Türkiye'nin siyasî tarihinde derin yaralar açan darbenin üzerinden 30 yıl geçti. Yaşanan zulümleri hatırlamak ister misiniz?
Anarşi, sağ-sol kavgası gibi gerekçeler üretilse de 12 Eylül darbesi bir zulümdü. 12 Eylül işkence demekti. Mamak, Diyarbakır, Buca başta olmak üzere hapishaneler işkencelerle kirletildi. Kardeşi kardeşe kırdıran darbe sürecinin kendisiydi. Merhum siyasetçi Muhsin Yazıcıoğlu'nun tabiriyle sokaklara sığamayan Anadolu gençleri, iki buçuk metrekarelik hücrelerde yaşamanın yolunu öğrenmişti... İşkenceyle, zulümle, dipçikle, darbeyle...
Türkiye'nin siyasî tarihinde derin yaralar açan darbenin üzerinden 30 yıl geçti. 27 Mayıs 1960 ihtilali ve 12 Mart 1971 muhtırası ve aradaki 20 yıllık herc-ü merc yıllarının sonunda yine tanklar sokaklardaydı. Darbe sonrasında yaşananlar, kağıt üstünde anlatıldığı, hatıratlarda yazıldığı gibi durmuyordu. İdamlar, işkenceler, zulümler, kardeş kavgası, toplumsal çatışma, silahla dayatılan vesayet demokrasisi... Genelkurmay Başkanı Kenan Evren başkanlığındaki komuta kademesindeki cuntacı askerler bir yıl önceden hazırlanan 'Bayrak Harekat Planı'nı uygulamaya alarak 12 Eylül 1980'de devlet yönetimine el koydu. Saatler sabah 05.30'u gösterirken başkent Ankara'da üç ayrı adresin önüne park eden araçlar Başbakan Süleyman Demirel, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit ve Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ı zorunlu ikametlerine götürmek üzere hazır bekliyordu. Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için MGK, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini belirtti. Bir gün sonra Türkeş, Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim oldu.
Radyolardan darbecilerin ilk bildirisi okunuyordu. Ordu ülke yönetimine el koymuştu. Üç sene boyunca sıkıyönetim altında geçen günler, katliamlar, suikastlar, türetilmiş sağ-sol, Alevi-Sünni çatışmaları ile beslenmiş sokak olayları sihirli bir el dokunmuşçasına o gün bitivermişti. Sıkıyönetim ilan edilmesine karşın durdurulamayan çatışmalardı bunlar. Ya polisin zafiyeti ya da askerin vurdumduymazlığı ile adeta 'darbenin şartlarının olgunlaşması' beklenmişti. Milli Güvenlik Konseyi'nin devlet yönetimine el koymasıyla sokak olayları bitmiş ama bu kez acı ve haksızlıkla dolu ikinci perde aralanmıştı. Zulüm tüm Türkiye'yi esir aldı. Cezaevine atılan yüz binler ile yepyeni mağdurlar oluşturuldu. Darbeden sonra 650 bin kişi gözaltına alındı, 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkenceler yapıldı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 210 bin davada 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, bunlardan ülkücü, devrimci ayırmadan sağ ve sol görüşlü 50 kişi asıldı. 299 kişi cezaevlerinde öldü. Bunlardan 171'inin işkenceyle öldüğü belgelendi. 937 sinema filmi yasaklı ilan edildi, 30 binden fazla insan 'siyasî mülteci' olarak yurtdışına kaçmak zorunda kaldı, 388 bin kişiye ise pasaport dahi verilmedi.
ASKER, DARBE KARARINI 1978'DE VERDİ
12 Eylül 1980'e uzanan son iki yılda, toplumsal olay ve provokasyonlar, suikastlar ve çatışmalar adeta körüklendi. Maraş, Çorum ve Sivas'taki olaylarda 147 kişi öldü, 1000'den fazla kişi yaralandı. 7 Mart 1978'de Kenan Evren, Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna otururken, sıkıyönetim ilanı için iç güvenlik ihlallerinin ardı ardına yaşandığı tartışmalı bir süreç başladı. Olaylar patlak verdiğinde CHP iktidar, Bülent Ecevit ise başbakandı. Ecevit, olayların kendisini uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını dile getiriyordu. İstikrarsızlık ve çatışmaların önünün alınmaması, tankların ve cuntacıların yolunu açıyordu. Ülke tam bir iç savaş arenası haline getirildi. 28 Ağustos 1978'de Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesindeki bir cenaze töreni 'Kürt ayaklanması' diye adlandırılmış ve asker sıkıyönetim ilan edilmesini istemişti. Ancak Ecevit direndi. Bunun üzerine ordu, Ecevit'i ikna yerine Genelkurmay İkinci Başkanı Haydar Saltık'a darbe planı hazırlama görevini verdi. Saltık'ın başkanlığındaki üç kişilik komisyon darbe için çalışmaya başladı. Bu sırada yaşanan Maraş olayları Ecevit'in direncini kırdı ve sıkıyönetim ilan edildi.
Günde 25-30 kişinin öldüğü siyasal ve toplumsal şiddet olayları bütün hızıyla sürdü. Genelkurmay Başkanı Evren, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bir uyarı mektubu gönderdi. Korutürk'ün 2 Ocak 1980'de kamuoyuna duyurduğu uyarı mektubunda şöyle deniliyordu: "TSK ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizden bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir." Siyaset, bu mektuba önem vermedi. Saltık Paşa ise kendine verilen görevi tamamlamış, tek çarenin tam teşekküllü bir darbe olduğuna ilişkin raporunu Mart 1980'de Evren'e sunmuştu.
6 Nisan 1980'de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolması mevcut bunalımlara bir yenisini ekledi. Siyasi partiler bir isim üzerinde uzlaşmaya varamayınca yeni cumhurbaşkanı seçilemedi. Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil aylarca vekaleten bu görevi yürüttü. Evren Paşa, 5 Mayıs 1980 günü Başbakan Demirel ile görüşmesinden sonra Brüksel'deki NATO tatbikatına gidiş yolunda Saltık'a darbenin talimatını verdi: "Dönünceye kadar bütün hazırlıklar tamamlansın. Radyo ve televizyona verilecek tebliğler, demeçler hazırlansın. Brüksel'den dönüşte bu işi halledelim." 16 Haziran 1980 günü Genelkurmay Karargâhı'nda Evren, kuvvet komutanları ve sıkıyönetim komutanlarıyla bir araya geldi. Toplantının resmî adı: Genişletilmiş Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu toplantısıydı. Masada 11 Temmuz 1980'de uygulanması kararlaştırılan darbe planı vardı. Ancak yeni kurulan Demirel hükümetinin sürpriz şekilde güvenoyu alması darbe tarihinin değişmesine sebep oldu. 1980 sonbaharına gelindiğinde kriz bütün hızıyla sürüyordu ve birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen şiddet olayları tırmanıyordu. Ve ordu 12 Eylül günü iktidara el koydu. Yönetim, 6 Kasım 1983'te Turgut Özal'ın sivil hükümetle işbaşına gelmesine kadar Milli Güvenlik Konseyi'ne geçti.