Safvet Senih, Zübeyir Gündüzalp'i ve Nur talabelerinin o dönem yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor
İhsan Atasoy Bey, “Nur’un Büyük Kumandanı Zübeyir Gündüzalp” isimli değerli araştırma eserinde hattat ve ressam olan Ağabeyimiz Refet Kavukçu’dan ibretli hatıralar naklediyor.
Refet Bey, hat çalışmaları için Erzincan’dan İstanbul’a gidip yerleşmek istiyor ama Zübeyir Ağabey onun Erzincan’dan ayrılmasını istemiyordu…
Refet Ağabey diyor ki:
''İstanbul’a gitmek rüyalarıma giriyordu. Ama Zübeyir Ağabey, yanına uğrayan hemşehrilerime dahi, benim Erzincan’dan ayrılmamak gerektiğini, bu İstanbul’a gitme işimden vazgeçmemi tavsiye ediyordu. Böylece kararımdan vazgeçtim. Bunun ne kadar isabetli olduğunu, sonradan karşılaştığım hâdiselerle tesbit etmiş oldum. Zübeyir Ağabey, bununla şunu demek istiyordu: ‘Hatt-ı Kur’an’ı nasıl elde edeceksen et, ama HİZMET HATTINI değiştirme.’ Zaten bir keresinde şunu da söylemişti: ‘Bir kişinin ÇEVRE YAPABİLMESİ, ETRAFINI TANIYIP TANITABİLMESİ 40 SENEDE olabilir. Bu kazancı zâyi etmemek lâzım’
“Erzincan’da İslâm Kitabevini çalıştırıyordum. Bir yandan da İstanbul’dan gelen hat ve yazı örneklerini çalışıyordum. Zaman yetmiyordu. Bir İstanbul ziyaretinde Zübeyir Ağabeye, ‘Her akşam Risale-i Nur dersine gitmesem de bazı akşamlar yazı yazsam, hat çalışsam olur mu?’ diye sormuştum. Biraz düşündü, ‘Sana yarın cevap vereceğim.’ dedi. Ertesi sabah aynı saatte Bekir Berk Beyin yazıhanesine geldi. ‘Refet kardeş, derse gitmemene gönlüm razı olmuyor; her akşam derse iştirak etmelisin!’ demişti. Zübeyir Ağabeyin idealinde ders, her meşru faaliyetin önünde geliyordu.
“Âyetü’l-Kübra Risalesini resimli hale getirmek istemiştim. Bu husustaki bazı örnek çalışmalarımı gösterdiğim zaman Zübeyir Ağabey, ‘Âyetü’l-Kübrâ’nın filmi çekilmeli. O yüce eseri ancak tabiattan alınmış canlı çekimler daha isabetli tasvir eder.’ demişti.
“Yıl, 1963… Kirazlı mescit 46 Numarada kalıyordu. Bir gün tatlı bir tebessümle: ‘Aziz kardeşim, Nurlardan aldığın vecizeleri resimleyerek bize gönderiyorsun, polisler gelip götürüyorlar’ diyerek duvarı gösterdi. Buraya öyle bir TABLO YAP Kİ, GÖTÜRMESİNLER…’
“Bunun üzerine, duvara yağlı boya bir resim yapmıştım! Risale-i Nurların, fırtınalı bir denizde Kur’an-ı Kerimi koruduğunu temsil eden bir resimdi bu… Altına da şunu yazmıştım. ‘İslâmiyetten elini gevşetme, sımsıkı sarıl; yoksa mahvolursun…’
“Yağlı boyanın etrafında portatif bir çerçeve asılmıştı. Bir gün polisler yine arama yapmak için gelmişler. Komiser, ‘Bu tabloyu da alın.’ demiş. Ellerini çerçeveye attıklarında tablonun duvarda, çerçevenin ellerinde kaldığını görüp hayret etmişler. O zaman komiser, ‘ÜZERİNE BİR ÖRTÜ ATIN!...’ diye emir vermişti. Tablo SAKINCALI kabul edilmiş, uzun seneler örtülü kalmıştı. Söz Bediüzzaman’ın imzasını taşıdığı için görünmesini istemiyorlardı.
“1960’lı yıllarda aralıklarla İstanbul’a gider, çoğu defa Bekir Berk Ağabeyin yazıhanesinde kalırdım. Zübeyir Ağabey her gece gelir sabahlara kadar hizmetle alâkalı sohbetler ederdi. O Davudî sesi hâlâ kulaklarımda yankılanır.
Bir gün yazıhanenin duvarlarına tutunarak merdivenleri çıktığını gördüm. Koluna girip yardım etmek istedim. Kabul etmedi. Hakikaten çok, ama çok izzetli bir şahsiyetti…
“Üstadın vefatından sonra, kaldığı mekânların resimlerini yapma arzusu içime doğmuştu. Bu maksatla yaptığım bazı çalışmaları kendisine gönderiyordum. Bana karşılık olarak yazdığı ilk mektubunda şunları söylüyordu:
“Merhum, muazzez ve muallâ Üstad’ı Necibimiz Bediüzzaman Hazretlerinin mübarek ve nurânî menzillerini ziyaret etmenizden hâsıl olan kudsî heyecan ve intibalarınızı, tamamen hak ve hakikat olan kanaatlerinizi dört gözle beklemekteyiz’ Her ziyaret ettiğiniz yerin intibaını müstakil olarak kaleme alıp gönderin. Mesela Emirdağ müstakil bir halde Barla’nınkini ayrı olarak yazıverin. Çam Dağının manzarasını canlandırırken yalnız mücerret olarak çam ağacını değil de etrafındaki dağların haşmetini de canlandırmak ve bu şekilde Hz. Üstad’ın gezdiği ve dolaştığı yerleri daha da heybetli ve muazzam göstermek için çalışmanız mümkün ise… Hem meselâ Katran Ağacının heybetini belirtmek için uçurumu ve oradan sahil kısmını göstermek… Hem de Barla’daki çınarın bütün dallarıyla birlikte eksiksiz olarak biraz daha yorulsanız… Yani o muazzam çınarı bütün dehşeti ve azametiyle gösterseniz…’
Yine 4 Aralık 1965 tarihli, Zübeyir Ağabeyden naklen ifade edilen bir mektupta şöyle deniliyordu:
“Cenab-ı Hak nasip ederse, inşaallah her beraber bir seyahate çıktığımda, Üstadımızın gerek telif esnasında gerekse ders esnasında oturduğu yerler ve oturuş vaziyetlerini resmetmek için biraz çalışmanızı arzu ediyorum. Bunu bilhassa, Zübeyir Ağabey çok arzu ediyor. Belki ileride nesl-i cedîd, Üstad’ın hayat safhalarını senaryo mevzuu yapacaklar. Belki daha evvel de olması muhtemel…’
“Bu teşviklerle, 40 senelik bir çalışma, BEDÎÜZZAMAN ALBÜMÜ’nü Zübeyir Ağabey yazdırdı… Bununla şeref duyuyor ve iftihar ediyorum! Ve onu her zaman rahmetle anıyorum.
“Enteresandır; merhum Zübeyir Ağabeyin tabutu koridordan geçmeyince, pencere demirleri sökülerek Kirazlımescid’den dışarı çıkarılmıştı. Bu, şunu ifade ediyordu: ‘Daha gencim, hayatımı fedâ ettiğim kudsî davamı bu genç yaşta bırakmak istemiyorum…’ (1920 doğumlu Zübeyir Ağabey 1971’de vefat ettiğine göre 51 yaşında idi. - S.Senih)
“Cenab-ı Mevlâ, onu yâd etmekte âciz kaldığım yüce vasıflarla donatıp yetiştiren Hz. Üstadımızdan ve Risale-i Nur’dan bizleri ayırmasın ve şefaatlerine nâil kılsın. Âmin!..”
Biz de diyelim: Âmin! Âmin! Âmin!..
Safvet Senih