“Ey insanlar! Size bir temsil getirildi. Şimdi ona kulak verip dinleyin: Şüphesiz ki, Allah’tan başka kendilerine yalvarmakta olduklarınız, bir sinek dahi yaratamazlar; isterse bunun için hepsi toplansınlar! Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu ondan geri alamazlar. Yardım isteyen de âciz, kendinden yardım istenen de!” (Hacc Süresi, 22/73)
ABDULLAH AYMAZ
Cenab-ı Hak kemâl-i azametle buyuruyor ki, “Ey insanlar! Size bir temsil getirildi. Şimdi ona kulak verip dinleyin: Şüphesiz ki, Allah’tan başka kendilerine yalvarmakta olduklarınız, bir sinek dahi yaratamazlar; isterse bunun için hepsi toplansınlar! Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu ondan geri alamazlar. Yardım isteyen de âciz, kendinden yardım istenen de!” (Hacc Süresi, 22/73)
Bu âyet-i kerime üzerine Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Yani, ‘Cenab-ı Hak’tan başka, bütün sebepler ve ehl-i dalâlet tarafından ilâh oldukları iddia edilen ilahların hepsi toplansalar, bir sineği yaratamazlar. Yani sineğin yaratılışı öyle bir Rabbanî mucize ve yaradılış âyetidir ki, sebeplerin hepsi toplansa, onun mislini yapamazlar o Rabbânî âyete muâraza edemezler, taklidinî yapamazlar.” meâlindeki âyetine ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrud’u mağlup eden; öbür taraftan Hz. Musa Aleyhisselam sineklerin verdikleri rahatsızlıktan dolayı şikayet tarzında: ‘Yâ Rabbi, bu rahatsızlık verici mahlukları ne için bu kadar çok yaratmışsın?’ diye sorunca, ilhâmen şöyle bir cevap gelmiş: ‘Sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa suâl ediyorlar ki: ‘Yâ Rabbi, bu koca kafalı insan Seni yalnız bir dile ile zikrediyor. Bazen de gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri yaratsaydın, binler dil ile Sana zikredecek bizim gibi mahluklar olurlardı.’ diye, Hz. Musa Aleyhisselamın şikayetine bin itiraz kuvvetinde yaradılış hikmetini müdafaa eden sineğin; hem gayet temizliğe dikkat eder, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu taifenin elbette mühim bir vazifesi vardır. İnsanlığın ilim ve fende geldiği su noktada (1935 tarihinde) nazarı eksik ve kusurludur; daha henüz sineklerin yaptığı vazifeyi kavrayamamıştır. (Kuddûs isminin maddî temizlik açısından tecellilerine bakacak olursak)
Evet Cenab-ı Hak, nasıl ki, deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla ölümleri bulunan denizde yaşayan hayvanatın cenazelerini toplamak ve deniz yüzünü cenazelerle bulaşık hale gelmiş iğrenç manzaradan kurtarmak için, sıhhiye memurları nevinden gayet muntazam et yiyen bir kısım hayvanları yaratmış. Eğer o bahriye sıhhiye memurları, gayet muntazam vazifelerini yerine getirmeseydiler, deniz yüzü ayna gibi parlamayacaktı. Belki hazin ve elim bir bulanıklık gösterecekti.
“Hem her günde milyarlarla yabanî hayvanların ve kuşların cenazelerini toplamakla yeryüzünü o kokuşmuşluklardan temizlemek ve canlı varlıkları o elim, hazin manzaralardan kurtarmak için, nezafet ve sıhhiye memurları hükmünde olan kartallar gibi, keramete benzer şekilde, gizli ve uzak, beş altı saat mesafeden İlâhî bir sevk ile o cenazelerin yerini hisseden, giden ve kaldıran et yiyen kuşları ve vahşî hayvanları yaratmış. Eğer bu karalara ait sıhhiyeler, gayet mükemmel, intizamperver ve vazifedar olmasa idiler, yeryüzü ağlanacak bir şekil alacaktı.
“Evet, et yiyen hayvanların helâl rızıkları, vefat etmiş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, ceza görürler. ‘Hayatta boynuzsuz hayvan, kendisine haksızlık yapan boynuzludan kısasının hakkını alır.’ (Ev kemâ kâl) Yani ‘Boynuzsuz olan hayvanın kısası kıyamette boynuzludan alınır’ diye hadisin ifadesi gösteriyor ki, gerçi cesetleri fani olup toprak olur; fakat ruhları bâki kalan hayvanlar arasında dahi, onlara münasip bir tarzda, âhirette ceza ve mükâfatları vardır. Ona binâen, canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır, denilebilir.
“Hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak vazifesiyle karıncalar, nezâfet memurları olarak, hem İlâhî nimetin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten, hakaretten ve abesiyetten korumak ve küçücük hayvanların cenazelerini toplamakla, sıhhiye memurları gibi vazifelendirilmiştir.
“Aynen onlardan daha mühim, sinekleri dahi, insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve zehir maddesini temizlemekle sinekler vazifelidirler. Mikropların nakledenler değil, bilâkis, zararlı mikropları emmek ve yemekle o mikropları imhâ, o zehirli maddeyi istihaleye uğratırlar, çok salgın hastalıkların önünü alırlar. Hem sıhhiye neferleri, hem temizlik memurları, hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise, onların gayet çok yaratılmalarıdır. Çünkü kıymetli, menfaatli şeyler çok teksir edilir.”
Üstad Hazretleri bu bölümün hâşiyelerinde diyor ki: “Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika bir sanat-ı Rabbaniye olduğuna lâtif bir işaret olarak, meşhur Yunus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir:Bir sineğin kanadını, kırk kağnıya yüklettim, kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.” (Lâtif Nükteler Risalesinden)
Yani yere serilip kaldı. Bu ifadeden anlaşılıyor ki: Bir sineğin kanadının ne kadar harika bir sanat eseri olduğu hakkında kırk arabayı dolduracak kitap yazılsa, kırkı da bu kitapları çekemez, hem yere serilip kalırlar…