Bazı yazılar vardır tarihin hafızasına emanet edilir. Okumaya başladığınız yazı da onlardan biri.
Bazı yazılar vardır tarihin hafızasına emanet edilir. Okumaya başladığınız yazı da onlardan biri.
Sabah vakitlerinde tam evden çıkacağım sırada bir arkadaşım yazdı kısa bir mesaj olarak. Tüm dikkatimi veremedim ama meseleyi anlamıştım. İhtimal vermek istemedim önce ama örneklerini son 6 yılda o kadar çok gördük ki “olmuştur, yapmışlardır” dedim ve randevu aldığım işin peşine koştum. Birkaç saat sonra eve geldiğimde TR724 sayfasında konunun kısa bir haber olarak verildiğini gördüm. Ve bilgisayarın başına oturdum hemen.
Neden mi bahsediyorum? Birkaç gün önce Hakkın rahmetine kavuşup Edremit’te toprağa verilen Mükafat Hanımefendinin cenaze namazının kılınmaması konusunda Edremit Müftülüğünün veya Edremit Müftülüğüne vekalet eden kişinin ya da müftülükte karar merciinde bulunan kişilerin verdikleri bir karardan. “Ciddi bir itham ve iddia bu,” diyebilirsiniz. Evet öyle ama görünen köy kılavuz istemez. “Cenaze namazını camilerimizde değil de mezarlıkta kılsanız olmaz mı?” demek başka nasıl anlaşılır ki?
Neden? Kim bu kadın? Kim bu müftü? Bir ilçe müftüsü neden bir kadının cenaze namazı kıldırılmayacak diye emir verir?
İlçe müftüsü kimdir sorusunu soralım önce. Edremit Kaymakamlığının resmi sayfasında ilçe müftüsünün iş tanımı 21 madde halinde sıralanmış. İsteyenler bu linke bakabilir:
http://www.edremit.gov.tr/ilce-muftulugu
Bunların içindeki hiçbir maddenin Mükafat Hanımın cenaze namazını kıldırmama emrini içine alacak yorumlara tabii tutulamayacağı aklı selim, vicdanı selim herkesin kabulleneceği bir gerçek. Hukukçuların ilgi alanına giriyor ama müftü ya da müftü namına bu kararın altında imzası olanlar bu kararları ile görevini, makamını, yetkisini kötüye kullanmamışlar, idare hukuku kapsamında suç işlemişlerdir. Buradan Edremit Kaymakamı ve Balıkesir Müftüsü başta olmak üzere yetkililerin idari soruşturma başlatmaları gerektiğini söylüyorum. Eğer vazifelerini yerine getirmezlerse bugün olmadı yarın adalet mekanizmalarının adil bir şekilde işlediği günlerde bu konu yeniden gündeme gelecektir. Bu bir.
İki, fıkıh kitaplarındaki içtihadi yaklaşımları esas alarak diyelim ki dini bir vecibe olan cenaze namazı hayatta iken kafir ve müşrik olduğu açıkça bilinen bir insan için kılınmaz. Pekala Mükafat Hanım böyle birisi mi? Müftü hakkında “Cenaze namazını kılmayın” emrini verdiği bu kadını tanıyor mu? Ya da tanıyanların şehadetiyle mi böyle bir karar veriyor?
Hayır, ne müftü Mükafat Hanımı tanıyor, ne de Mükafat Hanımın – haşa! – kafire ve müşrike olduğuna dair bir emare söz konusu. Tam aksine 1952 yılında başlayan dünya hayatı yolculuğundan bugüne yani 70 yıllık çile ve ıstıraplarla dolu, sıkıntı ve meşakkatlerle âlûde hayatı içinde Rabbisine hiç ama hiç isyan etmeden namazında, niyazında, ağzı dualı bir Anadolu kadını Mükafat Hanım. Numan Yılmaz Yiğit kısaca biyografisini anlatan bir yazı kaleme aldı dün. İsterseniz ona bakın.
http://www.samanyoluhaber.com/yazar/numan-yılmaz-yiğit/çilekeş-bir-anadolu-anası-mükafat-gülen-hanımefendi/1395988/
Klasik Anadolu deyimi içinde “Saçının bir tek telini bile mahrem olanlara göstermemiş”, namusu, izzeti, şerefi, haysiyetiyle bir ömür sürmüş çilekeş Müslüman bir kadındı Mükafat Hanım. 1990’lı yılların başında tanıdım kendisini. Nice defalar evlerinde misafir oldum, yemeklerini yedim, salonlarında yattım, çaylarını içtim, muhabbetlerine katıldım. Ben tanıyorum. Benim tanıyorum demem, iyi bilirim demem onun hakkında hüsnü şehadet olarak kabul edilir mi, onun böyle bir hüsnü şehadete ihtiyacı var mı bilmiyorum ama Müftü Efendi’ye şunu diyebilirim: Siz de, ben de dahil sayın müftü, Türkiye değil 2 milyara yaklaşan dünyadaki tüm Müslümanlar arasında bir kişinin cenaze namazı kılınamaz fetvası verilecekse Mükafat Hanım en son kişi bile olamaz.
Üçüncüsü: Şimdi Müftü Bey’e yardımcı olayım. Neden bu emri verdiniz görevlilerinize biliyor musunuz? Biz biliyoruz, siz de biliyorsunuz ama bu kararı verdiğiniz halde onu söylemeye cesaret edecek yürek yok sizde. Korku dağlarının ardında saklandığınız için söyleyemezsiniz bunu. Menfaatlerinize halel gelecek düşüncesiyle yapamazsınız bu itirafı. Makam ve mansıplarınızı kaybedeceğiniz endişesiyle seslendiremezsiniz bu kararınızın gerekçesini. Daha fazla rencide etmeyeyim sizi. Gerçi etsem ne olacak. Utanacak yüz olmadıktan sonra. Yüzünüze gelecek tükürüklere “Ya Rabbi şükür Nisan yağmuru yağıyor…” diyen zihni sefalet içinde boğulduktan sonra. Evet, rencide etsem ne olacak?
Sayın Müftü, sizin Mükafat Hanımın cenaze namazı kılınmayacak emrini vermenizin altında yatan tek bir sebep var, onun soyadının Gülen olması. Hocaefendi’nin merhum kardeşi Sıbgatullah Gülen’in eşi olması. Tüm kamuoyunun tanıdığı STV haber sunucusu Kemal Gülen’in annesi olması. Öyle değil mi? Bari içinizden evet deyin. Kimse sesinizi duymasa da vicdanınız belki rahata kavuşur bu evet sesiyle.
Sakın ola ki bundan sonra “masumiyet karinesi, suçun şahsiliği” laflarını ağzınıza almayın Müftü Bey. Sakın ola ki sırtınızda Peygamber cübbesi, kafanızda onun sarığı ile “Bir zümreye yönelik öfkeniz ve nefretiniz, adaletsiz davranmanıza yol açmasın. Gerek dosta gerek düşmana karşı hep adaletli olun. Çünkü Allah’a karşı saygı ve sorumluluk şuuruna uygun olan davranış budur” ayetini anlatmaya kalkmayın. O Kur’an davacı olur sizden. Hz. Ebu Bekir gibi konuştun, Ebu Cehil gibi davrandın der sana. Zaten Kur’an demese de ben diyeceğim ahirette. İyi ki ahiret var. İyi ki hesap ve mizan var. İyi ki cennet ve cehennem var.
Kendimi çok tuttum yazıyı yazarken. Kalemimi önce saldım ama ardından defalarca yazdım ve sildim. Sözün akışından anlamışsınızdır zaten. Arife tarif gerekmez. Son sözüm şu: Yazıklar olsun!