''Bu sure ve bu en güzel kıssa Efendimiz (S.A.S.) için bir teselli ve gelecek için bir müjde ise, bilhassa şu içinde yaşamakta olduğumuz süreç için de bir teselli ve geleceğe ümitle bakmak için bir müjdedir.''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Sure-i Yusuf
Bir zamanlar, bir ressamın ayrı ayrı günlerde ve o günlerin de değişik vakitlerinde bir turuncun farklı farklı ve çeşit çeşit görüntülerini ayrı yönlerden resmettiğini öğrenmiş ve çizimlerini ve güneşin ayrı ayrı açılardan rengarenk cilvelerini göstermeye ve fark ettirmeye çalıştığı sanat eserlerini görmüştük.
Kur’an âyetleri için de, zamanın ortaya koyduğu kayıtlarını izhâr etse, ortaya yeni çıkan mânalar elbette olacaktır ve bu yeni mânâları reddetmek de söz konusu olmayacaktır. Çünkü zaman da bir müfessirdir.
Üstad Bediüzzamanın tâbiriyle “Zaman ihtiyarladıkça, Kur’an gençleşecektir.” Rumuzları, imâ ve işaretleri daha da tavazzuh edip açık-seçik anlaşılmaya başlayacaktır.
Kur’an-ı Kerimin bazı mânâları âhirette anlaşılacağına göre, onun her zaman, her seviye insana ifade edeceği güzellikler bulunacaktır. Dünyada bile onun anlaşılabilmesi için “üzün-i cihanî” yani cihan büyüklüğünde bir kulak gerekir. Öyle bir kulak ki, herbir zerresi bir insan olacak şekilde… Yani kıyamete kadar gelecek insanların o kulak içinde olması şartıyla… Çünkü üç yüz bin altı yüz yirmi gibi sınırlı harflerle, sonsuz ve sınırsız mânaları ifade eden bir mukaddes kitabı her devrin ve her seviyenin insanı ancak böyle anlayabilir…
Tabir câiz ise, Kur’an âyetlerini bile mukaddes güfte olarak ele alan ayrı ayrı besteleriyle yorumlayan hafızların, bilhassa Yusuf Suresini güzel ses ve edalarıyla okuyan Mustafa İsmail gibi okuyucuların harika icrâlarını defalarca mânevî hazlarla ve ruhanî lezzet ve nurânî zevklerle dinlemiştik… Yaşamakta olduğumuz bu sürecin ortaya koyduğu kayıtlar ve ipuçları ile bu mübarek sûredeki en güzel kıssayı bir daha gözden geçirmek istiyorum.
Malumdur ki, “Herbir âyetin mânâ mertebeleri vardır; zâhirî (sarih, açık) bâtınî (işarî, imâlı ve rumuzlu mânâ), haddi (kapsamı) ve muttalaı (mânâ çerçevesi) vardır. Bütün bu mânâ tabakalarından her birinin de teferruatı, dalları ve ayrıntıları vardır.” (Taberanî) hadis-i şerifi âyetlerdeki on iki tabaka, derece ve seviyeleri ifade ediyor. Zaten fıkha dair âyetlerde de, ibare, iktiza, işaret ve delâlet olarak dört tabaka bulunmaktadır. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tesbitiyle: “Kur’an’ın lâfızları, öyle bir tarzda vaz’edilmiştir ki; herbir kelâmın, hatta her bir kelimenin, hatta her bir harfin, hatta bazan bir sükutun çok vecihleri bulunuyor. Her bir muhatabına ayrı ayrı kapıdan hissesini verir.” (Yirmi Beşinci Söz)
“Fî Zılâli’l-Kur’an” tefsirinde ise şu tesbitler yapılıyor: “Bu surede Yusuf Kıssası, psikoloji, inanç, eğitim ve strateji bazında İslamî metodun mükemmel bir örneği oluşunun yanında, kıssanın sanat yönünden üslubu bazında da İslamî metodun mükemmel bir örneği niteliğindedir. Gerçi, gerek konu, gerek üslup açısından Kur’an’daki metodun bir olduğu doğrudur. Ancak Yusuf Kıssası âdeta, söz konusu metodun sanat alanındaki üslubunu göstermek istercesine, bu alanda derinlikli bir bölüm niteliğindedir.”
Yusuf Sûresinin sonunda 111. Ayette şöyle buyruluyor: “Peygamberlere ait kıssalarda, akıl sahipleri sağduyulular için alacakları ibret dersleri vardır. Bu Kur’an, düzmece sözler dizisi değildir. Aksine O, kendisinden önceki mukaddes, semavî kitapları tasdik edip onaylayan, her şeyi tafsilatıyla, detayı ile anlatan, iman eden toplumlar için hidayet rehberi, doğru yol kılavuzu ve rahmet olan gerçek bir İlahî Kitaptır.”
Bu âyet üzerine şöyle bir izah getiriliyor: “Böylece Kıssanın başlangıç ve bitiminde bir uyum gözlendiği gibi, surenin başlangıç ve bitiminde de bir uyum gözlemleniyor. Kıssanın gerek başına, gerek sonuna, gerekse ara bölümlerine yerleştirilmiş değerlendirme âyetleri de kıssanın konusu, anlatım tarzı ve ifadeleriyle uyum içerisindedir. Böylece (iman, tevhid, âhiret inancı gibi) dini gayeler de tamamen gerçekleştirilmiş bulunuyor. Yine anlatımdaki dürüstlük ve konuyu gerçekle özdeşleştirmeyle (bâtılı tasvir etmeden, sâfî zihinleri bozmadan anlatma suretiyle) sanat yönünden nitelikler de bütünüyle gerçekleşmiş durumdadır.
“Kıssa bu surede başladı ve yine bu surede bitti. Çünkü kıssanın yapısı, bu tarz bir üslubun seçilmesini zorunlu kılıyor. Görülen bir rüyanın yavaş yavaş, gün be gün, merhale merhale aynen söz konusu. Dolayısıyla, sanat açısından uyumun mükemmelliği açısından olduğu gibi, kıssanın taşımış olduğu ibretin tamamıyla verilebilmesi açısından da aktarımda baştan sonuna kadar kıssadaki olaylar zincirinin izlenmesinden başka bir yol düşünülemezdi. Kıssanın bir bölümü başka bir yerde başlı başına anlatılsaydı saydığımız gayelerin gerçekleştirilmesi açısından bu pek bir şey ifade etmezdi. Hz. Süleyman’ın Belkıs’la olan kıssası, Hz. Meryem’in doğum kıssası, Hz. İsa’nın doğum kıssası Hz. Nuh ve Tufan kıssası ve benzeri türden diğer peygamberlere ait kıssalarda, kıssanın sadece bir bölümünü başlı başına aktarmak, istenen gayeyi gerçekleştirebilmek için yeterlidir. Bu bölümlerin aktardıkları yerlere bakılırsa, anlatılmak isteneni ifade için, kıssadan sadece ilgili bölümün tamamen yeterli olduğu gözlenir...
Ancak Yusuf kıssası buna elverişli değildir. Yapısı gereği, aşamalar ve sahnelerin sırası gözlenerek kıssanın baştan sona kadar anlatılmasını zorunlu kılmaktadır. Hiç şüphesiz Allah, doğru söylemiştir: ‘Biz, bu Kur’an’ı vahyetmekle sana kıssaların, eski milletlerle ilgili kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Halbuki, daha önce bu kıssaları hiç bilmiyordun.” (Yusuf Suresi, 12/3)
Bu sure ve bu en güzel kıssa Efendimiz (S.A.S.) için bir teselli ve gelecek için bir müjde ise, bilhassa şu içinde yaşamakta olduğumuz süreç için de bir teselli ve geleceğe ümitle bakmak için bir müjdedir. Yeter ki, çok iyi mütalaa ve müzâkere edelim.