Eğitim sistemi için büyük bir adım atıldı

Eğitim sistemi için büyük bir adım atıldı
Eğitim ve popüler bilim konularında yazıları ile tanıdığımız Osman Çakmak "Eğitimde paradigma dönüşümü" adlı çalıştayın sonucunu değerlendi.

Türkiye Akademisyenler Platfromunun teşebbüsü ile başlatılan Eğitimde Paradigma Dönüşümü adlı çalıştayı yöneten köşe yazarımız Prof. Dr. Osman Çakmak, "Çalıştayın tarihi bir görev ifa ettiğini; şimdiye kadar yapılmayanı yaptığını" söyledi.  

Çalıştay tarihi bir görev yaptı

Bu yazımda esasen, Milli Eğitimin direksiyonuna geçen Sayın Nabi Avcı’nın önünde bulacağı eğitim sorunlarından söz edecektim. Yeni bakan işe zihniyet değişimi ile başlamalı, muhtevaya dair reformları gündeme getirmeli diyecektim. Halbuki, geçen haftalarda organizesinde yer aldığım EĞİTİMDE PARADİGMA DÖNÜŞÜMÜ [1] adlı çalıştaydan söz etmeyi ve bir değerlendirme yapmayı daha uygun buldum. 

Türkiye Akademisyenler Platformu’nun teşebbüsü ile başlatılan Çalıştaya, Üsküdar Üniversitesi ev sahipliği yaptı ve Tuzla Belediyesi destek verdi. Bu toplantıya vesile oldukları için Üsküdar Üniversitesi rektörü Nevzat Tarhan Hoca ve Tuzla Belediye Başkanı Şadi Yazıcı ve Belediye Başkan Yardımcısı Turgut Özcan’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Zira bu Çalıştayla çoğu katılımcıların ifade ettiği gibi “tarihi bir görev ifa edildi”. Zira bu çalıştayda ders kitaplarının materyalist, seküler ve tek tipçi söylemlerinin bizi biz yapan değerleri yerle bir ettiği, bizleri hormonlu kişilere dönüştürdüğü bütün çıplaklığı ile ortaya konuldu. Çözüm paketleri gündeme geldi. Eğitimde kendi referans sistemlerimizin kurulmaya başlanması ve ders kitaplarının ve eğitim materyallerinin kendi medeniyet anlayışımıza göre yeniden yazılması için imkanların bir araya getirilmesi ihtiyacı bütün şiddeti ile kendini gösterdi. Çalıştay, eğitim düzen ve anlayışımızı revize ederek yeni bir paradigma, müfredat ve içerikle buluşturmanın zamanının gelip geçtiğini ortaya koydu. 

Bu çalıştay, ülkede ders ve eğitim kitaplarının kimliğe ve muhtevaya kavuşması için çırpınan akademisyen, öğretmen, yayıncı ve bürokratları bir araya getirmişti. Toplantılar sonucunda ortak bir yol haritası belirlenmesi yolunda önemli mesafeler alındı.

Çalıştay, ders kitaplarına ve yayınlarına muhteva-mana ve derinlik kazandırılması için bir yol haritası arayışı idi. Amaç, eğitim ve bilim dünyamızda süregiden kopya ve taklitçiliğe dur demek ve eğitimi kendi ekseninde kimliğe ve medeniyet duruşuna sahip kılmaktı. Özellikle ders kitaplarını ve müfredatı jakoben ve ideolojik ögelerden arındırmak için neler yapılabileceğini ortaya koymaktı.

Çünkü okullarda okuduğumuz kitaplar bize bu âlemi ve içindeki varlıkları sahipsiz ve gayesiz olarak öğretir. Bu bakış açısına göre gökte bir Güneş vardır; ama onu oraya yerleştiren birisi yoktur. Güneşin orada olmasının bir amacı da yoktur. Bulutlar hareket eder, yağmur yağar; ama onu kimse göndermez, kendiliğinden ve hedefsiz bir şekilde gelir! Göklerde veya yerde var olan her şey ve cereyan eden her hadise, böyle başıboş ve hedefsiz bir şekilde anlatılır. İnsan ise amaçsız olarak dünyaya gelir, atası maymun olan  gelişmiş hayvanlardan birisidir. Bilim diye, objektiflik diye sunulan pozitivist, determinist, materyalist anlayış zihinleri şekillendirmeye devam ediyor. 

Bu hem çalıştay hem de panel aktivitelerinin birlikte yürütüldüğü bir yoğun toplantılar dizisiydi. Türkiye Akademisyenler Platformu (TAP) adına genel aktivitenin koordinasyonu ve organizasyonu görevini üstlenmiştim. Kısa bir zaman aralığında gerçekleştirilmesi gerekiyordu toplantının. Marmara öğretmenler grubu, sömestr tatilini değerlendirmek istiyor ve bu aktivitenin Şubat tatili aralığında olmasını talep ediyorlardı. Bu yüzden Samanyoluhaber.com haftalık süregiden yazılarıma bir iki hafta yazılara ara vermek zorunda kaldım. Okuyucularımızdan özrümün kabulünü rica edeceğim. Bu arada 20 yıldır görev yaptığım Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nden ayrılmam ve yeni bir üniversiteye (Yıldız Teknik Üniversitesi) geçişim de bu yoğunluğun içinde vaki oldu. 

İşgal Altındaki Eğitime Özgürlük Arayışı

Gerek panellerde ve gerekse çalıştayda gündemde olan asıl konu, yukarıda da belirttiğim gibi, eğitimdeki materyalist felsefi bakış ve ideolojinin bilim diye sunulmasına karşı eğitimin objektifliğe kavuşturulması için çözüm yolları teşekkülüydü. Hatırlarsanız Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “dindar bir gençlik yetiştirmek istediklerini, muhafazakâr demokrat bir parti olarak kendilerinden ateist bir nesil yetiştirmelerinin beklenemeyeceğini” ifade etmişti. Bu söz hayli tartışmalara yol açmıştı o zaman. Bu sözün ardından çözüm için eğitimin yetenek öğütmesi ve hiçbir şeyi hakkıyla öğretmemesi (örneğin ülkemizdeki yabancı dil öğrenimi) konusu gündeme getirilmeliydi. Bunun yanında eğitimin ve okulların inanç ve insani değerleri yerle bir eden yapısına nasıl çözüm bulunacağı konusu ele alınmalıydı. Bunların hiçbiri gündeme getirilemedi. Çünkü problem hem teşhis edilmiş değildi hem de nasıl çözüleceğine dair elde çözüm paketi bulunmuyordu. İşte bu çalıştayla çözüm paketlerine ulaşıldığını söyleyebilirim.

Okullarda Batıda çoktan terkedilen determinist, kartezyenci bilimsel hurafelerin öğretilmesini kimse umursamıyor. Bu konularda doğru dürüst ne sempozyum ne de çalıştay gibi aktiviteler yapılıyor. Medyanın da gündeminde değil. Teşhisi bile yapılmamış hastalık olarak devam ediyor materyalizmin eğitime hakimiyeti. Biz de böyle olduğu gibi, topyekün İslam dünyasının da bir problemi bu. Çocuklarımız iyi ve doğru şeyleri okullardan değil alternatif kaynaklardan, sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu eğitim ve yayıncılık faaliyetlerinden öğreniyorlar. Ya da derslerin-müfredatın zehirlerini panzehire dönüştürmede mahir muallimlerimizden talim ediyorlar. 

Çalışma masalarından birisi “derslerin ve müfredatın felsefi arka plana kavuşturulması” idi. Bu çalışma grubunca ele alındığı gibi, eğitime ruh, muhteva ve ideal verilmeyince biçimsel tedbirler öne çıkıyor. Marifet ve hikmet yerine malumat, kuru bilgileri kafaya yığıp duran ezberci sistem (sınav-test çözme için eğitim yapma) hakim oluyor. Okullarda testlerle öğretilenlerin temeline inerseniz -ilkel, kaba, çağdışı pozitivist hurafeler ve jakoben söylemleri görürsünüz. Eğitimin bu ruhsuz hali ne öğrenciyi motive ediyor ne de öğretmeni. 

Milli Eğitim Bakanlığında hep merkezden (Ankara) üretilen “güzel” (şekilsel) projeler sahipsiz kalıyor. Ders kitapları bedava; ama % 90 öğrenci ve öğretmen tarafından kullanılmıyor. Diğerleri gibi “Yapılandırıcı Müfredat Reformu” da yarı yolda kaldı. FATİH projesi ile derslikler akıllı tahtalarla donatılıyor; ama teknoloji harikası “akıllı tahtalar”, içerik kazandırılamadığından, az sayıda kullanan öğretmenlerimiz ise her şey merkezi sınavlara endekslendiğinden, “hızlı test çözmede iyi bir alet bulduk” diyorlar. Halbuki bu muazzam ve değerli yatırımlarda amaç bu değildi. Tüm bu durumlar Milli Eğitimin “politikasızlığını” daha doğrusu “sahipsizliğini” göstermiyor mu?

Ortaokullarda, liselerde çığırından çıkan uyuşturucu kullanımı, çarpık cinsel ilişkiler gibi ahlâkî çöküntüler bu eğitimin “acı meyveleri” ve amaçlanmayan “yan ürünleri”nin olduğu da görülmüyor. Bu ülkenin hırsızları, yolsuzları, tuzu kuru semirmiş Ergenekoncuları ve dağa çıkmış teroristleri kaba ve ilkel hurafeleri öğreten bu seküler-laik eğitimin ürünleri değil mi? Teröre karşı tedbir üstüne tedbirler alınırken, milyarlar bu yolda sarfedilirken, bu eğitim sisteminin ahlaksızlığı-kimliksizliği olduğu kadar terörü de beslediği görülememektedir.

Çalıştayın Başarısı

Çalıştayın en dikkate değer bir yönü yayıncılık ve eğitimle ilgili tarafları bir araya getirmesiydi. Çalıştaya 250’yi aşkın kayıtlı katılımcının büyük çoğunluğunu öğretmen ve öğretim üyeleri teşkil etti. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri kadar sivil toplum kuruluşları ve örnek ve model eğitim ve yayıncılık geliştiren kurumların temsilcileri de geliştirdikleri modelleri anlattılar. Bakanlıkça hayata geçirilmeye çalışılan FATİH projesini ve dijital yayıncılık konusunu Bakanlık yetkililerinden dinleme imkanı bulduk. FATİH projesi genç ve dinamik bir ekip tarafından ve ülkenin yerli kaynakları ile geliştirilen muazzam bir proje. İçi doldurulabilirse eğitime çağ atlatacak bir mili hamle olacak. Fatih projesinin içinin doldurulması ihtiyacının bu çalıştayda aşikar bir şekilde görülmesi, bu çalıştayın önemini bir kat daha artırdı. Yayıncılık ve ders kitabı ve eğitim materyal üretiminin boyutları ve bilinmeyen yönleri (özellikle dijital yayıncılık) her sahanın uzmanı tarafından ele alındı ve anlatıldı. Böylece büyük resmi ve resmin bütününü görme şansı ortaya çıktı. 

Tuzla Belediyesi Kültür tesislerinde yapılan kapanış törenine Hekimoğlu İsmail’in katılması aktiviteye ayrı bir renk kattı. “Bilimler ve Yorumlar” kitabı ile fen eğitimine yeni bakışın ilk tohumları atılmıştı. Hekimoğlu İsmail’e bu hizmetinin anısına bir şükran plaketi takdim edildi. Dikkat ve ilgi çeken, takdir gören bir olay ise Van Valiliğinin “bu toplantı çok önemli, mutlaka katılmamız gerekir” diye karar alarak, Vali Yardımcısı Zafer Coşkun’un bir ekiple (İl Milli Eğitim şube müdürleri ile) toplantıya katılması idi. Van Vali Yardımcısı Zafer Coşkun; eğitime duyarlı, dinamik ve çalışkan bir bürokrat. Aynı zamanda üstün bir yetenek. Van Valiliği, terörün önlenmesinde eğitimin ve insanımızın manevi değerlerinin öne çıkarılması konusunun farkında. Van’da Valiliğin ve Milli Eğitim Müdürlüğünün öncülüğünde uygulanan “Değerler Eğitimi” örneği Vali Yardımcısı Zafer Coşkun tarafından sunuldu. Van Valiliğinin eğitime duyarlılığını tebrik ediyor, bu duyarlılığın diğer vilayetlerimize de sirayet etmesini diliyoruz. İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer YILDIZ’ın programa katılımı ve programın ruhuna uygun bir konuşma yapması da takdire değen diğer önemli bir olaydı.

Programa yurt dışından da katılım vardı. Örneğin “evde eğitim (Home Education)” konusunun uzmanı Jarred Everette Thomson (ABD) Açık öğretim-ev okulu ve aile eğitimi modelleri masasına katıldı ve Amerika’daki uygulamayı anlattı. Sosyolog Prof. Dr. Ferid el-Attaş (Singapur Milli Üniversitesi Malay Araştırmaları Bölüm Başkanı) ile Doç. Dr. Necati Aydın (King Saud University) bilimin ve eğitimin nasıl ateizme-materyalizme alet edildiğini anlattılar konunun dünyadaki uzmanları olarak.

Çalıştaya ön hazırlık olarak gündüz ve akşam akşam ayrı programlar yapıldı. Toplamda 40 kadar sunum gerçekleşti. Akşam programının bir oturumu yayıncılıkta ve eğitimde güzel ve örnek uygulamalara tahsis edilmişti. Örnek ve model uygulamalar bizzat işin pratisyenleri tarafından anlatıldı. 

Ülkemizde özel kuruluşların geliştirdiği çok değerli yayıncılık ve eğitim örnekleri ile ilgili sunumlar heyecanla izlendi. İnsanımızın önü açıldığı takdirde (müfredat serbestliği sağladığımız ve eğitim üstündeki devlet tekelini kaldırdığımızda) muazzam sonuçlar çıkacağını hayal etmeye başladım. Temennimiz, içine düştüğümüz kompleksten, Batıya göre hizaya gelme illetinden bir an önce kurtulup kendi kimliğimiz ve insani değerlerimizle ayağa kalkmak. Görülmüyor mu ki değerlerimizden aldığı güçle bulunduğu ülkelerde model eğitim ve örnek okullar oluşturan insanımız dünya üzerinde eğitim destanları yazmaktadır.

Açık Öğretim Liselerinin Açtığı İmkanlar

Açık Öğretim Lisesinde okuma imkanını gerçek bir eğitim başarısına dönüştüren eğitim model ve uygulaması şayan-ı hayretti. Kısaca söz etmeden geçemeyeceğim. 

Liselerin ahlaki yozlaşmanın mekanı haline gelmesi ve üstelik hayata-mesleğe dair faydalı bir şeyler sunamaması karşısında duyarlı aileler, Açık Öğretim Liselerini iyi bir alternatif olarak görüyorlar. Eğitim hizmetleri sunan vakıf ve kuruluşlar, Açık Öğretim Lisesinin içini dolduracak metotlar keşfetmişler ve bu imkanı büyük bir fırsata dönüştürmüşler. Şöyle ki, çeşitli özel kurumların kurs niteliğinde sürdürdükleri faaliyetlerde Açık Öğretim Lisesine kayıtlı olan öğrenciler için üstelik en az üç tür eğitim birlikte sunuluyor: 

1- Açık Öğretim Lisesi sınavlarında başarılı olmak için lise eğitimi, 
2- Temel ahlaki - manevi değerler eğitimi yanında bazı mesleki ders ve uygulamalar-entelektüel becerileri kazanma kurs ve eğitimleri, 
3- Üniversite Giriş Sınavına hazırlık eğitimi.
 
Genelde yatılı olarak sürdürülen bu süreçte öğrenciler vaktini rehber öğretmenler eşliğinde daha verimli geçirmekte ve yaşayarak öğrenme imkanı bulmaktadır. Bu eğitim süreci; gezi, gözlem, kitap okuma gibi sosyal ve kültürel aktivitelerle destekleniyor. Entelektüel faaliyetler, spor ve sanat faaliyetleri liselerde olduğu gibi buralarda “sözde” kalmıyor. Disiplinli ve planlı çalışma meyvesini veriyor ve bu eğitim kurumu mezunları, ÖSYM’nin üniversite giriş sınavlarından fevkalade yüksek puanlarla istedikleri üniversitenin bölümlerine kayıt olma imkanı elde ediyorlar. Üstelik bu eğitimle Açık Öğretim Lisesini 2,5 veya 3 yılda tamamlama şansına ulaşıyorlar. 

Bu kurs eğitimlerini cazip hale getiren bir başka nokta, masraflar dışında kâr amacı güdülmemesinden dolayı, eğitim masraflarının çoğu aile için makul bir düzeyde kalmasıdır. Burada eksikliği hissedilen şey, kendi medeniyetimizin ve kimliğimizin sesi olacak ders kitap, yardımcı kitap ya da eğitim materyal ve kaynaklarıdır.

Açık öğretim lisesi örneği de gösteriyor ki çağın en yeni bilgilerini sunacak, hikmet dersi verecek eğitim kaynaklarına olan ihtiyaç üst düzeyde bulunuyor. Umarız ki yeni Milli Eğitim Bakanı şeklî dönüşümlerden medet uman öncekilerin yolundan ayrılır ve aslî ihtiyaçlara ve çözümlere yönelir. Eğitimi bir medeniyet davası olarak görür ve Batının karikatür taklidi şeklinde süregiden eğitim için gerçek reçeteleri gündemine alır. 

İnsanımızın geliştirdiği Açık Öğretim Lise modelini daha ileri götürmek için devletin yapacağı çok katkılar var. Örneğin Liselerin laboratuvar ve uygulama alanları bu amaçlarla boş saatlerde kullandırılabilir. Böylece çoğu lisede atıl vaziyette duran imkanlar değerlendirilmiş olacaktır (liselerde çoğu laboratuvarların kapılarının sürekli kilitli kaldığını, ders ve laboratuvar malzemelerinin çoğunun kutularının açılmadan beklediğini bu vesile ile belirtelim). Devlete yük olmadan, fedakarlıklarla yapılan bu tür faaliyetlere kolaylıkların sağlanması, örneğin bu kurumlara öğrenci başına burs gibi katkılar yapılması, bu faaliyetlerin yaygınlaşması ve eğitimin topluma mal edilmesi adına önem taşımaktadır. Aslında bunlar devletin başta gelen görevleri arasında bulunuyor. 

Devlet Patron Olmayı Bırakmalı ve Eğitim Rekabete Açılmalı

Panel sunumlarında ve çalıştay gündeminde beliren eğitime kısa ve basit çözüm yolu şuydu: Eğitimin toplumsallaşması ve sivilleştirilmesi. Bu konu sıkça dile getirildi. Bu konuda masa çalışmalarında önemli sonuçlar çıktı. Konunun hayatiyetine binaen ele alınan gerekçelerden kısaca söz etmek isterim.

Bakın sendikalar özgürlük çabası içinde olduklarını iddia ediyorlar. Özgürlük çabası içinde olduklarını iddia eden birçok sivil kuruluş var. Ancak onlardan eğitimin önünün açılması, müfredat serbestliğinin sağlanması, eğitimin topluma mal edilmesi ve devletçi tekelin bırakılmasına dair şeyler duyamıyoruz. Sendikalar ve sivil kuruluşlar, devletin eğitim-öğretim faaliyetlerindeki tekeline karşı mücadele etmesi gerekirken, tam tersine devlet müdahalesinin kendi ideolojik arzularına göre olmasını istiyorlar. Gerçek eğitim sorunlarını dillendirmenin, eğitimi özgürleştirmeye yönelik çabaların çok çok uzağında kalıyorlar. 

Güvensizlik üzerine kurulu ve kendi insanından korkan ürkek yapı devam ettikçe insanımızda var olan dinamikliği eğitime ve gelişime aktarmak mümkün değil elbette. Evet, nasıl ekonomide özelleştirme savunuluyor ve özel sektörün pek çok işi devletten daha iyi yaptığını görüyorsak, eğitimde de -gerçek anlamda- özelleştirmenin önünü açmak durumundayız. Devlet eğitimin finansmanında, müfredatın belirlenmesinde, eğitim sektörünün çalışanlarının statüsünde konum değiştirmedikçe yapılanlar kozmetik değişiklikler olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir. 
Türkiye’de çoğu müessese misyonuna uygun yapılandırılamadığından varlığı “sözde” kalmaktadır. Özel okullar konusu da bunlardan biridir. Ülkede görüntüde özel okullar var; ama bu okullarda da her şey “merkezden” belirleniyor. Evet, tekrar tekrar vurgulayalım ki ülkemizde devletçi yapı eğitime her alanda hakim durumda. Hem finanse ediyor, hem müfredatı hazırlıyor hem de istediği gibi değiştirebiliyor ve hizmet sağlıyor. Bu şekliyle Kuzey Kore tipi katı ve merkeziyetçi bir yapı hükmediyor ülkemizde. Ülkemizde anaokullarından üniversiteye kadar, adı vakıf ve özel okul olsa da hepsi de aslında devlet okulu. Gidin bakın okulların giriş kapılarındaki tabelalara. Kimisi MEB, kimisi YÖK üzerinden olmak üzere tamamı devlete bağlı ve bağımlıdır. Bağımsız bir eğitim kurumu göremezsiniz. Müfredat, tamamen, bazen doğrudan bazen dolaylı yollardan devlet tarafından belirlenmektedir. Merak edenler bir "özel kolej" ile bir devlet ilkokulunun sözgelimi birinci sınıflarını müfredat ve dersliklerin ideolojk endoktrinasyon mesajlarıyla bezenmesi bakımından karşılaştırsın. Evet, ülkemizde eğitimde kelimenin tam anlamıyla bir tekelcilik var. Tekeli tasfiye edip piyasaları serbestleştirmedikçe eğitimin önünü açmamız zor görülüyor. Üstelik bu durum kimseyi şaşırtmıyor ve bu tekelcilik ve devletçi anlayış kabullenilmiş durumda.

Hayatın her alanında gelişmenin, ilerlemenin başlıca yolunun rekabet olduğunu biliyoruz; ama iş eğitime gelince tek tip insan yetiştirme arzusundan dolayı özelleşmenin karşısında duruyoruz. Özel sektörün eğitim sahasına girmesi ile işleri daha iyi yapma arayışı, iyileri taklitle kötüyü terk etme süreci olan rekabet başlayacaktır. Halbuki rekabet hangi sektörde dışlanmışsa o sektör atalete, verimsizliğe mahkûm olmaktadır. 

Özel okulların yaygınlaşmasını sağlayacak büyük bir alt yapı olduğu halde, bu sahada gelişme olmamasını iyi tahlil etmeliyiz. Özel sektörün eğitime girmesini sağlayacak şartlar teşekkül etmemektedir. Rekabet ortamı kaldırıldığında kalite yarışı da olmamaktadır. Devlet, özel okullara destek vermeyerek özel eğitimin önünü kapatmaktadır. 

Çalıştay masalarında, bu konular ayrıntıları ile ele alındı. Eğitimde kalitenin sağlanmasının devlet tekelciliğinin bırakılmasına ve eğitimin topluma mal edilmesine bağlı olduğu ortak görüş olarak belirdi. Devletin demokrasinin de gereği olarak halkına güvenmesi ve müteşebbislerin önünü açması, müfredat serbestliğini sağlaması ve maliyeti önemli ölçüde karşılayacak şekilde öğrencilere destek (burs vb. destekler) vermesi konuları ele alındı.

Devlet sadece bazı dersleri tüm eğitim kurumlarında zorunlu tutabilir. Örneğin kendi tarih, kültür ve medeniyetimize ait derslerle birlikte Türkçe mecburi ders olabilir. Avrupa’da nasıl ki, Latince mecburi bir ders ise, bizde de örneğin Osmanlıca dersi mecbur tutulan derslerden olabilir. Fizik, Kimya, Biyoloji ve diğer temel dersler de tabi öğretilmelidir. Ancak bunların dışındaki derslerin muhtevasını ve süresini, içinde suç unsuru barındırmadıkça özel okulların belirlemesine izin verilmelidir.

Kimlik İnşa Edici Bir Eğitim

Tekrar edelim ki toplantılar dizisinde, ülkemizde eğitimin kimliksizliği, yönsüzlüğü ve hedefsizliği asıl problem olarak ortaya çıktı. En belirgin ihtiyaç ise kendi   medeniyet değerlerimizi yansıtan ve ideolojik argümanlardan arındırılmış, aynı zamanda bilimsel derinliği ve yeterliliği olan kitap ve eğitim materyali hazırlanması. 

Katılımcıların birleştiği hususlardan biri, çocuk ve gençlerimiz okullarda aldığı eğitimle kimliğini ve kendisini bulamadığı, kendi olamadığı gerçeği idi. Mevlana’yı, Şeyh Galib’i, İbni Arabi’yi, Farabi’yi, İbn-ibni Sina’yı, Heysem’i, Ak Şemsettin’i Gazali’yi, Bediüzzaman’ı tanıtmadan başka medeniyetlerin Buda, Eflatun, Descartes, Konfüçyüs, Kant, Hegel, Heidegger gibi zirveleri bir anlam ifade etmiyor. Kendini tanımadan başkalarını tanımak taklitçiliği, kopyacılığı netice veriyor. Çocuk ve gençlerimiz kişiliksiz ve ezik fertler haline geliyor ve büyük düşünmeyi öğrenemiyorlar.

Çalıştay raporunda eğitim müfredatlarının milli kimliğin korunarak yenilenmesi, ders ve eğitim materyal ve kitaplarının ideolojik ve jakoben öğelerden arındırılarak bilimselliğe ve felsefi arka plana kavuşturulması; müfredatta tek tipçiliğe ve müfredat dayatmasına son verilmesi; okulların benimsetme ve şartlanma merkezi olmaktan çıkarılması bunun için ezber yerine keşfe dayalı öğrenme, proje yoluyla eğitim metotlarının hakim kılınması gibi teklifler yer aldı. 

Sonuç olarak Panel ve Çalıştay’ın “formalite” çalışmalar cümlesinden olmayıp büyük bir ilgi ve içtenlikle gerçekleştirildiğini, çok değerli düşünce ve önerilerin dillendirildiğini söyleyebilirim. Hazırlanan raporlar ilgili ve yetkililere sunulduktan sonra platformun (Türkiye Akademisyenler Platformu) web sitesine (www.akademikplatform.net) yüklenecek ve kamuoyu ile paylaşılması uygun olacaktır. Ortaya çıkan raporlar, Türkiye Akademisyenler Platformu’nun bundan sonraki çalışmalarında yol haritası teşkil edeceği aşikardır. Katkı verenlere teşekkür ediyoruz. 

Yeni Milli Eğitim Bakanından beklenenler

Boyutlarını pek de farketmediğimiz eğitimdeki “işgalin” ortaya konması açısından konuya baktığımızda tarihi bir görevin ifa edildiğini söyleyebilirim. Elbette problemin çözülmesi için üstü örtülü halden kurtarılması ve anlaşılması, teşhis edilmesi gerekiyordu. Bu toplantı bu yönde önemli bir adım oldu. Toplantının tam da Milli Eğitim Bakanlığında görev değişimi sürecine rast gelmesi Çalıştayı daha da manidar kılmaktadır. Zira bu çalıştay  ile ortaya çıkan görüşlerin tabanın ve tarafların ortak sesi ve görüşü olarak  diğer bürokratlarla olduğu kadar bizzat Sayın Bakan ile paylaşılması  uygun olacaktır.

Yeni Bakan Nabi Avcı entelektüel birikimi ve tecrübesi oldukça yüksek bir bürokrat, pratisyen ve aynı zamanda bir akademisyen. Anadolu Üniversitesi’nde ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde İletişim Felsefesi ve İletişim Sosyolojisi üzerine dersler verdi. 1995 ve 1996 yıllarında Kanal 7 televizyonunda 360 derece isimli programı yaptı. Aynı dönemde Yeni Şafak gazetesinde yazarlık ve yöneticilik yapmıştı. Milli Eğitim Bakanlığında ve Başbakanlıkta danışman olarak çalıştı. Başbakanlık Başdanışmanı ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürüttü. Edebiyat ve sanat bilgisi oldukça yüksek bir entelektüel. 

Tüm bunlar Milli Eğitim dünyasında güzel şeyler olacak diye bize ümit veriyor. Süregiden makus talihin değişeceğine dair kanaatlerimizi güçlendiriyor. Sayın Bakan’a yeni görevinde başarılar diliyoruz. Sivil toplum kuruluşlarını olduğu kadar özellikle işin mutfağında ve uygulamasında yer alan öğretmen ve eğitim yöneticilerini de çözüm sürecine dahil eden katılımcı (tabanın sesini dinleyen) bir yönetim anlayışı takip edeceğini umuyoruz ve bekliyoruz.

[1] Panel programı için bknz. http://akademikplatform.net/pdf/egitimde-paradigma-donusumu.pdf]
[2] (program için bakınız: http://akademikplatform.net/pdf/calistay-programi-subat-2013.pdf)

19 Şubat 2013 11:45
DİĞER HABERLER