Efendimiz’in muhacir kızı Hz. Zeynebİlahiyatçı-yazar Dr. Ali Demirel, konusunu samanyoluhaber.com okurlarının belirlediği aylık yazı dizilerine devam ediyor. Bu ayın konusu: Efendimiz’in muhacir kızı Hz. Zeyneb . Yazı dizisinin üçüncü bölümünü yayınlıyoruz
Bedir savaşı onu niçin endişelendirdi?
Allah Resûlü (s.a.s) Mekke’den hicret ettikten sonra aradan on altı ay geçmişti. Bir gün, Damdâm b. Amr adında bir elçi soluk soluğa Mekke’ye geldi. Şehre yaklaşır yaklaşmaz devesinin üzerinde, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
- Baskın! Baskın! Muhammed arkadaşları ile birlikte, Ebû Süfyân’ın kervanında bulunan mallarınıza saldırdı.
Haberi duyan müşrikler, önce şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez hâle geldiler. Ancak şaşkınlıkları fazla uzun sürmedi. Hızlıca bir ordu hazırlayıp kervanlarını kurtarmak için yola çıktılar. Gerekirse Müslümanlarla savaşacak, hepsini öldüreceklerdi. Olanlardan haberdar olan Hz. Zeyneb çok endişelenmişti.
Ne yapacağını bilmeden büyük bir endişeyle beklerken eşi eve geldi. Ona bir şey söylemeden acele ile hazırlanarak orduya katıldı. Ebû’l- s’ın kendisi ile konuşmadan gitmesi onu çok üzmüştü. Konuşsaydı veya konuşabilseydi belki gitmesini engeller, çok sevdiği eşinin babasına karşı savaşma acısını yaşamazdı.
Ordu yola çıktığında Hz. Zeyneb dua dua Rabbine yalvarıyordu. Bir tarafta canından çok sevdiği babası, bir tarafta sevgili eşi; bir tarafta Müslümanlar, diğer tarafta müşrikler. Eşini anlamaya çalışsa da babası ile savaşmaya gittiği için ona kırıldı. Ordunun yola çıkmasından itibaren günler geçmek bilmedi. Saatler durmuş, nefesler tutulmuş, herkes Bedir’den gelecek haberi bekliyordu.
Vefa timsali Allah Resûlü (s.a.s), savaş başlamadan hemen önce, ashabına seslenerek bazı kişiler hakkında özel talimatlar verdi. Savaş meydanında kendilerine karşı savaşsalar bile yine de sahabilerine onları öldürmemeye özen göstermelerini emretti.
Tam o sıralarda Hakem b. Hizâm, Bedir kuyusundan su içiyordu. O, abluka sırasında üç yıl boyunca müşriklerin yasağına aldırmadan Müslümanlara yiyecek götüren kişiydi. Allah Resûlü’nün (s.a.s) ona minnet borcu vardı. İşte Hakem b. Hizâm, şimdi Bedir kuyusundan su içiyordu. Sahabiler Hakem b. Hizâm’ı öldürülmek isteyince Efendimiz onlara müdahale etti.
- Onu bırakın! buyurdu.
Yine Müslümanlarla birlikte abluka altına alınan Haşimoğulları ve her vesile ile müşriklere karşı Allah Resûlü’nün (s.a.s) yanında olan Ebû’l-Bahterî hakkında:
- Ben biliyorum ki Haşimoğulları’ndan ve diğer insanlardan bazı kimseler zorla savaşa getirildiler. Onları öldürmemiz doğru olmaz. Sizden kim Haşimoğulları’ndan birine rastlarsa onu öldürmesin! Kim Ebû’l-Bahterî’ye rastlarsa onu öldürmesin!
Korunması gerekenlerden biride damadı Ebû’l- s’tı. Allah Resûlü (s.a.s) onun için de:
- Ebû’l- s’ı gören kişi, onu öldürmeyip esir alsın! buyurdu.
Savaş başlayınca sahabiler büyük bir kahramanlık destanı yazarak kendilerinden üç kat fazla olan müşrik ordusunu darmadağın ettiler. Savaş sonunda pek çok müşriki esir aldılar. Bunlardan biri de Ebû’l- s’tı. Hirâş b. Simme veya Abdullah b. Cübeyr tarafından esir alınmıştı.
Müslümanlar büyük bir zaferle Medine’ye dönerken müşrikler, büyük bir üzüntü ve yıkım içindeydiler. Hz. Zeyneb’in duaları kabul olmuş, eşini ona bağışlamıştı. Eşinin esir düşmesine fazla üzülmedi. Hatta Müslümanlardan biri hidayetine vesile olur diye sevinmişti belki. Düşüncesinde yanılmamıştı. Ebû’l- s esir kaldığı süre içersinde Müslümanlardan çok etkilenmişti. Bu hâlini kendisi şöyle anlatır:
“Müslümanlar bizi esir alınca Allah Resûlü (s.a.s):
- Esirlere iyi davranın! Yediğinizden onlara da yedirin, buyurdu. Allah Resûlü’nü (s.a.s) duyan bütün sahabiler, emrini en güzel şekilde yerine getirdiler. O sırada ben, bir grup Medineli Müslüman ile birlikte oturuyordum. Akşam yemeğinin vakti gelince yemek için hazırlık yaptılar. Yiyecek olarak biraz ekmekleri, biraz da hurmaları vardı. Ekmekleri azdı. Allah Resûlü’nün (s.a.s) ‘Esirlerinize iyi davranın!’ emrinden dolayı ellerindeki zaten az olan ekmek kırıntılarının tamamını bana verdiler.”
Mekkeliler bir süre bekledikten sonra esirlerini kurtarmak için Medine’ye fidye göndermeye başladılar. Durumu değerlendiren Hz. Zeyneb, annesinin düğün hediyesi olarak verdiği gerdanlığı boynundan çıkararak fidye için eşinin kardeşi Amr b. Rebî’ye verdi. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye gelen Amr, doğruca Allah Resûlü’nün (s.a.s) yanına gitti gerdanlığı uzatarak:
- Kızınız Zeyneb, eşi Ebû’l- s’ın fidyesi olması için bu gerdanlığı size gönderdi, dedi. Yanında götürdüğü mallarla birlikte gerdanlığı da vererek kardeşini kurtarmak istedi.
Allah Resûlü (s.a.s) gerdanlığı görünce hem sevgili eşi Hz. Hatice’yi hatırladı hem de kızı Zeyneb’i düşünerek hasret acısından yüreği sızladı. Geçmiş film şeridi gibi önünden akıp gitmişti belki. Hüzünlendi. Gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar döküldü. Ashabına döndü:
- Eğer Zeyneb’in esirini serbest bırakmayı ve gerdanlığı kendisine geri vermeyi uygun görürseniz böyle yapın, buyurdu.
Sahabe-i Kirâm o derde yapmaz mı!? Sahabeydi onlar. Tereddütsüz iman eden ve tâbi olan!.. Hiç düşünmeden Hz. Zeyneb’in gerdanlığını geri verdiler, sonra da Ebû’l- s’ı serbest bıraktılar.
Ebû’l- s’ı yanına çağıran Allah Resûlü (s.a.s) kendisi ile konuşarak ondan Mekke’ye döndüğünde Hz. Zeyneb’i serbest bırakması konusunda söz aldı.
Eşinden ayrılması onu üzdü
Ebû’l- s büyük bir sıkıntı içinde Medine’den ayrılarak Mekke’ye doğru yola çıktı. Bir tarafta Allah Resûlü’nün (s.a.s) ve Müslümanların kendisini âdeta büyüleyen davranışları ve ona verdiği söz, bir tarafta çok sevdiği eşi, diğer bir tarafta ise hâlen etkisinden kurtulamadığı kör cehalet ve atalarının dini. Bu günün tabiriyle elalem/başkaları ne der kaygısı…
Endişe ve üzüntü içinde derin düşüncelerle Mekke’ye döndü. Doğruca evine gitti. Eşi ile hasret giderirken aslında onunla vedalaşıyordu. Bir süre dinlendikten sonra başından geçenleri bütün ayrıntıları ile eşine anlattı ve hüzünle:
- Babana seni göndermek için söz verdim. Seni ona göndereceğim. Ancak bu durum hazırlanıncaya kadar aramızda kalsın, kimse bilmesin, dedi.
Zeynep annemiz üzülsün mü, sevinsin mi bilemedi. Bir hasret bitip vuslat yolu açılırken bir başka hasret başlayacaktı.
- Olur, dedi sessizce. Bir taraftan Allah Resûlü’ne (s.a.s) ve Müslümanlara kavuşacağı, bir anlamda hapis hayatından kurtulup inancının gereğini rahatlıkla yaşayacağı için seviniyor, bir taraftan da çok sevdiği eşinden ayrılacağına üzülüyordu.
Son bir kez eşini Müslüman olması için ikna etmeye çalıştıysa da ümitleri bir kez daha boşa çıktı. Eşi Allah Resûlü (s.a.s) ve Müslümanları takdir etmesine ve yanlış yolda olduğunu bilmesine rağmen bir türlü Müslüman olma cesaretini gösteremiyordu.
Bu nedenle İslam ve eşi arasında bir seçim yapmak mecburiyetinde kaldı. Üstelik o sırada, karnında Ebû’l- s’ın çocuğunu taşıyordu. Yalnızca eşinden ayrılmayacak çocuklarını da babasız büyütecekti. O her şeye rağmen tereddüt etmeden İslam’ı seçti.