T24 ekonomi yazarı Barış Soydan, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'yi adım adım nasıl krize sürüklediğini kaleme aldı. Soydan, "Hikâye bitmedi, sürüyor. Bundan sonra neler yaşanacağını hep birlikte göreceğiz. Ama “birinci perdeden” çıkarılacak ders açık: Bu kriz yaşanmayabilirdi." dedi.
Barış Soydan'ın T24'te yayımlanan "Buraya nasıl geldik: AKP’nin ekonomideki 20 hatası" başlıklı makalesi:
1. Bugünkü krizin tohumları, 2017’deki Başkanlık referandumu sırasında atılmıştı. Referandumda AKP’nin karşısında geniş bir blok vardı. AKP seçmenlerinin bir bölümünün dahi parlamenter demokrasiden memnun olduğu, referandumda hayır oyu vereceği görülüyordu.
Referandumun bıçak sırtı geçeceği belliydi. İşte o günlerde normal şartlarda kredi alamayacak KOBİ’lere ve esnafa yönelik Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla 250 milyar liralık dev bir kredi paketi açıldı.
2. Henüz ortada kriz yoktu. Ekonomi zaman zaman istim kaybetse de büyümeye devam ediyordu. Ama bir mesele vardı: Lokomotif inşaat sektörüydü. İnşaatla Türkiye’nin zenginleşemeyeceği, “orta gelir tuzağına” takılıp kalacağı belliydi. Yüksek katmadeğerli üretime geçmek gerekiyordu.
Bunun için de yüksek teknoloji ve katmadeğer odaklı bir destekleme politikası izlemek şarttı. Ama politik şartlar elvermiyordu. Çünkü yakında referandum vardı.
KGF kredilerine ek olarak referandumdan kısa süre önce inşaat, mobilya gibi sektörlere bol kepçe vergi indirimleri verildi. Destekler ve KGF kredileri işe yaradı, Türkiye 2017’yi yüzde 7,4 büyümeyle kapattı.
Bu çok yüksek bir orandı. Referandumdan kılpayı da olsa başkanlık sistemine 'evet' çıktı.
3. 2017 yılının sonuna gelindiğinde yüksek oranlı büyüme nedeniyle ekonomi aşırı ısınmıştı. Zira daha çok üretim, daha çok ithalat demekti. Büyüme artınca ithalat, ithalat artınca da cari açık patlıyordu...
Bunun üstüne çift haneli enflasyon eklendi. Ciddi ekonomistler, ekonominin soğutulması için Merkez Bankası’nın faizleri artırmasının şart olduğunu söylüyordu. Fakat heyhat, 2018 yılının 24 Haziranı'nda bir seçim daha vardı!
Ekonomiye fren yaptırmak göze alınamadı. Beklenen faiz artırımı bir türlü yapılmadı. Türkiye, 2018’in ilk 3 ayında yine yüzde 7,4 büyüdü. 24 Haziran seçimleri de kazanıldı.
4. 24 Haziran seçimleri olmuş bitmişti ama beklenen faiz artırımı bir türlü gelmiyordu. Çünkü heyhat, 9 ay sonra bu kez 31 Mart yerel seçimleri vardı. Merkez Bankası’nın 2018 Temmuzu'ndaki toplantısından da faiz artırımı kararı çıkmadı.
5. Aynı ay, yani 2018 Temmuzu'nda açıklanan başkanlık kabinesinde piyasaların iyi kötü güvendiği Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yoktu. Ekonominin dümeni artık Berat Albayrak’taydı.
6. O esnada ABD vatandaşı pastör Andrew Brunson krizi patladı. Brunson’ın salıverilmemesi, Trump’ın Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımları uygulamaya koymasına sebep oldu. Yaptırımlar, krizin tetiğini çekti. Ağustosta kur depremi yaşandı, dolar 7 TL’ye kadar çıktı.
7. Merkez Bankası, aylardır beklenen faiz artırımını nihayet Eylül’de yaptı: Faizler tam yüzde 6,25 puan artırıldı. Aynı günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, devletin çok sert kemer sıkma tedbirleri alacağını açıkladı.
Bunların etkisiyle para piyasalarındaki çalkantı yatışır gibi oldu. TL verdiklerinin bir kısmını geri aldı. Ama bu arada inşaat ve mobilya sektörüne verilen bol kepçe vergi indirimlerinin uzatıldığı açıklandı. Bu karar, kemer sıkma sözünün lafta kalacağının ilk işareti oldu.
8. Devlet kemer sıkmak bir yana harcamalarını daha da artırıyordu. Ne de olsa 31 Mart seçimleri yaklaşmıştı. Bütçe verileri, 2019’un ilk 3 ayında kamu harcamalarının yaklaşık yüzde 30 arttığını gösteriyordu.
Enflasyon yüzde 20 civarında olduğuna göre bu, kamu harcamalarının reel olarak arttığı anlamına geliyordu. Alenen seçim ekonomisi uygulanıyordu.
9. Ankara bütçe dengesini sağlamanın yolunu kimsenin aklına gelmeyen bir yerde buldu: Merkez Bankası’nın normal şartlarda Nisan ayında Hazine’ye devredilmesi beklenen 33,7 milyar TL’lik kâr payı yılbaşında devletin hazinesine aktarıldı.
Bu adım, bozulan bütçe dengesinin biraz toparlanmasını sağladı ama yılların teamülü bozulduğu için ekonomi yönetimine olan güven daha da erozyona uğradı.
10. Komadaki inşaat sektörünü canlandırabilmek için kamu bankaları aracılığıyla enflasyonun altında, yani zararına konut kredileri verilmeye başlandı.
11. Ekonomiyi suni teneffüsle canlandırabilmek için izlenen bir başka politika, özel bankaların kredi faizlerini artırmasının engellenmesiydi. Özel bankalar kâğıt üzerinde bağımsızdı ama gerçekte izledikleri faiz politikasının Ankara tarafından dikte ettirildiği söyleniyordu.
Uğur Gürses’in bu konudaki yazıları geniş yankı uyandırdı.
12. Sadece kredi faizlerine değil, mevduat faizlerine de müdahale edildi. “Devlet büyüklerinin” özel bankaları arayıp, mevduat faizlerini düşük tutmalarını “tavsiye ettiği” söyleniyordu.
Bu politikanın öngörülemeyen bir yan etkisi oldu: Mevduat faizleri enflasyonun altında kalınca halk parasını dolar-Euro’ya çevirdi. Döviz mevduatlarında patlama yaşandı. Dolarizasyon geri dönmüştü.
13.TL, dolar karşısında yeniden değer kaybetmeye başladı. Ankara TL’nin değer kaybına kendi politikalarının değil, uluslararası güçlerin (Buna “faiz lobisi” diyen de vardı, “İngiliz derin devleti” diyen de…) sebep olduğunu savunuyordu.
Dolardaki artışı dizginlemek için Türk bankalarının Londra’da TL-dolar alışverişinin yaşandığı SWAP piyasasına para vermesi engellendi. Pozisyonlarını kapatmak için TL’ye ihtiyaç duyan yabancı yatırımcılar bir anda ayazda kaldı.
SWAP faizleri yüzde 1.000’lere fırladı. Bunun sonucunda dolar gerçekten de düştü. Ama ne pahasına? Yabancı yatırımcının ağzı fena halde yanmış, Türkiye’ye güven kaybolmuştu. Yabancılar TL cinsinden varlıkları satarak Türkiye’den çıkmaya başladılar.
14. Mart ayında uluslararası haber ajansları (Mesela Reuters) kamu bankalarının doları düşürebilmek için piyasaya müdahale ettiğini yazmaya başladı. Denilene göre özellikle geceleri Asya piyasalarında dolar satılarak TL’nin değerinin yüksek tutulması sağlanıyordu.
15. Bombayı Financial Times gazetesi patlattı: FT’nin haberine göre Merkez Bankası, SWAP işlemleri aracılığıyla bankalardan borçlandığı dövizi, kendi rezerviymiş gibi gösteriyordu.
Gerçek rezerv, gösterilenin çok altındaydı. Financial Times’a göre Merkez Bankası’nın net rezervi, açıklandığı gibi 28,1 milyar dolar değil, 16 milyar dolardı.
16. Daha vahim iddiayı Bloomberg Haber Ajansı ortaya attı: Bloomberg’den Onur Ant’ın haberine göre Merkez Bankası’nın SWAP yoluyla aldığı dolar ve euro’nun bir kısmı bankanın bilançosunda gözükmüyordu.
Bloomberg’e göre sözkonusu rakam 9 milyar dolara yakındı. Peki bu 9 milyar dolar neredeydi? Bloomberg’e göre piyasalar bu tutarın, 31 Mart seçimleri öncesinde TL’nin değerini suni olarak yüksek tutabilmek için kullanıldığını düşünüyordu.
17. Financial Times ve Bloomberg’in haberleri Türkiye’nin zaten diplerde gezinen itibarını tuzla buz etmişti. Merkez Bankası’nın bir açıklama yapması, "Bu haberler yalandır" demesi bekleniyordu.
Merkez beklenen açıklamayı Enflasyon Görünümü Raporuna eklenen birkaç paragrafla yaptı. Açıklamada genel geçer iktisat bilgilerinden başka bir şey yoktu. Merkez Bankası, Financial Times ve Bloomberg’i yalanlamıyordu...
18. İstanbul seçiminin yenilenmesi kararı her şeyin üzerine tüy dikti. Türkiye’nin siyasal istikrarsızlığa sürüklendiği algısı hızla yayıldı.
Yeniden seçim, seçim ekonomisinin kaldığı yerden devam etmesi demekti. Dolar uzun bir aradan sonra yeniden 6 liranın üzerine çıktı.
19. Yeni seçim tarihi olarak 23 Haziran belirlendi. Kamu bankalarının ekonomiyi canlandırmak için yeni bir paket açıklayacağı duyuruldu. Tas aynı tas, hamam aynı hamamdı.
20. Reuters, kamu bankalarının Asya piyasalarında 4,5 milyar dolar daha sattığını, Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş ise Merkez Bankası’nın rezervlerinin eksiye indiğini yazdı...
Türkiye’nin iflas riskini gösteren CDS (Kredi temerrüt Swap’ı) 500’ün eşiğindeydi….
Hikâye bitmedi, sürüyor. Bundan sonra neler yaşanacağını hep birlikte göreceğiz. Ama “birinci perdeden” çıkarılacak ders açık: Bu kriz yaşanmayabilirdi.