''Günümüzün hastalığı hem de dünya çapında ilhad ve inkâr olduğu için, hem de insanlığa musallat olan bu illetin ilim ve fen kisveli bir felsefeye dayandığından dolayı bu marazın panzehirinin Kur’an makuliyetinde çok tesirli iksirlerden meydana gelmiş bir EBEDİYET MACUNU olması gerekiyordu… Cenab-ı Hak da bu derde çare olarak hekimlerden nâdire-i fıtrat hakîmleri gönderdi. ''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Ebediyet macunu
Ezelî kelâmdan gelen ve ebedlere uzanan İlâhî Mesaj Kur’an-ı Kerim, sınırlı harflerle ve kelimelerle sonsuz mânâ ifade etmektedir. Ama bu mânâ hazinelerini, birer gavvas gibi Kur’an-ı Kerimin enginliklerine ve derinliklerine dalıp oradan bu hârika cevherleri çıkaracak müctehidleri ve mücedditler gerekecektir. Onun için, Kur’an-ı Kerim’de: “Sana vahyedileni unutmamak için tekrarlarken, hemen anında bellemek için dilini kımıldatma. Çünkü vahyi senin kalbinde toplamak ve onu okutmak BİZE ait bir iştir. O halde BİZ, Kur’an’ı okuduğumuzda, sen de onun okunuşunu izle. Ayrıca AÇIKLAYIP BEYAN ETMEK de BİZE ait bir iştir.” (Kıyamet Suresi, 75/16-19) ve Hadis-i Şerifte: “Muhakkak ki, Allah, bu ümmet için her YÜZ SENE başında ümmetin dinini yenileyip tecdid edecek bir müceddit gönderir.” (Ebu Davud; Melâhim, 1.) buyurulmaktadır.
Başta Ebu Hanife, İmam-ı Şâfiî gibi mezhep imamları ve İmam Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi mücedditler bu mübarek hizmeti yerine getirmişler, Kitap ve Sünnetten feyiz, ilham ve sünuhat olarak aldıkları, istihraç ve istinbat olarak çıkardıkları ilaçları birer âb-ı hayat gibi bu ümmete takdim etmişlerdir…
Günümüzün hastalığı hem de dünya çapında ilhad ve inkâr olduğu için, hem de insanlığa musallat olan bu illetin ilim ve fen kisveli bir felsefeye dayandığından dolayı bu marazın panzehirinin Kur’an makuliyetinde çok tesirli iksirlerden meydana gelmiş bir EBEDİYET MACUNU olması gerekiyordu… Cenab-ı Hak da bu derde çare olarak hekimlerden nâdire-i fıtrat hakîmleri gönderdi. Okuduğu bir sayfayı bir okuyuşta, en fazla iki okuyuşta ezberleyecek, hakaikten doksan cilt kitabı hâfızasında tutup hergün ilimden ilim doğurtacak şekilde hâfızasındakileri tekrarlayacak, bu bilgileri Kur’an-ı Hakîmi anlamak için basamaklar yapacak ve bu kesbî ilimleri Allah’ın lütuf ve ihsanı ise vehbî ilimlere vesile yapacak irfan erleri bilgeler… Bunlar İslâmî ilimleri, geçmişin berrak kaynaklarını da temel alarak bugün âyet ve hadisler bize ne ifade ediyor devamlı bunları araştırarak, yeni rönesansımızı gerçekleştirip, yepyeni bir medeniyet projesi ortaya koydular… Bu proje tahayyül ve tasavvurlarda bırakılmadı izan ve iltizam haline getirildi.
Yaklaşık otuz sene önce M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle diyordu: “Şafakları şafakların takip ettiği şu günlerde, şayet bir kere daha kendi HİKMET UFKUMUZ açısından, içinde yaşadığımız dünyayı iyi değerlendirebilir, eşya ve hadiseleri iyi yorumlayabilir ve insanımızın iç yapısının temel malzemelerini iyi belirleyebilir ve sonsuza kadar var olma mefkûresine bağlanabilirsek, her zaman onlar gibi, hatta onların da önünde olabiliriz. Aslında dünü, bugünü, yarını birden perspektife alıp değerlendirebilen, içinde yaşadığı toplumun örflerini, âdetlerini, tarihî dinamiklerini korumaya alan ve tarihî tekerrürler devr-i dâimini kendini yenileme istikametinde çok iyi yorumlayabilen basiretli nesiller niye her zaman önde olmasınlar ki?
“Evet biz, yarınki hayatımızın bütün unsurlarını mâziden getirmiş bulunuyoruz. Onlar, dinin nuru ve ilmin ışığıyla kendi kültür potamızda yoğurabilirsek, KENDİ EBEDİYETİMİZİN MACUNUNU hazırlamış olacağız.
“Şimdi bütün bu dağınıklıkları gidermek ve durgunlaşan aktivitemizi kendi düşünce ufkumuza göre harekete geçirmek yine bize ve ülkesini seven herkese düşüyor. Evet bir kere daha ruh harimine çekilip İRADELERİMİZİN HAKKINI son santimine kadar kullanarak, bunca yıllık mazlumiyetlerin, mağduriyetlerin bilediği bir azim ile, tıpkı HAVARÎLER ve İLK MÜSLÜMANLAR gibi, ‘Bir kere daha yolculuk!..’ deyip, nerede bir insan var, orada iman, iz’ân ve irfan da olmalıdır, duygusu ile ömürlerimizi HİCRETTEN HİCRETE göçlerle derinleştirerek, bundan sonraki hayat dantelamızı, Hakkın hoşnutluğuna ermiş hakikat erlerinin düşünce ve aksiyon kaneviçeleri üzerinde örgülemeye çalışmalıyız.
“Biz inanıyoruz ki, bugün yeryüzünde hemen herkes, bu kıvamda gönüllerin kendilerine uzatacağı elleri öpüp başına koyacaktır. Yapılabildiği takdirde; dinimizin, ülkemizin, ülkümüzün bayraktarlığını yapacak bu olgun ve oturmuş iradeler, ülke ülke seyahatler tertip edip, kapı kapı dolaştıkları her yerde, Hızır gibi karşılanacak ve sundukları düşünceler de âb-ı hayat gibi içilecektir. Evet onlar, uğradıkları her yerde Musa-Hızır arkadaşlığı içinde sonsuza açılacak; Zülkarneyn bekleyenlere koruyucu setler inşâ edecek ve asırlardan beri ömrünü mağaralarda geçiren münzevilere de ‘ba’sü ba’del mevt’ e (dirilişe) giden geçitleri göstereceklerdir. Kim bilir belki de uğradıkları her yere, asırlardan beri beklenen en kapsamlı bir ULU RÖNESANS düşüncesinin ilk KIVILCIMLARINI da onlar götüreceklerdir…”
Bu yazılanlardan bu kadar sene sonra geldiğimiz noktada pek çok şey gerçekleşti. Sulh-i umuminin yani dünya barışının temsilcileri oldukları son mazlûmiyet ve mağduriyetlerinde tavırları ile tescillenen bu adanmış ruhlara karşı cihan çapında bir evrensel merak uyandı. Bu merak onların çok iyi tanınmasına vesile olacaktır inşaallah… Potansiyel halde Anadolu’da odaklanan bu güzelliklerin cebri lütfiyle bütün cihana yayılıp dağılışını görmek, ayrı bir hikmet tecellisi olsa gerek…
aaymaz@samanyoluıhaber.com