Allah ve Resulullah’la olan bağımız koptuğu, ahlak, fazilet ve güven duygusunu kaybettiğimiz andan itibaren, hayat düzenimiz, içtimaî ahengimiz, maddî refahımız, huzurumuz bozuldu; itminanımız ve ümitlerimiz kayboldu. Ondan sonra bir umumî yıkılış ve dökülüş başladı. Surlar yıkıldı, yollar perişan oldu.. Ağlamak kaderimiz oldu.. Gerçek Bayrama da hasret kaldık...
Azıcık imanı ve vicdanı bulunan, mezarlara perde gerip, arkasında zevk edemez! Cenaze evinde düğün alayı olmaz!. Musallanın başında gülüp oynamak, değil Müslümana sıradan bir insana bile yakışmaz!
Şefkat Peygamberi (sav) bir bayram günü, ağlayan tek bir yetimin yüzünü güldürmeden bayram yapmamıştı... Oysa bugün, koskoca bir ümmet adeta öksüz ve yetim durumda...! Hususiyle ülkemizde onbinlerce kadın, gözünü dünyaya yeni açmış yüzlerce masum yavru, annesini babasını ziyarete giderken onlarla cennette buluşmak üzere hayatını yolda kaybeden yavrular, bayramda güzel elbiselerini giyerek mutluluk içinde anne baba dede neneleriyle, kardeşleriyle sevinç içinde oynayamayan çocuklar varken, bütün bunlar gerçek manada huzur içinde bayram yapma imkanını elimizden almaktadır.
Bir gün, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bayramlık elbiseler giymiş çocukların neşe ve sevinç içinde oynadıklarını görmüştü. Onların yanından geçerken, yırtık elbiseli, boynu bükük bir çocuğun, kenarda oturup, diğerlerini hüzünle seyrettiğine şahit olmuştu. Rahmet Peygamberi (sav) hemen onun yanına yaklaşıp, halini hatırını sorup, gönlünü almak istemişti..
Çocuk, Efendimiz‘e (sav) babasının cihad meydanında şehit olduğunu söylerken ve kimsesizliğinden dert yanarken, iyice gözyaşlarına boğulmuş, ağlıyordu.. Ferîd-i Kevn ü Zaman (aleyhissalâtu vesselam) Efendimiz, çocuğun ellerinden şefkatle tutmuş, saçlarını sevgiyle okşamış ve:
“Yavrum, Allah Rasûlü baban, Âişe annen, Fatıma ablan, Hasan ile Hüseyin de kardeşlerin olsun, ister misin?” demişti.
Sonra da o yetimi alıp, hane-i saadetlerine götürmüş, yedirmiş içirmiş ve güzelce giydirmişti. Dahası -“İsmim Büceyr” diyen bu yetime Allah Rasulü (sav): “Artık senin adın Beşir olsun” buyurmuş ve adeta ona yeni bir doğum yaşatmıştı.. Beşir, oynayan çocukların yanına döndüğünde artık gülüyor ve bayram ediyordu...
İşte Şefkat Peygamberinin sımsıcak iklimine kendimizi salacağımız böyle bir bayramın hayalini kuruyor, on dört asır öteden lütfedip gönderdiği: “Kardeşlerime selam” iltifatına itimat ederek, Hicrette, Medine-i Münevvere’de, Efendimizin (sav) teşriflerini bekleyenlerin: ‚Talea’l-bedru aleynâ Min seniyyatil vedaa‘– Seniyyeyi vedadan üzerimize Ay doğdu…” dedikleri gibi, eşref-i saat‘in yaklaştığı şu dakikalarda, hasret ve hicranla yanan ruhlarımızı, daha fazla bekletme, gel.! Gel de, biz de gerçek bayram edelim Ya Resulullah..! demeliyiz.
Bir hadis-i şerifte haber verildiği üzere; bayram sabahı melekler yeryüzüne inerler; sokak başlarını tutup insanlar ve cinler haricinde bütün mahlûkâtın duyabilecekleri bir seda ile:
“Ey ümmet-i Muhammed, şu anda ihsanlarını bol bol yağdıran ve en büyük günahları dahi yarlığayan Rabbinize koşun!” derler.
Mü’minler namazgâhta toplanınca, Allah (azze ve celle): “Vazifesini güzelce yapıp ikmal eden işçinin hakkı nedir?” diye Meleklere sorar. Onlar da: Ücretini tam olarak almaktır” derler. Bunun üzerine Rahmeti Sonsuz olan Rabbimiz meleklere: “Sizi şahit tutuyorum ki, Ben kullarıma Ramazandaki oruçlarının ve namazlarının (kurban ve haclarının, mağdur, mazlum ve mahkumlara el uzatanların, Allah için hicret eden ve onlara şefkat ve sevgiyle gönüllerini ve yuvalarını açanların) sevabı olarak, kendi rızamı ve mağfiretimi verdim.” der ve şöyle buyurur: “Ey kullarım, ne dilerseniz benden isteyin bugün; izzet ve celâlime yemin olsun ki, âhiretiniz hesabına biriktirmek üzere ne isterseniz, mutlaka vereceğim. Dünyevî taleplerinizde de hikmetle muamele edeceğim.. Siz, hoşnut olacağım ameller yaptınız, Ben de sizden razı oldum.. Şimdi evlerinize günah ve kusurları bağışlanmış kullar olarak dönün!”
Mevla, pırıl pırıl gençlerin, onları yetiştirmek için kendinden geçmiş hizmet erlerinin, köküne kibrit suyu dökülmesine izin verir mi zannediyorsunuz? Rahmeti Sonsuz, tütmeye başlamış ümit ocaklarımızın söndürülmesine müsaade eder ve ümitle şahlanmış gönüllerimize inkisar yaşatır mı zannediyorsunuz?
Böyle bir zan, Allah’ı hakkıyla tanımamış olmanın neticesidir. Unutmayalım ki, içtimaî coğrafya, yeni bir doğuma hamile görünüyor.
Müjdesi verildiği üzere, ‘şu istikbal inkılabâtı içinde en yüksek ve gür sadâ Hakk’ın sadâsı, Kur’an’ın sesi ve sahib-i Kur’an’ın nidası olacaktır.`(BSN)
Yeryüzünde iman, huzur ve itminân, son bir kere daha dalgalanacaktır. Evet, bükülen bellere, nevmîd olan gönüllere ve yaşaran gözlere Rasûl-ü Ekrem (sav) müjde veriyor ve buyuruyor ki:
“Ümmetimden bir bölük, her zaman hak üzerine kâim ve sâbit olacak; başkalarının kendilerini yüzüstü bırakmaları onlara asla zarar vermeyecek ve onları hiç sarsmayacak; onlar, Allah’ın emri gelinceye, kıyâmet kopuncaya kadar bildikleri yolda istikamet üzere devam edecekler ve hallerini bozmayacaklar.”(Müsned)
Öyleyse bizler: Kur’an hâdimleri, tebliğ gönüllüleri ve temsil erleri arasında bulunduğumuz sürece, dünyanın dört bir yanına saçılan tohumlar, Allah’ın inayetiyle bir gün mutlaka hayata yürüyecek; hattâ çürüyüp gittiğini zannettiklerimiz bile, mevsimi gelince, yediveren, yetmişveren başaklar gibi salınıp kendi talihlerinin bestelerini mırıldanacaklardır.
Bayramlar, yapılan fedakarlıklarla Allah-ı hoşnut etme ve huzura kavuşma günleridir. Mü'min, Allah celle celalühü emrettiği için namazını eda eder, orucunu tutar, farz ise zekatını, haccını ifa eder, kurbanını keser ve neticede Allah'ın rızasını bekler.
İdrakiyle şereflendiğimiz mübarek Kurban Bayramı'nda, Allah celle celalühü için kestiğimiz kurbanlar, Rabb'imize yaklaşmaya vesile olurken, bir yönüyle de dünyada acından ölen insanların hayata tutunmalarını sağlamaktadır.
Aynı zamanda, garipleri, yetimleri, fakirleri sevindirme ve kalplerini kazanmaya sebep olmaktadır. Böylece onların da bir Bayram sevincine kavuşmalarını sağlamaktadır. Kurban vesilesiyle, nice zayi olan nesiller ihya edilmekte, kafaları ilimle, kalpleri iman ve ahlakla donatılmaktadır.
Bayramlarda mü’minler, maddi manevi irfana ermekte, duyguları itibariyle incelmekte, ruhuyla bütünleşmekte, birbiriyle sevgi ve muhabbetle sarmaş dolaş olmaktadırlar. Nice küskünler barışmakta, gayz, kin, nefret ve öfkeler balon gibi sönmekte, millet fertleri büyük çoğunluğu itibariyle camileri lebalep doldurup, Allah'a imanın zevkine ermekte, huzur ve itminana kavuşmaktadırlar.
Dünyaya ait çok basit şeylerden dolayı, başta anne babasının, komşularının, dava arkadaşlarının, daha nice dostlarının kalbini kırmış, gönül dünyasını yıkmış olan insanlar; bayramları vesile yaparak bu insanların gönüllerini almaya çalışmakta, aile ve toplum arası kırgınlıkları tamir etmekte, şeytanı küstürüp Mevla’yı hoşnut ve razı edecek davranış sergilemektedirler.
Bayramlarda dedeler, neneler, anne babalar, maddi manevi büyük zatlar, vicdanlarında Bayramın neşvesini, huzurunu duyarken, rengarenk elbiseler içinde yüzü gülen çocuklar, garipler ve yetimler kendi hülyaları içinde dünyalarını yaşarlar.
Dünyaya niçin geldiğinin farkında olan, davayı İslam’a gönül veren, gerçekten imanın huzurunu vicdanında duyan, başkalarını sevindirmenin zevkine varan kadın erkek nice hak dostları, ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde Kurbanlarıyla beraber, ağlayanları güldürmek, açları doyurmak, yetimleri sevindirmek için, kendi eşlerini, ana babalarını, çoluk çocuğunu, yakın akraba ve komşularını bırakıp dünyanın değişik yerlerine gider, Kurbanlarını kesip hiç tanımadıkları o garip insanlarla sarmaş dolaş olup Bayramın sevincini onlarla paylaşırlar.
Bayram ikliminde, yaşlıları nuraniyetleri ile melekleşmiş, İnsan-ı Kamil zirvesine tırmanan muhterem birer insan, gençleri; nefislerini frenlemiş, imanın neşvesi ile kendilerini İman ve Kur'an hizmetine adamış iffetli birer küheylan, çocukları; etrafa koku ve güzellik saçan bahar çiçekleri olarak görür, mesrur olur huzur duyarız.
Hz.Allah (cc) Bayramlarda, insana imanın kazandırdığı güzellikleri, kardeşlik şuurunu, başkalarını kendi nefsine tercih etmenin mutluluğunu ve huzurunu, -irademiz dışında vuku bulan üzücü hadiseler hariç- dünyada cennetin küçük bir numunesini insanın vicdanında duyurur ve tattırır.
Alem-i İslam'ın bypass geçirdiği, erozyon yaşadığı ve milyonlarca insanın mağdur ve perişan olduğu günümüzde, mutlu ve huzur içinde bir Bayram yapma hakkımız yok ama, Bayramı vesile yaparak imkanlarımız ölçüsünde maddi yardımı ihmal etmeden; aynı hadiseler başımıza gelmiş gibi, samimiyetle ve ihlasla devamlı duada bulunarak, kardeşlerimizin yaralarını saracak ve dertlerine ortak olmaya çalışacağız.
Hac, Allah emrettiği için yapılması gereken ibadetlerin en önemlilerinden biridir. Kulun hailsiz, perdesiz Allah’a en yakın olduğu ve rahmet kapısına dokunduğu, halini Rabbine arz ettiği yerdir. Gönüllerin yıkandığı, ruhların kanatlandığı, vicdanların itminana kavuştuğu en önemli, en mühim bir ibadettir. O mukaddes ve mübarek yerde olmanın insana kazandırdığı manevi atmosferle adeta dünya gözünden silinir, ötelere perdeler açılır. Hac, bazılarının hayallerde, bazılarının yakaza halinde Peygamberle selamlaştığı, sevdikleriyle buluştuğu, kendinden geçtiği bir yerdir.
Hac, kurbanla ayrılmaz bir bütündür. Kurban, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den günümüze kadar hep bir fedakârlık, kahramanlık, hasbilik ve teslimiyet sembolü olagelmiştir. Kurbanda tekbirler, Hakk’ı ve Tevhîdi ilandır.
Saffat suresinde (Hz.İbrahim as):
100. “Ya Rabbî, salih evlatlar lütfet bana!”
101. “Biz de ona aklı başında bir oğul müjdeledik.”
102. “Çocuk büyüyüp yanında koşacak çağa erişince bir gün ona: “Evladım!” dedi, “ben rüyamda seni boğazlamaya giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!”
Oğlu (Hz.İsmail): “Babacığım!” dedi, “hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”. (Hz. İbrâhim oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmeye giriştiğini görmüştü.)
103,104,105. “Her ikisi de Allah’ın emrine teslim olup, İbrâhim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!”
106. Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı. [53,37]
107. Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik.
108. Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık: ki o da, bütün milletler tarafından şöyle denilmesidir:
109. “Selam olsun İbrâhim’e!”
110. Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz! Ayetleriyle anlatılmaktadır.
(Bu âyetle kurban kıssasının anlatılış hikmetine işaret ediliyor. Hz. İbrâhim (a.s.)’ın iki oğlu Hz. İshak (a.s.)’dan Yahudi ve Hıristiyanların mensub olduğu İsrailoğulları, Hz. İsmâil (a.s.)’dan ise Araplar ve diğer müslümanlar dünyaya yayılmışlardır. Dünyadan nice soy ve sülale geçip gitmiş, onların isimleri bile kalmadığı halde Allah Hz. İbrâhim’in nesline bu bereket ve şerefi vermiştir. Allah Teâla bu kıssayı anlatmakla onlara şöyle demek istiyor: “Sizin ecdadınız İbrâhim, İsmâil ve İshâk (aleyhimü’s-selam), ihlasları ile bu şerefe yükseldiler. Siz de onlar gibi olmak isterseniz bu ihlası kazanmaya çalışın. Yoksa, önderlik soydan ileri gelmez. Nitekim onların soylarından iyiler gibi, zalimler de bulunmaktadır.”
Yirminci asrın son çeyreğinde Batı Hıristiyanlık dünyası başta olarak birçok yerde “Hz. İbrâhim’de birleşme” temennileri dile getirilmeye başlamıştır. Bu üç ümmet Hz. İbrâhim’e lâyık nesiller oldukları nisbette, dünyada hayır ve faziletin ağır basacağı rahatlıkla söylenebilir.)
Hac Kurban’da yapılır. Arefe günü Arafat’a çıkılır. O gün Arafat mahşer gibi kaynar. Dilleri farklı, renkleri farklı, kültürleri, gelenek ve görenekleri farklı milyonlarca insan, inanç diliyle, samimiyet ifade eden tavırlarla tanışır ve kaynaşırlar.
Hacc’ın olmazsa olmaz şartlarından olan ihram, ölüm ötesi âlemi ile emir ve yasaklara saygılı olunması gerektiği hususunu da hatırlatır. Onun için ihramlıya belli prensipler getirilmiştir. Bu prensipler Kur’an ifadesiyle, ''Hac malum aylardadır. Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hac esnasında; ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme caiz değildir. Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir. Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı kötülüklerden korunmadır. Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri!'' (Bakara-197) şeklinde anlatılmaktadır.
Mümin kalp kırmaz, gönül yıkmaz. Hele ihramlı iken bu hatayı işlerse, Kâbe’yi yıkmaktan daha beter bir iş yapmış olur. Mahlûkatı öldüremez, nebatata zarar veremez, verirse cezayı gerektirir. Hac ve Kurban’ın kalplerde meydana getirdiği fetih, potansiyeli olanları hakiki insanlığa terakki ve terfi ettirmeye vesile olur.
Milyonlarca Müslümanın yapmakta olduğu hac ibadetlerini, Arafat ve Müzdelife vakfelerini, Mina’da şeytan taşlama ve kurban kesmelerini, Kâbe’de yaptıkları farz olan tavaflarını, derin bir iman şuuruyla Allah’a takdim edeceklerini umut ediyoruz.
Bu vesileyle Mübarek Kurban Bayramınızı kutlar, alem-i islam ve insanlık hakkında hayırlara vesile olmasını diler, bütün hüccacın da haclarının mebrur olmasını Cenab- ı Hak'tan diler ve dua ederim.
Mehmet Ali Şengül