''Kur’an-ı Kerimin bu düsturlarına göre suçlar şahsîdir. Kimse birisinin suçundan dolayı onun annesini babasını, eşini ve evlatlarını suçlayıp cezalandıramaz. Bir gemide dokuz tane cânî, bir tane masum bulunsa asla o gemi batırılamaz. Masum insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibi olduğu için, dokuz câninin yanındaki bir masumdan dolayı o gemi batırılmaz. Yani bir masum insanın hakkı bütün insanların hakkı gibidir…''
Eğer beş müspet esas üzere değilse...
ABDULLAH AYMAZ
Lemaat Risalesinde Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi eğer bir medeniyet projesi müspet esas üzere kurulmamışsa, yani o anlayışta: Hedefte, fazilet bedeline alçak bir çıkar, hasis bir menfaat varsa; hayattaki kanunu yardımlaşma yerine çatışma ve cidal üzerineyse; milletleri birbirine bağlayan bağ, ırkçılıksa; vereceği câzibedar hizmet nefis ve kötü arzuları kamçılamaksa öyle medeniyet anlayışı insanı değiştirir, insanlıktan çıkarır; sureti ve şekli insan görünse de siret ve ahlakı başka varlıklara döner. Mesela onların iç yüzü bir dışarıya çevrilebilse, karşımızda maymun, tilki, yılan ve ayı suretine çevrilmiş yaratıkları görürüz. Hem de gelir hayali karşımıza, postları ve tüyleriyle… İşte sömürgecilerin mazlum ve mağdur milletlere yaptıklarına bir bakarsak, şu söylenen sözleri tasdik ederiz…
Onun için Hz. İsa Aleyhisselam'ın şefkat düsturlarını terk edip maddeci, güce dayalı, medeniyet düsturlarını benimseyenler için Üstad’ın şöyle bir temsili var: “Onların en büyük toplantılarına katıl, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar.”
Sömürgecilerin medeniyeti için şöyle diyor: “Medeniyet elbisesi giymiş korkunç bir vahşettir. Zâhiri parlıyor, bâtını (içi) yakıyor. Dışı süs, içi pis, sureti menus, sîreti mâkus (tersine çevrilmiş) bir şeytandır.
Halbuki, dayanma noktası kuvvete bedel hak olan; hedefinde menfaat yerine fazilet bulunan; hayattaki düsturu cidâl kıtâl yerine dayanışma olan; hizmeti hevâ ve hevesin, nefis ve şeytanın tatmini yerine hüda ve hidayet olan; milletleri birleştiren düsturu ırkçılık yerine, dinî, vatanî, sınıfî birlik, beraberlik ve kardeşlik olan bir medeniyetin zâhiri rahmet, içi muhabbet, dışı uhuvvet, sureti muâvenet, sireti şefkat câzibedar bir melektir.
“Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri mukaddes bir sohbette göreceksin.”
Âyet-i kerimelerde “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” (6/164) ve “Kim, bir cana kıymamış ve yeryüzünde fesad çıkarmamış masum birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisini ihya ederse, bütün insanları ihyâ edip diriltmiş gibidir.” (5/32) buyruluyor.
Kur’an-ı Kerimin bu düsturlarına göre suçlar şahsîdir. Kimse birisinin suçundan dolayı onun annesini babasını, eşini ve evlatlarını suçlayıp cezalandıramaz. Bir gemide dokuz tane cânî, bir tane masum bulunsa asla o gemi batırılamaz. Masum insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibi olduğu için, dokuz câninin yanındaki bir masumdan dolayı o gemi batırılmaz. Yani bir masum insanın hakkı bütün insanların hakkı gibidir…
Ama maalesef, İslamiyetin bu şefkatli medeniyet düsturlarını dinlemeyerek enaniyetlerin ve hırslarının peşinde gidenlerin anlayışı, Hz. Adem Aleyhisselamın yaratılışı meselesinde meleklerin “Ya Rabbi yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birisini mi yaratacaksın” (2/30) şeklindeki endişelerini gösterir şekilde savaş halinde “Eğer bir köyde bir hain bulunsa, o köyü masumlarıyla beraber imhâ etmeyi veya bir cemaatte bir âsî bulunsa, o cemaati çoluğuyla çocuğuyla yok etmeyi kendilerince haklı buluyorlar. Bizim medeniyetimiz böyle bir şeyi asla kabul etmez.