''Bu süreçte de Diyaneti ellerine geçirenler aynı kirli oyunları Hizmet hakkında da oynamışlardır. Onlar da ellerindeki haksız imkân ve iktidarlarını kaybedince aynı rezillik girdabına boylayacaklardır. Allah’tan en çok korkması gereken bir kısım İlahiyatçı ve Diyanetçi insanlar böyle dînî bir cinayeti nasıl işleyebilirler?!''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Kur’an-ı Kerim, Ebu Cehil ve benzerleri için şöyle bir tesbitte bulunuyor: “Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı. Fakat yalanladı ve döndü. Sonra da çalım sata sata ailesine gitti. Gerektir o belâ sana, gerek. Evet, gerektir o belâ sana gerek. İnsan başı boş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet Suresi, 75/31-36)
Velid b. Muğire ve benzerleri hakkında da şu tesbit var: “Çünkü o bir düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti. Yine kahrolası nasıl ölçtü biçti. Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, surat astı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı da, ‘Bu, dedi, başka değil öğretile gelen, tesirli bir sihirdir. Bu sadece bir insan sözüdür.’ Ben onu Sekar Cehennemine sokacağım”. (Müddessir Suresi, 74/18-26)
Velid b. Muğîre , Peygamber Efendimizin (S.A.S.) yanına gelmiş. Kur’an dinlemiş ve tesiri altında kalmıştı. Kalkıp Mahzun Oğullarına varmış; ‘Vallahi Muhammed’den az önce bir söz dinledim; ne insan sözü, ne de cin sözü. Onun bir tatlılığı, bir hoşluğu var. Yukarısı meyveli, aşağısı bolluk, zemini bol sulu. O kesinlikle üste çıkar, onun üstüne çıkılmaz.’ Demiş… Buna karşı Kureyş: ‘Velid saptı. Vallahi bütün Kureyş sapacaktır’ demişler. Bunu işiten Ebu Cehil, ‘Ben size onun hakkından gelirim.’ deyip kederli yanına varmış; ‘Ey amca demiş, kavmin sana vermek için mal topluyor. Çünkü sen Muhammed’den bir şey elde etmek için onun yanına gidiyormuşsun.’ Velid, ‘Kureyş bilir ki, ben onların malca en zenginleriyim.’ diye cevap vermiş. Ebu Cehil demiş ki: ‘O halde onun hakkında bir söz söyle de kavmin işitsin, senin onu sevmediğini, inkâr ettiğini anlasınlar.” Velid, ‘Ne diyeyim, içinizde şiiri, mısraları kafiyeli kısa vezinli nazmı, kasideyi ve cin şiirlerini benden iyi bileniniz yoktur. Onun söylediği, bunların hiçbirine benzemiyor ki’ demiş. Ebu Cehil, ‘Yok mutlaka bir şey söylemelisin’ deyince kalkıp kavminin toplandıkları yere varmış. ‘Siz, demiş, Muhammed’e mecnun, diyorsunuz. Hiç kimseyi boğarken gördünüz mü? Kâhin, diyorsunuz. Hiç kâhinlik yaparken gördünüz mü? Şair, diyorsunuz. Hiç şiir ile uğraşırken, şiir söylerken gördünüz mü? Yalancı, diyorsunuz. Hiç yalanını yakaladınız mı?’ Bunlara cevap olarak, ‘Hayır, ama peki o nedir’ demişler. ‘Durun düşüneyim’ demiş, düşünmüş, ‘Bu öğretile gelen tesirli, parlak bir sihirdir; bu sadece bir insan sözüdür!’ demiş. Onun bu sözleri Kureyşlilerin hoşuna gitmiş, salonlarında bir alkıştır kopmuş ve onun sözlerini alkışlayarak dağılmışlar. (Alûsî, Ruhu’l-Meânî)
İnsanların karakterleri değişmiyor. Şeytan insanın imtihan gereği insanın içine yerleştiren bazı duyguları çok iyi bildiği için, insî dostları ile işbirliği içinde hücum eder. O gün Ebu Cehil’i Velid b. Muğîre’yi insanlığa, ahsen-i takvim sırrına yakışmayan girdaplara sürüklediği gibi yakın tarihte de Kur’an-ı Hakim’in mucizeliklerini izhar eden gerçek ve harika bir tefsiri olan Risale-i Nurlar ve Müellifi Bediüzzaman Hazretleri hakkında da feci işler yaptırmıştır. Bunları, “Risale-i Nur, Muarız Yazarların İsnatları Hakkında ilmî Bir Tahlîl” isimli, eseriyle Eşref Edib Fergan anlatmıştır. Risale-i Nurlar hakkında henüz daha Haziran 1963’te Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem ve diğer ilim heyetinin “Bu eserler, yalnız Kur’an-ı Kerim ve Ehadis-i Şerife’den ilham alınacak… Bir takım ilmî ve hikemî sırları, madde âleminden temsiller getirilerek izahları yapılmış ve hali hazırdaki insanları ve bilhassa memleketimizdeki küçük ve büyük insan kitlelerini gafletten ikaz, fikrî ve şehvânî dalaletten, su-i itikad ve su-i ahlâk çıkmaz sokaklarından kurtarmaya matuf ifadelerden ve devletimizce de arzulanan güzel ahlâka sevk edebilecek yazılardan ibaret bulunmuş olduğu, bu kitapların muhtevasında hiçbir tarikatın, âdâb, erkan ve âyinlerini beyan eden ve herkesi onlara girmeye teşvik eyleyen bir yazı görülmemiş ve bilumum yazıların hülâsa ve neticesi vatandaşları İslâmî itikad ve ibadetlerin ifasına, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyyeye uymaya teşvik ve terğip eden ifadelerden başka kanunlarımızı ve nizamlarımızı ve devletimizin temel esaslarını ihlâl edecek mahiyette dini veya din kitaplarını vesair mukaddesatı nüfuz ve menfaat temin etmek maksadıyla âlet ederek propaganda yapıldığına delâlet eden bir ifade de görülmemiş olduğu kanaatına varılmıştır. 23-05-1956, 25-05-1958
“Nurculuk bir tarikat veya mezhep olmayıp Said Nursî adındaki zâtın son zamanlarda yayılma istidadı gösteren dinsizlik cereyanına karşı Kur’an-ı Kerim âyetlerini ele alarak Risale-i Nur namıyla yazdığı eserlere izafe edilen bir cereyandır. Adı geçen eserler, imanı, fikirlerle yerleştirmeye çalışmaktadır.” şeklinde raporları varken, Diyanetin başına getirilen Devlet Bakanı Safvet Umay, Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem’e yardımcı diye emekli bir paşa olan Sadettin Evrin’i tayin eder. O da İlahiyat Fakültesinden oradan buradan topladığı bir gruba düzme bir broşür hazırlatır. Adı: “Tuhfetür-reddiye alâ mezheb-i Saidi’l-Kürdiye” dir. Yazarı da güya Osmanlı devrin son Şeyhülislamı Mustafa Sabri’dir. Libya’da bulunan oğlu İbrahim Sabri Bey bunu duyunca tekzip gönderir. Babasının seneler önce vefat ettiğini söyler. Hazırlayanlar rezil olurlar…
Maalesef bu süreçte de Diyaneti ellerine geçirenler aynı kirli oyunları Hizmet hakkında da oynamışlardır. Onlar da ellerindeki haksız imkân ve iktidarlarını kaybedince aynı rezillik girdabına boylayacaklardır. Allah’tan en çok korkması gereken bir kısım İlahiyatçı ve Diyanetçi insanlar böyle dînî bir cinayeti nasıl işleyebilirler?!.