Ali Kervancı Ağabey vefat edeli neredeyse bir hafta oluyor. Alllah rahmet eylesin, yakınlarına da sabırlar lütfetsin. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, onun için gıyabi cenaze namazı kıldırması, taziyesi, vefatı münasebetiyle ifade ettiği hususlar, ‘’Değerli insanları(ın değerini) ancak kıymetli insanlar bilir’’ sözünü hatırlattı bizlere. Onun vefatıyla evlatları babalarını, O da çok sevdiği, takdir ettiği Hizmet arkadaşı Ali Kervancı Ağabeyi ruhunun ufkuna uğurlamanın üzüntüsünü yaşadı.
NUMAN YILMAZ YİĞİT
Ali Kervancı Ağabey vefat edeli neredeyse bir hafta oluyor. Alllah rahmet eylesin, yakınlarına da sabırlar lütfetsin. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, onun için gıyabi cenaze namazı kıldırması, taziyesi, vefatı münasebetiyle ifade ettiği hususlar, ‘’Değerli insanları(ın değerini) ancak kıymetli insanlar bilir’’ sözünü hatırlattı bizlere. Onun vefatıyla evlatları babalarını, O da çok sevdiği, takdir ettiği Hizmet arkadaşı Ali Kervancı Ağabeyi ruhunun ufkuna uğurlamanın üzüntüsünü yaşadı.
Güzel yaşamış, hayırlı hizmetlere vesile olmuş, Allah’a adanmış bu hayatları anmak/anlatmak bizler için bir vefa olduğu gibi, gelecek nesiller adına da önemli bir vazifedir. Çünkü, hayati önem arzeden meseleler, gelecek nesillere ancak müşahhas, numune, örnek şahsiyetlerle aktarılabilir.
Ali Kervancı ve emsali ağabeyler -Allah onlardan ebediyyen razı olsun- dünya kurulduğundan bu yana devam edegelen bir geleneğin bu çağdaki temsilcileri konumundalar. Zira semavi olan her dinin bir peygamberi ve O peygamberlerin çevresinde halelenen, ona inanan, risalet vazifesinde ona destek olan yardımcıları, taraftarları olmuştur. Geçmişten bugüne bu, hep böyle cereyan etmiştir. Tüm semavi kitaplar bilhassa Kur’an, yer yer peygamber ve ona yardımcı olanların başlarından geçen olayları, kıssalar şeklinde nakletmekle dikkatleri bu hakikate çekmektedir.
Peygamberlik vazifesinde Musa (as)a, kardeşi Harun (as) ve ona inananlardan mümin-i ali firavun, İsa (as)da havariler yardımcı olmuşlardı. Efendimiz (as)a da, Mekke döneminde, sınırlı sayıdaki genç sahabeler, Medine’ye hicretten sonra da Ensar ve Muhacire destek olmuşlardı. Sahebe (ra)nin Rasulüllah’a yaptığı bu destek ve yardım ile zaman içinde kabile kabile Arap Yarımadası’nın ekseriyeti O’na tabi olarak O’na iman ettiler. Sebepler açısından peygamber bile olsa insanların O’na ve vazifesine destek vermeleri önemli bir husustu.
Allah (cc) Efendimiz’e (SAS) yer ve göklerin bile üstlenmekten kaçındıkları bir emanet vermişti. (Ahzab,33/72). Bu emanet bir rivayete göre taat, kulluk emaneti diğer bir görüşe göre de vahyi, Kur’an emaneti idi. Diğer bir yaklaşıma göre de mahlukatın reisi ve halifesi unvanı ile Allah’ı bilme ve bildirme-i’lay-ı kelimetullah- emanetiydi. Allah Rasülü (as) hayatı boyunca bu emaneti tüm insanlığa ulaştırmaya çalıştı. Hayatını bu uğurda geçirdi. Ruhunun ufkuna yürüdükten sonra da bu emaneti kendinden sonrakilere bıraktı. “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim.” (Hâkim, 1/93)Bu hadisten de anlaşıldığı üzere Allah hakikatini en iyi anlatan/tarif eden Kur’an ve onun açıklayıcısı olan sünnetin öğretilmesi, anlatılması, gönüllerde hayat bulması, bilmeyenlere ulaştırılması görevi bütün müminlere devredilmiştir.
Hulefa-i Raşidin, Tabiin ve Tebe-i Tabiin (ra) dönemlerinde, bir kısım acı siyasi olaylar bir kenara bırakılacak olursa, hatırı sayılır bir zümrenin, bu emaneti öğrenme/öğretme, başkalarına ulaştırma adına büyük gayretler ortaya koyarak, bu işi, hayatlarının gayesi haline getirdikleri görülmektedir. Gidebildikleri en uzak yerlere kadar giderek oralardaki insanlarla tanışan, kaynaşan, onlara Kur’an, kulluk ve uluhiyet hakikatine dair emaneti ulaştıran ilk nesil sahabe-i kiramdır. Sahabe neslinden pek çok insan dünyanın değişik yerlerinde vefat ederek adeta birer tohum gibi toprağın bağrına düşmüşler ve oralarda, iman dünyası adına yeni ve taze sürgünlerin oluşmasına vesile olmuşlardır. Sadece sahabe-i kiramdan Kusam b. Abbas Özbekistan’a, Büreyde b. Husayb, Ebû Berze el-Eslem, Hakem El-Gifari Türkmenistan’a ve Çin’e kadar giden Vehb bin Kebşe gibi sahabeler, Orta Asya-Çin bölgesine gitmiş ve oralarda vefat etmişlerdir. Eba Eyyüb El Ensari (ra) ve onlarca sahabe (ra) de Anadolu’ya kadar gelerek oralarda kalmış ve geri dönmemişlerdir. Tabiin ve Tebe-i Tabiin dönemlerinde ise bu hicretler sayısı bilinemeyecek derecede artmıştır.
Onların yaşadıkları ve vefat ettikleri o beldelerde farklı dil, ırk ve renkteki insanlar bu kişiler vasıtası ile Allah’ı tanımış ,daha sonraları ise onların nesillerinden hem Müslümanların, hem de insanlığın yıldızları sayılabilecek istidatlı ve kabiliyetli pek çok rehberler çıkmıştır. Şimdiki İran, Orta Asya havalisinde yetişen alimlerden Ebu Hanife, El-Maturidi, Hoca Ahmet Yesevî, Serahsi, el-Buhari, et-Tirmizi, Siracüddin el-Uşî (Hoşi), Gazali hazretleri ve daha niceleri, toprağın bağrına düşen bu mübarek manevi tohumların meyvelerinden sadece birkaç tanesidir.
Efendimiz’in (as) bıraktığı emanet dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlara ulaştırılmış ve gönüllerde makes bulmuştu. Dünyanın doğusunda batısında, güneyinde kuzeyinde milyonlarca insan imanla Allah’ı tanımış, hidayete kavuşmuşlardı.
İslamiyet geniş bir coğrafyaya yayılınca, o beldelerde (yani şimdiki Irak, Suriye, İran, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan taraflarından, Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs, Anadolu) farklı bir kısım problemler ortaya çıkmıştır. Bu problemlerden bazıları dahilden bazıları da hariçtendi. Hariçten olanların bir kaç misal verilecek olursa, İslam dünyasının genişlemekle beraber farklı dil ve kültürlerle ve bilhassa felsefe ile tanışması, yapılan tercümeler neticesinde dini açıdan kafalarda bir kısım karışıklıkların oluşması ve yaşanan kanlı işgal ve savaşlardan bahsedilebilir. İçte yaşanan problemlere ise genişleyen İslam coğrafyasının, Mekke, Medine hatta Şam, Kufe gibi alimlerin bol olduğu ilim merkezlerinden uzak kalması, dolayısıyla da Müslümanların Kur’an-ı doğru anlama ve yorumlamada ihtilaflara düşmeleri, yeni yeni bidaların ortaya çıkması, dini cehalet ve hurafelerin yaygınlaşması, sosyal ihtilafların artması gibi örnekler verilebilir.
İslam tarihinde, değişik coğrafyalarda ortaya çıkan bu problemler karşısında İslam uleması büyük mücadeleler verdiler. Çünkü onlar Kur’an ve sünnneti, dini bilen kişiler olmaları hasebiyle peygamberin varisi olan kişilerdi. Zira “Âlimler, peygamberlerin varisleridir.’ ’(Buhari, İlm, 10) hadisi onlara bu sorumluluğu yüklüyordu. Onların içinden, bulundukları zaman ve şartlar, mücadele ettikleri konular açısından bilhassa öne çıkan ve mühim vazifeler gören bazıları vardır ki bunlara dini literatürde ‘’Müceddid’’denir.
Bu müceddidlerin başında Ömer b Abdülaziz, bir kabule göre İmam-ı Azam, İmam-ı Şafi, daha sonraları sırasıyla olmasa da müceddit olarak İbn Süreyc, İbn Dakiku’l-Îd, İmam Gazâlî, Fahruddin Razî, İmam Nablusî, İmam-ı Rabbanî, Mevlana Celaleddin Rumi, Şah Veliyullah Dehlevi, Mevlana Halid-i Bağdadi, Bediüzzaman Said Nursi gibi isimler sayılabilir. Bunlar, umumiyet itibarıyla mücedditlikleri İslâm âlimleri tarafından kabullenilen insanlardır. Yoksa mücedditler elbette bunlarla sınırlı değildir. Evet bu isimlerin hepsi çeşitli zamanlarda dar ya da geniş alanlı tecdit hareketlerinin öncülüğünü, temsilciliğini yapmışlardır. Bu faaliyetlerle insanlar dini yeniden, bir kere daha taptaze semadan inmiş gibi bütün taravetiyle duyuyor ve hayata taşıyorlardı. İşte bu alimler "Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir."( Ebu Davud, Melahim, 1) diye ifade edilen, gerçek, kamil manada Kur’an ve sünnet emanetini taşıyan ,veraset-i nübüvveti temsil eden alimlerdir.
Bir de her dönem bu ve emsali zatların etrafında halenenen, onlara bu misyonlarında destek olan insanlar vardır. Allah Resulü (as) bir hadislerinde “Ümmetimden (her dönem) Hakk’a sahip çıkan bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onları aşağılayan veya onlara muhalefet edenler, onlara asla zarar veremeyecektir. Öyle ki Allah'ın kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle muzaffer halde kalacaklardır.”( Buharı, Menâkıb 28)buyurarak bu mübarek topluluklara dikkat çekmiştir.
Şimdiye kadar, İslam tarihinin de şehadetiyle ‘’Adetullah ‘’hep böyle cereyan etmiştir. Peygamberler döneminde peygamberin yanında, ona yardımcı olan arkadaşları olduğu gibi Efendimiz (as)yanında da Sahabe-i Kiram olmuşlardır. Sahabeden sonra ise emanet alimlerin ve onlara güvenen, destek veren talebe, kardeş, arkadaş, dost, taraftarlara intikal etmiştir.
Her zamandan daha çok dine, imana ve Kur’ani yaklaşımlara ihtiyaç duyulan böyle bir dönemde ‘’Adetullah’’yine cereyan etmiş, bu emaneti muhtaç gönüllere ulaştırmayı önemli bir vazife gören, hayatını bu işe adayan bir nesil yetişmiştir. Bu nesil sadece talebe kesiminden değil, sosyal hayatın her alanından sökün edip gelen bir nesildir. Bu neslin içindeki bir zümre , alimlerden sonra, belki de onlar kadar önemli bir sınıf olan infak ve himmet sahibi tüccar ve işadamları sınıfıdır.
İşte, iç dünyasında, kendisinin Allah’a ait meselelerin emanetçisi olduğu şuuruna uyanan, hayatını bu önemli ,manevi işe adayan kişilere tasavvufi , manevi anlamda “Allah’ın erleri” (ricâlullah) adanmış rabbaniler denilir. Bu kişiler Allah’ı ve ona ait işleri her işin önünde gören/götüren kişilerdir. Ne dünyanın cazibedar güzellikleri ne de sıkıntıları onları Allah ve Allah’la ilgili meşguliyetlerden ve o işi yapmaktan alıkoyamaz. Bu kişiler “... öyle yiğitler vardır ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.” (Nur, 24/37) mealindeki ayet-i kerimeyle vasfedilen kişilerdir.
Karşılaştıkları pek çok sıkıntılar karşısında Allah yolundan dönmeyen, aynı şekilde, böyle bir imtihan ile karşılaştığında dönmeme karar/kararlılığında olanlar içinde, Allah (cc) takdirkarane, “Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da yerine getirmek için beklemektedir. (Allah’a) Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.( Ahzâb : 33/23) buyurmuştur.
Evet Ali Kervancı Ağabey ve onun gibi yüzlerce, binlerce tüccar, işadamı şimdiye kadar taşınmasına yardımcı oldukları bu manevi emaneti daha geniş bir alana ulaştırmak için bir Sevk -i İlahi ile hicret etmeye yönlendirildiler. Pek çoğu bir çok mağduriyet ve sıkıntılarla beraber taşınan bu manevi emaneti yarı yolda bırakmamak ve sahiplerine ulaştırmak için yollarına devam ettiler/ediyorlar. Bazıları da bulundukları yerlerde bir tohum gibi toprağa düştüler.
Ali Kervancı Ağabeye gösterilen teveccüh, okunan hatim ve dualar, kılınan gıyabi cenaze namazları, Allah için ortaya koydukları hizmetlerin hora geçtiğine, onların bu mübarek emaneti gelecek nesillere aktarma vazifesinde, kendilerine düşen vazifeyi yerine getirdiklerine en güzel şahadetlerdir. Allah’tan Rahmet dilediğimiz Ali Kervancı Ağabeyimizin ruhuna El Fatiha.