Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, 'Düşmanlıktan Dostluğa Uzanan Gerçek Bir Hikaye' başlıklı yeni köşe yazısında Berlin'de düzenlenen 5'inci Müslüman Kültür Haftası'nı konu aldı.
Berlin’den Süleyman Bağ arkadaşımız bildiriyor:
Berlin’deki 5. Müslüman Kültür Haftası’nın film akşamında izlenen The Imam and the Pastor adlı belgesel, yalnızca iki din adamının hikâyesini anlatmadı — aslında bize, barışın ve uzlaşının sessiz ama derin dilini hatırlattı.
Nijerya’da yaşanan, düşmanlıktan dostluğa uzanan bu öykü, 1990’lı yılların çatışma dolu günlerinde birbirine düşman olmuş iki insanın,
İmam Muhammad Ashafa ve
Pastör James Wuye’nin hikâyesiydi.
Ashafa, ailesinden birçok kişiyi kaybetmiş, Wuye sağ kolunu savaşta yitirmişti. 1995 yılında yolları kesiştiğinde, ellerinde silah değil, kelimeler vardı. O günden sonra nefretin yerine diyaloğu, öfkenin yerine merhameti koydular. Bugün birlikte Interfaith Mediation Centre’ı yönetiyor, dünyaya barışı öğretiyorlar.
Çeşitliliğimiz zenginliğimizdirBerlin-Reinickendorf Belediye Başkanı
Emine Demirbüken-Wegner, açılış konuşmasında şöyle dedi:
“Müslüman Kültür Haftaları, dayanışma ve karşılıklı saygı için güçlü bir mesajdır. Çeşitliliğin bir zorluk değil, toplumumuzun temel gücü olduğunu gösterir.”
Salonda yankılanan bu sözler, yalnızca diplomatik bir selamlama değildi. Gerçekten de çeşitlilik, Berlin gibi bir şehirde bir arada yaşamanın değil, birlikte anlamanın anahtarıdır, zenginliktir, önemli bir sosyal sermayedir. “Reinickendorf’ta bu ruh sadece konuşulmaz; her gün yaşanır.“
Yaklaşık kırk kişinin katıldığı o film gösterimi, küçük bir topluluğun aynasında insanlığın büyük hikâyesini anlattı. Belki de barış, tam da bu ölçeklerde başlıyor: küçük ama samimi karşılaşmalarda.
Berlin ve Diyaloğun meyveleri Bu yıl beşincisi düzenlenen Müslüman Kültür Haftası da aynı ruhu taşıyordu. 30’dan fazla kurumun, 80 gönüllünün emeğiyle hazırlanan 60’tan fazla etkinlik, şehri bir öğrenme laboratuvarına dönüştürdü.
Proje yöneticisi Levent Kılıçoğlu, bu deneyimi şu sözlerle özetledi:
“Bu hafta, barış içinde yaşamanın sanatını öğrenme alanıydı.”
Ve aslında haklıydı: Berlin o hafta yalnızca Müslüman kültürünü değil, insan olmanın sanatını kutladı.
Kültür haftasının ön etkinliklerinden biri olan
“Eğitim ve Aidiyet” panelinde, Berlin-Mitte Belediye Başkanı Stefanie Remlinger, “Eğitim sosyal yükselmenin, kendini gerçekleştirmenin ve özgürlüğün anahtarıdır,” derken, salondaki başlar onaylayarak sallandı.
Çünkü Berlin gibi bir şehirde, dil ve eğitim yalnızca bilgi değil, aynı zamanda aidiyetin de kapısıdır.
Panelde
Amal Benchakroun, Jaqee Nakiri ve Enes Bağ gibi farklı kültürlerden gelen konuşmacılar, şu soruya yanıt aradılar:
“Aidiyet bireysel uyumla mı yoksa toplumsal müzakereyle mi oluşur?”
Belki de cevap her ikisindeydi — insan hem kendini bulur, hem de toplumla yeniden kurar.
Kaligrafiyle Kurulan KöprülerDahlem Araştırma Kampüsü’nde Çinli hattat Haji Noor Deen Mi Guangjiang’ın eserlerinin sergilendiği an, sessizliğin içinde bir tür dua gibiydi.
Arap hat geleneğiyle Çin fırça sanatının birleştiği o zarif çizgiler, estetik ile ruhaniyet arasında bir köprü kuruyordu. Berlin, o çizgilerde anlamın yeniden doğuşuna tanıklık etti.
Müslüman Kültür Haftası artık küçük bir proje değil; Berlin’in çokkültürlü kimliğinin aynası.
Tagesspiegel’in medya ortaklığında, yerel kurumların, vakıfların ve gönüllülerin katkısıyla gerçekleşen etkinlikler, kutuplaşmanın arttığı bir dönemde bize başka bir yolu gösteriyor: Karşılaşmanın, merakın ve insanca konuşmanın yolu.
Barışa Giden Yol Küçük Anlarda GizlidirBelki de bu haftadan çıkarılacak en önemli ders şu:
Barış, büyük konferans salonlarında değil; küçük bir film akşamında, ortak bir tebessümde, bir sergide, bakışlarla oluşan güvende ya da bir sanat atölyesinde birlikte çizilen bir hat çizgisinde başlar.
Berlin bunu bir kez daha gösterdi.