''Üstad Hazretlerinin bilhassa Emirdağ’da ilk dersane talebeleri diyeceğimiz evinde, yanında kalan Ceylan Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel gibi ağabeylerimizin kökenlerine indiğimiz zaman hepsinin de Âl-i Beytle bir alâkalarının olduğu görülüyor. Üstad Hazretlerine ve Hizmete canla başla sahip çıkışlarının arkasında bir de işte bu gerçek ve bu müthiş alâka var… ''
Yezid İbnu Erkam (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (S.A.S.) buyurdular ki: “Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah’ın Kitabı’dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. Diğeri de kendi neslim, Ehl-i Beytim’dir. Bu iki şey, Cennette Kevser havuzunun başında bana gelip hakkımızda bilgi verinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün.” (Tirmizi, Menâkıb 77)
Kur’an-ı Kerim’de “(Habibim) de ki: “Ben bu (tebliğime) karşı akrabalıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum.” (Şura Suresi, 23) buyuruluyor.
Müslim’de geçen bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
“Ey insanlar, bilesiniz ki: Ben bir insanım, Rabbim’in elçisi (Azrail Aleyhisselam'ın) gelmesi ve davetine icabet etmem zamanı yakındır. Ben size iki kıymetli şey bırakıyorum: Birincisi Kitabullah’tır, içerisi nur ve hidayet doludur. Allah’ın Kitabını alın ve ona dört elle sarılın.” Peygamberimiz (S.A.S.) Kur’an-ı Kerim’e bir çok teşviklerde bulunduktan sonra devamla dedi ki: ‘Ehl-i beytim hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum. Ehl-i beytim hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum. Ehl-i beytim hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum…”
Elbette semadan uzatılan bir mübarek ve mukaddes ip olan Kur’an-ı Kerim’e tutunmadan, ebedi saadete ulaşmak mümkün değildir. O, Kainatın Sahibinin Kitabıdır. En karanlık dönem ve mekanlarda en karışık mesele ve problemlerde “radyumvari ışığı” ile kör düğümleri çözecek, kat kat zulmetleri aydınlatacaktır. Yeter ki, bütün samimiyetimizle ona teveccüh edelim. Aklımız, gönlümüz, vicdanımız ve ruhumuz arzuladığı her şeyi o Allah Kelâmında bulacaktır. Hem zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmekte, rumuzlu ifadeleri ince işaretleri de her gün biraz daha vuzuha kavuşup anlaşılır hâle gelmektedir.
Tavsiye buyurulan ikinci mesele ehl-i beyttir. Âlimlerimiz onlardan maksadın, Peygamberimizin (S.A.S) sünneti olduğunu beyan etmişlerdir. Doğrudur. Ama bunun ehl-i beyt olarak ifade edilmesinin de bir manası olmalıdır. Ehl-i beyt, Peygamberimizin (S.A.S) öz ailesi olması itibariyle İslamiyete cibilli taraftardırlar. Çünkü babalarının, dedelerinin, atalarının davasıdır. Zaten tarih boyunca büyük rehber ve mürşidlerin o aile ve hanedandan gelmiş olması da hadisin bu ifadesini anlamamıza yardımcı olmaktadır...
Vehbi Ağabeyimiz anlatmıştı:
Bir lisede öğretmendim. İdare solun elindeydi. Müdür de onlardandı içlerinde oturup sohbet ettiklerimiz vardı ama bazıları çok aşırı din düşmanları idi. Hele birisi çok kötüydü. Mukaddeslere dil uzatıyor, ifadesi bile zor olan sözler söylüyordu. Bir gün bunun müdürle münakaşa ettiğini hatta müdürün onun ağzına bir tokat vurduğunu öğrendim. Bunun sebebini öğrenmek için yanına uğradım. “Efendim sebebini bilmiyorum ama böyle bir şey olmuş ama o bizleri çok rencide ediyordu. Bir din bilgisi hocası olarak çok mutazarrır idim.” meâlinde sözler söyledim. Müdür bey: “Terbiyesiz herif İslamiyete ve Hz. Muhammed’e küfretti. Dayanamadım ağzına bir tokat vurdum. Çünkü Hz. Muhammed, benim dedem. Ben namazsız, niyazsız da olsam onun torunuyum ve benim âidiyetim de elbette Müslümanlıktır.” dedi. Şaşırmıştım.
Vehbi Ağabeyimizin bu hatırası da gösteriyor ki, ehl-i beyte mensup olanlar Kur’an’a İslama ve bilhassa Hz. Muhammed Aleyhisselama cibilli taraftardırlar.
Dokuzuncu Lem’a’da (el yazma nüshada) Albay Hulusi Ağabeye Üstad Hazretlerinin cevapları var. Bunlardan Birinciyi aktaralım:
“Birinci Sualiniz: Cedlerinizden birisinin imzası ‘es-Seyyid Muhammed’e dair mahrem sualiniz var. Kardeşim buna ilmî, tahkîkî ve keşfî cevap vermek elimde değil. Fakat ben arkadaşlarıma derdim ki: ‘Hulûsî ne şimdiki Türklere ne de Kürtlere benzemiyor. Bunda başka bir hâsiyet (özellik) görüyorum.’ Arkadaşlarım da beni tasdik ediyorlardı. HAK VERGİSİNDE KABİLİYET ŞART DEĞİLDİR sırrıyla Hulûsî’de büyük bir asâlet tezâhürü bir HAK VERGİSİDİR, derdik.”
Diğer taraftan Üstad Hazretlerinin bilhassa Emirdağ’da ilk dersane talebeleri diyeceğimiz evinde, yanında kalan Ceylan Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel gibi ağabeylerimizin kökenlerine indiğimiz zaman hepsinin de Âl-i Beytle bir alâkalarının olduğu görülüyor. Üstad Hazretlerine ve Hizmete canla başla sahip çıkışlarının arkasında bir de işte bu gerçek ve bu müthiş alâka var…