"Uludere'de 34 insanımız kendi uçağımızla vuruldu da hesap veren mi oldu? Soma'daki menhus madende 301 işçi hayatını kaybetti; “Bu korkunç olayda benim de suçum/ihmalim var.” diyen bir devlet yetkilisi çıktı mı ortaya! Reyhanlı'da 54, Suruç'ta 33 kişi bombalarla katledildi de hesap veren bir babayiğit, hesap soran bir cengâver mi gördük Allah aşkına!"
Siyasete biçilen rol yanlış. İlk düğme bu nedenle doğru yerden iliklenemiyor. Normal demokrasilerde sistem nasıl işler? Parti kurarsınız, parti programı hazırlarsınız ve insanlardan oy istersiniz.
“Sizi yönetmeye talibim” derken asıl patronun vatandaş olduğunu bilir, onun vereceği vergi ile bütçe oluşturmayı ve iyi projelerle ülkeyi yönetmeyi hedeflersiniz. Halk beğenirse iktidara yürürsünüz.
Halk bu. Bazen sizi iktidar yapar, bazen de muhalefet. İktidardayken sizi görevden alır, bekleme salonuna davet eder. Gidip oraya kuzu kuzu beklemeniz, yanlışlarınızdan ders çıkarmanız, yeniden vazifeye talip olmanız gerekir…
Siyaseti bir ölüm kalım meselesi haline getirirseniz, iktidar olmayı, iktidarda kalmayı hayat memat mevzusu gibi görürseniz iş çığırından çıkar. Sırf koltuğu kaybetmemek için suça bulaşırsınız.
Hiçbir seçim insan hayatından daha değerli değildir. Toplum sizi nasıl iktidara taşıyorsa, muhalefette de görmek isteyebilir. Halk görev verir, hesap sorar; siyasetçiler o takdiri öpüp başına koymak zorundadır.
Bizde hesap sorma kültürü de yok; hesap verme ahlakı da. 100'e yakın insanımız katledilmiş Ankara'nın göbeğinde. Kim hesap verecek? En başta bu ülkeyi yönetenler hesap vermek zorunda. Bu ülkede kutuplaştırıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı üslubu kullananlar hesap vereceklerin listesine kendi ismini yazacak. Maalesef görünen o ki devletin bütün imkanlarını elinde bulunduran ve 13 senedir ülkeyi yönetenler hesap verme yerine parıltılı laflar üretme gayretine ve telaşına kapılmış…
Ya bürokratlar? Özellikle güvenlik bürokrasisi? Hatta yargı! Paralel safsatası söz konusu olduğunda aslan kesilip radikal örgütler ve eylemler karşısında yetkisini tam kullanmayan yargı da sorumlu değil mi bugünkü manzaradan. Devlet, bir yandan terör örgütleri üzerindeki caydırıcılığını kaybederken diğer yandan da demokratik muhalefet yapan herkese terörist yaftası yapıştırdı.
100'e yakın insan katledilmiş. MİT hesap vermeyecek mi? Emniyet İstihbarat? Son iki yıldır ‘paralel' diye ortaya atılan paranoyak senaryolar nedeniyle Emniyet Teşkilatı'nı yerle bir eden, terör uzmanı emniyetçilere her türlü zulmü reva gören siyasi iktidar dönüp aynaya bakmayacak mı? Korkunç terör örgütlerinin eleman ve mühimmat temin etmesine yardımcı olanlar; en azından radikal oluşumlara göz yumanlar -Macbeth gibi gece karanlığında olsun- ellerindeki kanı defalarca yıkayıp vicdan azabından sıyrılmanın çaresine bakmayacak mı? Aylardır kreşlerin basılmasını, okul ve dershanelerde “terörist” tespit edilmesini emreden İçişleri Bakanlığı yetkilileri; takip edilmeyen katil teröristlerin toplu katliamının utancını hiç yaşamayacak mı?
Boşuna çırpınıyoruz belki de.
Tren Garı katliamından sonraki toplantıda “İstifa edecek misiniz?” sorusuna Adalet Bakanı gülerek karşılık veriyor. Yazık! İçişleri Bakanı “Güvenlik zafiyeti yok.” diyor. Bravo(!) MİT'ten çıt yok. Emniyet Genel Müdürlüğü'nden “tık” yok. Çünkü güçlü bir hesap verme geleneğimiz yok; tıpkı zorlayıcı hesap sorma irademiz olmadığı gibi.
Uludere'de 34 insanımız kendi uçağımızla vuruldu da hesap veren mi oldu? Soma'daki menhus madende 301 işçi hayatını kaybetti; “Bu korkunç olayda benim de suçum/ihmalim var.” diyen bir devlet yetkilisi çıktı mı ortaya! Reyhanlı'da 54, Suruç'ta 33 kişi bombalarla katledildi de hesap veren bir babayiğit, hesap soran bir cengâver mi gördük Allah aşkına!
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ