Batı’da yeni bir anlayış gelişiyor. Düşmanca değil; karşısındakini de anlayarak hareket etme anlayışı...
Bu anlayış zihinlerdeki bazı boşlukları dolduracağı gibi, zamanın müfessirliği altında bazı mübhemlerin üzerinden de perdeyi kaldırıp meseleleri daha net görmeyi ve anlamayı sağlayacak...
Mesela; Hırıstiyan dünya, Hz. Meryem’in evli olmadığı halde, oğlu İsa Aleyhisselamı dünyaya getirdikten sonra yaşadığı toplumun kanunlarına göre taşlanarak öldürülmesi gerektiğini biliyor. Hele hele mabedde bulunurken böyle bir şeyin olmasına o günkü anlayış asla müsaade etmez. Mutlaka ölüme gönderir. Nasıl oldu da Hz. Meryem bu recmden kurtuldu? Yani kurtulması için o kadar harika ve müthiş bir olay olması lazım gelir ki, onu taşlanarak öldürmekten vazgeçsinler… Onların kitaplarında ve kaynaklarında böyle bir şey yok. Ama Kur’an-ı Kerim’de var… Kur’an-ı Kerim, kucakta bebekken Hz. İsa’nın bir mucize olarak konuştuğunu apaçık ifade ediyor:
“Meryem (bana değil, çocuğa sorun dercesine) çocuğu gösterdi: ‘Nasıl olur da, dediler beşikteki bebekle konuşuruz?’ Derken bebek ‘Ben Allah’ın kuluyum, dedi. O, bana Kitap verdi, beni Peygamber olarak görevlendirdi. Nerede olursam olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekatı farz kıldı. Anneme saygılı, hayırlı evlat kılıp, asla zorba, bedbaht ve hayırsız biri yapmadı. Doğduğum gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selam üzerime olsun!’ İşte hakkında şüphe ve tartışmalara girdikleri Meryem oğlu İsa konusunda gerçeğin ta kendisi budur.” (Meryem Suresi, 19/29-34)
Mesela, Kur’an-ı Kerim’in Fetih Suresinin son âyetlerine bakalım:
“Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onun beraberindekiler de kâfirlere karşı çok şiddetli olup kendi aralarında çok şefkatlidirler. Sen onları rüku ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alâmeti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, Tevrat’taki sıfatları olup İncil’deki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki, ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanları bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Fetih Suresi, 48/27-29)
Buradaki “İncil’deki meselleri ise şöyledir” diye geçen ve Sahabeler ile ilgili verilen misal İncil’de niçin verilmiştir? Bunu Matta 13. Âyetinde “Tohum Benzetmesi” başlığı altında şöyle deniliyor: “Aynı gün İsa evden çıktı, gidip göl kıyısında oturdu. Çevresinde büyük bir kalabalık toplandı. Bu yüzden İsa tekneye binip oturdu. Bütün kalabalık kıyıda duruyordu. İsa, onlara temsillerle ve benzetmelerle bir çok şey anlattı: “Bakın” dedi. “Ekincinin biri tohum ekmeye çıktı. Ektiği tohumlardan kimi yol kenarına düştü. Kuşlar gelip bunları yedi. Kimi toprağa az kayalık yerlerde düştü; toprak derin olmadığından hemen filizlendi. Ne var ki, güneş doğunca kavruldular, kök salamadıkları için kuruyup gittiler. Kimi, dikenler arasına düştü. Dikenler büyüdü, filizleri boğdu. Kimi ise toprağa düştü. Bazısı yüz, bazısı altmış, bazısı da otuz kat ürün verdi. Kulağı olan işitsin!” Öğrencileri gelip İsa’ya “Halka neden benzetmelerle konuşuyorsun?” diye sordular. İsa şöyle cevap verdi: “Göklerin Egemenliği’nin sırlarını bilme ayrıcalığı size verildi, ama onlara verilmedi. Çünkü kimde varsa, ona daha çok verilecek, bolluğa kavuşturulacak. Ama kimde yoksa, elindeki de alınacak. Onlara benzetmelerle konuşmanın sebebi budur.”
Demek ki, İlahî Hükümranlığı (Göklerin Egemenliği) yani “İ’la-yı kelimetullahı” tahakkuk ettirecek onlardı. Hz. İsa Aleyhisselam, bu gerçeği böyle bir temsille haber vermişti…
Bu çerçevede çok yeni ve güzel gelişmeler var… Kur’an-ı Kerim üzerine yapılan bir çalışmada 12 bin nüshanın hepsinde de aynı netice çıkıyor. Yani tek bir nüshada farklılık yok… Aslında bu mesele bile tek başına bir mucize…
Tarafsız ve gerçek bilim insanları Kur’an’ın da diğer mukaddes kitaplar gibi Batı’nın bir parçası olması gerçeğini kabule başladılar...
Bu hususlarla ilgili çalışmalar hakkında kendisinden bilgi istediğimiz Arhan Kardaş Bey şunları bildirdi:
Prof. Dr. Angelika Neuwirt Avrupa’da Kur’an çalışmalarıyla tanınan değerli bir ilim kadını. Aslen Arabistik hocası olan Neuwirt zamanla Kur’an metin ve tefsirlerine merak sarmış ve bir müsteşrik (doğu bilimci, oryantalist) olarak çalışmış. Brandenburg Eyaleti’nin büyük projelerinden birisi olan corpus koranicum projesini yürütüyor. (http://corpuscoranicum.de) Şu anda bu ekip Kuran tefsiri yazıyorlar. 12.000 kadar Kur'an nüshası incelemişler. En eski Kur'an nüshasını buldular. Efendimizden (as) 18 sene sonrasına tekabül ediyor.
Prof. Dr. Ralf Wüstenberg, Flensburg Üniversitesinde Protestan ilahiyatçısı. Bu da hem İslam'ı hem de Kuran’ı anlamaya çalışan bir profesör. Kendisiyle gelecek sene için bir yaz kursu planlıyoruz. (https://www.uni-flensburg.de/evangelische-theologie/wer-wir-sind/personen/mitarbeiter/prof-dr-ralf-k-wuestenberg/) İslam hakkında bir kitap yazdı: Islam ist Hingabe (İslam teslimiyettir)
Prof. Dr. Tobias Specker, İslam noktayı nazarından Katolik ilahiyatı projesini yürüten bir profesör. Kendileriyle bu Eylül ayında Kosova ve Arnavutlukta bir yaz programı tertip ediyoruz. (http://www.sankt-georgen.de/hochschule/organisation/professorium/tobias-specker-sj/) Bu ekiple de 25 insanla birlikte bir ‘Manevi Diyalog’ gezisi yapılıyor ve bunlarla hizmet konusunda doktora yapmış arkadaşlar var.
Prof. Dr. Christopf Bultmann, kendisi mukaddes kitap müfessiri ve Erlangen üniversitesi hocalarından birisi. Kendisi geçtiğimiz sene üniversitede hizmetle ilgili bir seminer programı başlattı kendileriyle yıllardan bu yana müzakerelerimiz devam ediyor. (https://www.uni-erfurt.de/mli/mitarbeiter/bultmann/)
Evet bunlar çok güzel çalışmaların başladığını müjdelemektedir…