırtınayı melteme dönüştüreceği ana intizar etmek lazım. Benim öyle çok arkadaşım var, fırtınayı melteme çeviriyor. Hiç kaybeden olmaz… Azıcık insanlık gösterince birkaç katı ile geriye dönüyor. Bence bu cömertlikten geri durmamak lazım. Her şeye rağmen herkese ayni alakayı gösterme, sana döner zamanla… Bütün bu iyilikler senin iyilik hanene yazılır. O mevzuda cimri olmamak lazım, cömert olmak lazım. Şunun, bunun gördüğü kusurları görmezlikten gelme…”
Bu düsturları gündelik hayatimizde karşı karşıya kaldığımız hadiselere uygulayabilsek keşke…
Bunlar hakiki Müslümanlık ölçüleri, bir başka ifade ile Hizmet yolunda hizmet insanı olma ölçüleri…
Bir defasında Hocaefendi çok kıymetli bir insanın soyadındaki “eğri” ifadesini “müstakim” olarak değiştirmişti. Hayatımızda sürekli eğrilikleri tamir gayreti içinde olmanın ne kadar zarif bir izah tarzı…
Bu daire içinde bulunmanın bahtiyarlığını hissetme, bizden öncekilerin yaptıkları fedakârlıkları örnek alma, onlar gibi bir ömür geçirmenin gayreti içinde olma, ömrümüzü zayi etmeme… Bizler kendi yaptıklarımızdan mesulüz. Başkalarının yaptığı veya sebep olduğu hususlardan hesaba çekilmeyeceğiz. Bu manada Kur’an, “Siz kendinize bakın” diyor.
Hizmetin sahibi biz değiliz. Kendi küçük dünyamızı bırakıp, afaki/aktüel meselelerle çok zaman geçirmenin ruh dünyamıza ve düşünce duruluğumuza büyük zararı olabilir.
İster tasavvufi manası ile mürid/müntesip deyin; ister Risale-i Nur kültürü ile taklid-i iman safhasından tahkik-i iman (hakiki iman) safhasına geçme deyin bu seyahatin öznesi biziz. Önce kendimizi kurtarmanın cehdi içinde olacağız. Allah’ın izniyle bu yolda olunca, daha birçok insanın hakikate uyanmasına vesile olabiliriz. Hatta belki bu yol arkadaşlarımızın samimi duaları kurtuluşumuza vesile olur. Çünkü hangi amelimizle ahiret yurdunu kazanacağımızı bilmiyoruz.
Bu sebeple Bediüzzaman Hazretleri hemen her dersine “Ey Nefsim” diye başlıyor. Bu sebeple Hocaefendi her defasında, “Herkes yahşi ben yaman, herkes buğday ben saman” diyor.
Yazıyı şöyle bitireyim: Bu bir hizmet harmanı; binlerce başaktan dökülen buğday daneleri etrafa saçılıyor, yeniden basağa yürümek üzere… Gelin bu yolda nasibimizin peşinde olmaya devam edelim.