Samanyoluhaber.com yazarı tarihçi Eyüp Ensar Uğur, son yazısında ölümü anlattı. Efendimiz (S.A.S)'in kendisine düşmanlık gösterip ezâ ve cefâlarda bulunanlara karşı tavrını örneklerle kaleme aldı.
İşte Eyüp Ensar Uğur'un yazısının ilgili kısmı:
ÖLEN KİŞİ İNSAFSIZ DA OLSA BİZLER ÖYLE OLAMAYIZ
Eğer ölen kişinin kalbi çoklarının adaletten sapmasına sebep olan kararmış bir kaya gibi de olsa onun ölümüne sevindiğini dile getirmek, sevenlerini daha da olumsuz bir tavra büründürecektir.
Halbuki Peygamber Efendimiz’in etrafına tesiri olan kişilerin ölümlerinin ardında nasıl davrandığına dair örnekler var önümüzde. Mekke’nin ve Medine’nin en azılıları olan Ebu Cehil ve İbni Selul’ün ölümlerinde bile tavrı çok farklıydı. Maksadı ölenin ardından sevenlerini incitmemek ve onlara Hakk’ın kapılarını kapamamaktı.
Mesela Efendimiz (sav) Ebu Cehil’in oğlunun yanında babasının ardından konuşmayı yasaklamıştı. Müslüman’ım diyen İbn’ul Selül’ün tüm yaptıklarına dair bir Müslüman gibi cenazesine iştirak ettiğini ve affedilmesi için nasıl dua ettiğini biliyoruz.
Kur’an’da Peygamberimize yetmiş defa af da dilese onun affedilmeyeceğini bildirmişti. Resulallah o zaman daha fazla onun hakkında af dilerim demişti. O’nun (sav) bu davranışı ölene faydası olmasa da geride kalan yüzlerce taraftarının kalbini kazandığını siyer tarihi anlatmakta.
Tam olarak Resulullah’ın yaptığı gibi yapalım demiyorum. Sadece bırakalım ölenleri kendi hesaplarıyla. Geride kalanların ölümden ibret almaları adına bir maslahat içeren bir tavır gösterelim, en azından bir dua edelim ve ümit edelim.
Tamam İbnu’l Arabi gibi de davranalım diyemiyorum. Zira onun gibi yapabilmek de herkesin harcı değil.
Bir zaman Muhyiddin Arabi Hz. leri ansızın halvete çekilip yedi gün kadar yana yakıla dualar etti. Bu süre zarfında yemek dahi yememişti. Talebeleri bir yandan merakla neler olduğunu anlamaya çalışıyorlar bir yandan da hocaları hakkında endişe ediyorlardı. Ve sonunda Hazret, inzivadan yüzü gülerek çıkarak talebelerine sofrayı kurmalarını söyledi.Sofrada talebelerine; geçen hafta vefat eden falan kişinin kabirde büyük bir azap çektiğini, onun üzerindeki azabın kaldırılması için Allah’a buncadır yalvardığını, onu affetmediği takdirde ağzına bir lokma yemek koymayacağını ve sonunda duasının ulu dergahta kabul edildiğini anlattı.Bu sözler üzerine talebeleri hayretler içerisinde birbirlerine baktılar. Çünkü İbn’ul Arabi Hz.lerinin, naz makamında Allah’a yakararak affını istediği zat, bir alim olduğu halde hocaları hakkında ağza alınmayacak hakaretler eden ve akla hayale gelemeyecek iftiralar atan bir kişiliğe sahip olmasıydı...
Anlaşılan ölen zat hakaret ve iftiralarda da bulunsa iman sahibi biriymiş.
Yine de zor zor....
Bu arada söylemeden de geçemeyeceğim;
Hayatı buradan ibaretmiş gibi yaşayanlar ancak, iftiralar ve bu iftiralarla hayatların altüst edilmesi karşısında icap eden, sahip olunan tüm dünyalıkları "ahirete kirli gitmeme adına.." kefareten ortaya konulmasını beddua anlar. Tabi tâ ki ölünceye kadar.
Zira insanoğlunun ancak ölürken, neyi öne alması neyi arkaya bırakması gerektiğini anlayacağını Kur'an-ı Kerim anlatmakta.